Evimiz Rasathane Camisine yakındı. Mahalle sakinleri buraya yakın köylerden gelmişlerdi. Aldıkları arsa üzerine tek katlı evler yapmışlardı. Evlerin hepsi birbirine benzerdi. Duvarlar kireç beyazı, kapılar ve pencereler çivit mavisiydi.
Aşçı Ahmet Efendi de bu mahallede yaşardı. Tren Gar’ında yolculara hizmet veren bir lokantası vardı. Lokantasında akrabaları çalışırdı. Ahmet Efendinin eli boldu Mahallenin fakirlerine yardım yapardı.
İhtiyarın çocuğu yoktu. Arsasında çocuk yerine köpek beslerdi. Niçin köpek besliyorsun diye soranlara “İnsanlardan ne hayır gördüm ki” , derdi.
Arsasında altmışa yakın köpek vardı!
Bayramlarda evlerine giderdik. Bizden başka gideni geleni olmazdı. Mahalleli bu Ahmet Efendi’nin eşini hesaba katmazdı, adam yerine koymazdı. Kocası aşçı oluğu için özellikle askeri sevkiyatı sırası günlerce evine uğramazdı. İhtiyar kadın bugünlerde köpekleriyle baş başa kalırdı.
Evin köpeklere ayrılan büyük bir arsası/bahçesi vardı. Arsaya atılan sahipsiz köpekler sabaha kadar havlardı. Mahalleye ilk geldiğimizde bizi uyarmışlardı. Köpeklerin sesinden uykunuz kaçar, diye. Zamanla alıştık.
Arsanın önünden ilk defa geçenler bu köpeklere korkuyla, hayretle bakarlardı. Bu kadar köpek nasıl toplanmıştı ?
Mahallenin yaramaz çocukları ev sahibi kadını kızdırmak için arsadaki köpeklere taş atarlardı. Kadının söve saya gelmesinden derin bir zevk alırlardı.
Arsanın sahibi daha önce belirttiğim gibi çocuksuz ve huysuz bir kadındı . Zaman zaman arsaya çıkar, taş atanlarla kavga ederdi. Kadının ağzı bozuktu… Kapıya vuranlara, taş atanlara söverdi. Mahalleli bu kadına bulaşmazdı.
Aslında bu kadını kızdıranlar, o civardaki çocuklar değildi. Onlar kimseye bulaşmadan okullarına, evlerine giderlerdi.
Köpekleri taşlayanlar başka yerlerden gelirlerdi.
Bunların kavgası çoğu zaman Karakol’da biterdi.
Arsadaki köpekleri bu kadın beslerdi. Her gün bu eve lokantadan yemek artıkları gelirdi. Köpekler doyasıya yerler, aç kalmazlardı.
Bahçenin kenarından ince bir dere geçerdi, dere boyunda yüzlerce kuşun tünediği ağaçlar vardı. Kuşların biri kalkar diğeri konardı. Ağaçlara tüneyen bu kuşları da ihtiyar kadın beslerdi
Bazı köpekler ayrıcalıklıydı, evde kalırlardı; Kadıncağız köpeklerine elbise bile dikmişti. Mavili, kırmızılı, portakal renkli elbiseler köpeklerin sırtında gezerdi. Onlara her yer serbestti. Mutfağa bile serbestçe girip çıkarlardı. Koltukların üstünde uyuyan süs köpekleri , rahatsız edilmekten hoşlanmazlardı.
İlkbahardan sonbahara kadar lokantanın artıkları ile beslenen bu köpeklerle kimse baş edemezdi.
Köpekler çekilince yemek artıkları ağaçlarda tüneyen kargalara kalırdı. Mahallenin arsız kedileri , köpeklere yaklaşamazdı. Uzaktan seyreder, bol bol yalanırlardı..
Köpeklerin havlamasından bıkan mahalle sakinleri Belediye’nin gelmesini beklerdi. Onların gelmesi ile temizlik başlardı. Belediye, ilk önce sokaktaki başıboş köpekleri; daha sonra da arsadakileri vururdu.
İhtiyar kadın bunlardan bazılarını evinde saklar, Belediye ekibine vermezdi. Her silah sesinde sanki çocukları vuruluyor gibi feryat figan ederdi.
Arsada her yıl tekrar edilen bir katliam başlardı. Arsa günlerce mezbahaya dönerdi. Mahalle halkı bu katliamın bitmesini sessizce beklerdi.
Ortaokuldaki çocuklar okulun yanındaki sokakta toplanırlar, köpeklerin vahşice öldürülmesini seyrederdi. Silah sesleri ,it ulumaları, ihtiyar kadının feryatları en uzak yerlerden bile işitilirdi. İhtiyar kadın köpeklerini kurtarmaya çalışır, yaşlı gözlerle bu katliamın bitmesi için dua ederdi.
Sabahleyin başlayan katliam ikindiye kadar sürerdi. Bu köpeklerden bazıları duvardan atlayıp mahalle aralarına giderlerdi.
Kaçmayıp da vurulan köpeklerin leşleri çöp kamyonuna yüklenir Kardeşler tepesindeki çukurlardan birine atılırdı.
Köpekler gittikten sonra arsayı kandan ve köpek pisliklerinden temizlemek zavallı kadına düşerdi. Ertesi yıl baharda doğan köpek enikleri çocuklar tarafından bahçeye atılırdı. Bunlar da geçen yılki köpekler gibi sonbahara kadar beslenirdi. Zamanı gelince bunlar da Belediye ekipleri tarafından telef edilip temizlenirdi.