Sultan Melek/Sultan Melik Yatırı

Sivas, 5 Ağustos 1997, Salı

Halk arasında Sultan Melek  olarak adlandırılan Emir Mengücek Gazi’nin türbesi Kemah ilçesindedir.[1] Fırat köprüsünün  yukarı tarafındaki kayalıklar üzerindedir. Aynı yerde  çift kubbeli bir türbe daha bulunmaktadır. Bu türbe de Fahrüddin Behramşah’a aittir.[2]

Bilindiği gibi Emir Mengücek Gazi, Alparslan’ın komutanlarındandır. Erzincan-Kemah-Köğonya-Divriği coğrafyasında kurulan Mengücekoğulları Beyliği’nin kurucusudur. Ölüm tarihi 1118 civarlarındadır.Yine aynı bölgede türbesi bulunan Fahrüddin Behramşah, 63 yıl süreyle Mengücekler’in Beyi olmuştur. Beyliğin merkezini Kemah’tan alıp Erzincan’a taşımıştır. Ölüm tarihi 1225’tir.

Sultan Melik Türbesi:

 Sultan Melik türbesi, sekiz köşeli, piramit çatılı bir Selçuklu kümbetidir. Türbenin yapımında tuğla kullanılmıştır. İki katlı türbenin üst katında sembolik bir mezar, alt katında ise Melik Gazi’nin  açık bir tabut içindeki çürümemiş vücudu bulunmaktadır.

Birinci Menkıbe: Zamanın birinde Kemah’a bir doktorla bir savcı gelir. Bunlar Sultan Melik’in çürümemiş vücuduna inanmaz ve inananlarla alay ederlermiş.  Sonunda türbeye gitmeye karar vermişler ve alt kata inmişler. Melik Gazi, açık bir tabut içinde yatıyormuş. “Bu, mumyadır” demişler. Sonra bir tanesi iğne çıkararak, bu mübarek zatın vücuduna batırmış. İğnenin yerinden kan çıkmış. Bunu gören doktor çıldırmış; savcı ise paniğe kapılmış, kaçarken Fırat’a düşüp boğulmuş. Sultan Melik’a batırılan bu iğnenin yeri büyümüş, sonradan küçülerek kapanmış.[3]

İkinci Menkıbe: Sultan Melik’in abdest alıp namaz kıldığı söylenir. Türbedeki bekçi her gün ıbrığa su doldurup, leğeniyle birlikte yanına bırakırmış. Sabahleyin geldiğinde suyun kullanılmış olduğunu görürmüş. Bekçi bazen su koymayı unuturmuş; böyle durumlarda Sultan Melik çok kızar, ıbrığı dışarı atarmış.[4] 

Kemah halkı, Sultan Melik’in türbesinden çıkarak, Fırat nehrinde abdest aldığına inanır.

Üçüncü Menkıbe: 14 Şubat 1916’da Erzurum’a giren Rus kuvvetleri, 6 Temmuz 1917’de Erzincan’ı da işgal edip 11 Temmuz 1917’de Kemah Boğazı’na yaklaşırlar. Halkın inanışına göre boğazı tutan Melik Şah’ın sayesinde daha fazla ilerleyemezler. Rus askerleri geri çekilirken, yeşil sarıklı askerlerin kendilerini engellediğini  söylerler.

İnanışlar ve Uygulamalar:  Sultan Melik, bu yörede evliyalığına inanılan kutsal bir zattır. Onun Mengücekler dönemindeki komutanlık ve beylik vasfı unutulmuş ve evliyalık vasfı ön plana çıkmıştır. Bu nedenle her türlü dilekler için Sultan Melek türbesine gelinmekte ve dilek dilenmektedir. Divriği ilçesinden gelenler daha çok evlat sahibi olmak için türbeyi ziyaret etmektedir. Kız çocuklarına  Sultan, Melek, Melike… gibi adlar verilmektedir.[5] 


[1] Necdet Sakaoğlu, Türk Anadolu’da Mengücekoğulları adlı eserinde Sultan Melik Türbesi için şu ifadeleri kullanır: “…Yalnız, Kemah-Erzincan yolundaki  Sultan Melik Türbesi’nin sıvaları üzerinde Farsça olarak Mengücek’in, Erzurumu, Diyarbakır’ı, bunlara yakın yerleri  aldığı yazılmıştır. Söylentiye bakılırsa bu türbe Mengücek Gazi’nindir. Soyundan gelen bazı beyler de  yanındaki diğer türbeye gömülmüşlerdir…” s.32-33.

[2] Ruhi Kara, Erzincan Efsaneleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara 1993, s.53; Necdet Sakaoğlu, Türk Anadolu’da Mengücekoğulları adlı eserinde  “Behramşah’ın Erzincan’da ya da Kemah’ta gömülü bulunduğu konusunda muhtelif söylentiler vardır. Erzincan’ın Aşağı Ula köyündeki bir kümbete halk  Behram Şah Kümbeti demektedir…” şeklinde bir ifade kullanır. Bkz. A.g.e., s.55.

[3] Ruhi Kara, Erzincan Efsaneleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara 1993, s.52-53.

[4] Ruhi Kara, a.g.e., s.52

[5] Kutlu Özen, Divriği Yöresinde Ziyaretler Yoluyla  Çocuk Sahibi Olma İnancı ve Diğer Uygulamalar, Türk Folkloru, Sayı:18, Ocak 1981, s.

Divriği Kedileri

Fatma PEKŞEN-Kutlu ÖZEN

Evliya Çelebi’den bu yana ‘Divriği Kedisi/Kedileri’ üzerinde duran olmadı. Daha çok Ankara Kedisi, Van Kedisi üzerinde duruldu. Halbuki Evliya Çelebi 1640-1650’li yıllarda  Erdebil vilayetinde satılan Divriği kedilerinden bahsediyordu. Yine aynı yıllarda Trabzon ve Sinop kedilerinden de bahsetmekteydi. Henüz o tarihlerde Ankara ve  Van kedileri Evliya Çelebi’nin dikkatini çekmemişti. Benim çocukluğumda her evin fare tutan cins kedileri  vardı. Hiç unutmam ortaokul yıllarımda  (1951-1955)  Divriği Halk Kitaplığı Müdürü  olan Süruri  dayı  kedi meraklısıydı.  Bizden çok sevimli kedi yavruları getirmemizi isterdi. Biz de kitap okuma karşılığında kedi yavruları getirirdik. Sevimli kediler kitap dolapları arasında miyavlayarak gezerlerdi  Dayı ölünce kedilere sahip çıkan olmadı. Onlar da birer ikişer dükkanların arasına dağıldılar.

Evliya Çelebinin bahsettiği kediler daha çok sarı, kahverengi, siyah, portakal rengi  tüylere sahipti. Divriği kedilerinde bazen bu renklerin üçü bir arada bulunur. Bazen de süt beyazı veya siyah olmak üzere tek renk hakimdir.

Biz bu yazımızı nesilleri gittikçe tükenen Divriği kedilerini tanıtmak için yazdık

Bugün dünyaca ünlü Kangal köpekleri de  yirmi yıl öncesine kadar  yöresel olarak tanınıyordu. Eğer bir veteriner hekim Kangal köpeklerini tanıtmasaydı kimsenin dikkatin çekmeyecekti. Divriği kedileri de aynı durumdadır. Divriği’nin zengin kültürü içinde Divriği kedilerinin de ayrı bir yeri vardır.

Evliya Çelebi’nin anlattıkları

“ Rum- Arap ve Acem ülkelerinde bu Divriği’deki kediler kadar nazlı sevimli, avcı, edepli kedi bulunmaz.  Gerçi Mısır elvahının, Trabzon’un ve Sinop şehirlerinin kedileri de meşhurdur amma bu Divriği’de yağlı, iri, samur gibi parlak postlu renkli kediler yetişir. Hatta Acem(İran) ülkesinde[1] Erdebil vilayetine hediye götürülerek orda tellallar kafes içinde  başlarında gezdirip büyük pazar yerlerinde ve bedestanda “bir tomuş, iki tomuş diye satarlar. Dellalların ne şekilde bağırıp bir takım kendilerine has sözler söylediklerini “Erdebil” seyahatimizde yazmıştık.

Amma Divriği kadılarının müflis olanları gayet hasistir. Senede kırk-elli adet kediyi insafsızca öldürerek dabaklatıp kış için kürk yaptırıp giyerler. Rusya’nın sincap kürkünden asla fark edilemeyin kırmızı renkli bir kürk olur. [2]

Bu Erdebil’de kedi yaşamadığından faresi çoktur. Erdebil halkının elbiseleri fare derdinden parça parça olmuştur. Onun için bu şehirde kedi para ile satılır. Ayrıca kedi tellalı vardır. Kafes içine koyup, alıp satarlar. Bilhassa Divriği kedisi burada çok değerli olup yüz kuruşa satıldığını gördüm. Amma yine yaşamaz. Dellalları(tellalları)  kedi sattıkları vakit  şu tasarlama beyitleri yüksek sesle söylerler:

Ey talibler merabe

Senuretün sayyade

Müeddebe ve herrabe

Munise  ve tarabe

Suraka değil gamhare 

Fareye vermez çare

Daha bir çok  görülecek şeyleri vardır ama yazmaktan vazgeçildi… [3]

 Günümüzdeki Divriği Kedileri

a. Kedilere takılan adlar: Mestan, Meliki,Maviş, Minnoş,Boncuk, Hanım, Yumak…Bunların dışında herhangi bir ünlünün, sporcunun adı da verilir. Ayrıca “Aysun, Yıldız…gibi bayan adları da verilir.

Sarı renkli ve iri olanlarına  ‘sarman’, Siyah benekli ve çizgileri gri olanlarına ‘tekir’ denilir.

b.Cins Kedi: Eğer eve kedi alınacaksa soyu sopu (Meliki, Tekir, Sarman) araştırılıp ağzının içinde mührü olup olmadığı kontrolden geçip , anasında babasında hırsızlık olup olmadığına dikkat edilir.Hatta yıllarca önce bir akraba evine cins kedi olarak verilenlerden bir tanesi “Bizim evin torunu o; aslı belli, nesli belli” diye rica minnet ama gönül rahatlığı ile istenebilir. (Pekşen)

Kilerlerin sadık bekçiliği görevini gönül rahatlığıyla yapan bu sevimli hayvanların  cins yavrularını isteyen aileye verme işine ’kedinin gelin edilmesi’ denilmektedir.(Divriği’de Mutfak Kültürü)

Bu arada eve öyle sırmalı tahtırevanla  getirildikten sonra , köşe minderlerinin üstünde istirahata çekilen , farelerin tavan aralarında , yük dolaplarında köşe kapmaca oynamalarına izin verilen kedilere  hiç de hoş bakılmaz.  Kedi dediğin cevval olmalı, kulağı kirişte olup  en ufak çıtırtıda  avının üstüne atılabilmelidir.(Pekşen )

Hadis: Divriği yöresinde kedilerle ilgili şöyle bir hadis anlatılır. “ Meliki” denilen siyahlı grili  bir kedi cinsini beslemenin sevap olduğuna inanılır. Bu kedi cinsinin  Hz.Peygamber’in dizinin dibinde uyuduğu ve onun tarafından sevildiği hatta uyandırmaya kıyamadığı için eteğini keserek namaza kalktığı söylenir.

Avcı kedinin bulunduğu evde karafatma, hamam böceği, örümcek, …türü haşere, hele hele yaz aylarının korkulu rüyası akrep bulunmaz. Komşu evlerin tavuklarını, cücüklerini bahçeye sokmaz; Siniye sofraya yanaşmaz. (Hacı Veli Karşıt, Pekşen derlemesi).

Kedilerin dışarı ihtiyacı olunca  kapı dibinde miyavlamasına bakılarak kapı açılır;  geri geldiğinde de kapıya sürtünmesi, tırnaklayarak  miyavlaması hissedilince içeri alınır.

c. Kedilerin davranışları: Kışın soba dibinde güzellik uykusuna yatan; uyandıktan sonra ön patisini  üç kere aşırarak yalanan kedinin bu hareketi misafir geleceğine yorumlanır. Kedinin pıskırması  da  misafire yorulur.  Yine küçük çocukların bacağının arasından bakması, yürüyen çocukların sürünmesi; ocaktaki odunların hırıltılı bir ses çıkararak yanması, çaydan çıkan iri çöpün bardakta yüzmesi…misafir geleceğine işaret eder.

“ Bizim kedimiz dişi idi. Meliki denilen kırçıl renkli, ince yollu, tüyü az olup dökülmediği için makbul sayılan cinstendi. Doğuracağı zaman millet sıraya girerdi. ‘Aman n’olursuz,  bize bi tane yovru veresiz. Sizinkisi çok cins hayvan’…

Bizimkisinin adı yoktu. Babam ‘Gel gızı…Gel gızı’ derdi. O da yanına gelirdi. Gızı, kızım, anlamındaydı.  Avcıydı. Eğer kilerden bir çıtırtı duyarsa oraya siner, şurada yemeğe soğusa bile  oradaki çıtırtının sebebini anlamadan, o sıçanı yakalamadan içeri gelmezdi.

Güz gelip de kızılcıklar oldu muydu, ayazdaki kızılcık ağacımızın yanıbaşında bulunan ayva ağacının dalına siner, gelen kuşları takip ederdi. Eğer olmuş kızılcıkları yemeye yeltenen bir serçe olursa onu kapardı. Hem karının doyurmuş, hem de kızılcıkları kurtarmış… Birinde serçe ile birlikte gölün içine(su birikintisi) düşmüştü.

Eğer yağmur yağdıysa, ayazdaki taşlara basarak narin adımlarla yürürdü. Elin pisikleri(kedileri)  gibi soba kurumuna bulanmaz, pöhrenklerin içinden geçip kara çamura bulanmazdı. 

d. Kedi toprağı: Kediler kış aylarında dışarı çıkmazlardı. Bunlar için evin bir tarafında kedi toprağı hazırlanırdı. Evin köşesindeki çukura ölük( killi toprak) konulurdu. Kedi de ihtiyacını burada görür: evin içini ıslatmazdı, kirletmezdi. Evin hanımları kedi yavrularını buraya alıştırırlardı. Cins kediler asla bu yeri şaşırmaz.

Evin içinde kedi toprağı denilen yere  burnu sürtülerek tuvalet alışkanlığı sağlanan hayvan, kapı arkasında mırıldanarak tuvalet ihtiyacını belirtir. Kedi toprağı zaman zaman değiştirilerek yenisi konur. Yavru ve yetişkin  kediler bu toprağın dışında bir yere pislik etmezler.  Kedi toprağı çocuk ve loğusa için lazım olan, killi bir topraktır.  Bu topraklar Divriği’de ölüklük denilen yerlerden temin olunur. Bu işi meslek edinen öllükçüler vardı. Dıngıl Bekir bu işin uzmanıydı. Eşeği ile öllüklüğa gider, çuvalına doldurduğu ince ölükleri teneke hesabı satardı. Benim Divriği’deki öğrencilik yıllarımda (1946-1956)Bekir Ağa orta yaşlı bir adamdı.

 Benim en küçük çocuğum Divriği’den Sivas’a gelince(1965) öllük bulmakta bayağı zorlandık. Sivas’ta da bu işi meslek edinen höllükçüler/öllükçüler vardı. Zaman zaman “Öllüga…” diye bağırarak dolaşırlardı.Kadınlar bunlardan ölük alırlardı.

e. Pisik deliği: Evin dış kapısının yanında küçük,yuvarlak, bir kedinin geçebileceği büyüklükte hazırlanan bir delik bulunurdu. Kediler bu delikten çıkarak gezinirlerdi. Pisik deliği hayvana verilen değerin bir göstergesidir.

Evi müsait olmayanlar, ahır, samanlık gibi yerlere bu deliklerden koyarlar. Akşam olup kedi içeri girdikten sonra bu delik eski minder, çul çaput gibi şeylerle kapatılır.Tilki, sansar gibi kümes hayvanları zarar görmesin diye. Hatta akşam otururken ev ahalisi  birbirine bu durumu sorar: “Pisiğin deliği kapandı mı, ahır samanlık kapısı kilitlendi mi?..” diye.

f. Kedi çanağı: Kedilere ait özel tabağa/çanağa kedi çanağı denir. Bu bakırcılar tarafından yapılmış olan özel bir eşya olduğu gibi peynir tabağı/mahledür(küçük tabak) gibi bir tabak da olabilir.  Bu tabağa bir daha yemek konulup yenmez. Bu tabak kedilere aittir. Kedinin su içtiği tas da  insanlar tarafından kullanılmaz. Kedinin suya, yemeğe ağzının değmemesine  dikkat edilir. Özellikle çocukların oynaşmasına, ağzını burnunu öpmesine izin verilmez.

          Kedilerin yemeği:  Evin artan  yemekleri; ciğerin/etin artık kısımları verilir.

g Hırsız kedi: Önüne  konulanı yemeyen, yalana yalana karnı şişmiş vaziyette eve gelince bir suç işlediği anlaşılan  kediye hırsız kedi denir.

Buz dolabı olmadığı dönemlerde “süt selesi” altına gizlenen yemeklere hırsızlama dalan kedinin vay haline. … Evin hatununca/hanımınca “Seleyi devirmiş,  tırhıdı yalamış. Kulaklı sahanın dolusu tırhıdı kaldırdım yunduya döktüm: demesi o akşamın hararetli konusu olmaya namzettir artık.(Pekşen)

Çocukluğumdan hatırlarım. Yan komşumuzun oldukça büyük, hırsız bir kedisi vardı. Azıtsan azıtılmaz. Dövmeye kalksan dövülmez. Her gün bir evden “…gilin kedi/pisik cücükleri kaçırdı” yahut “peynire battı” gibi sesler gelirdi. Rahmetli annem “…gilin kedi gene bir yar yıktı…” derdi. Çok yaşlı olan bu kedi ölüp gitti de mahalleli kurtuldu.

h. Kedilerin gırnova gelmesi: Kediler normal yaşantılarında ‘miyav’, Mart ayı gelince gırnov’ diye seslenirler.Kedilerin  evden kaçıp damlarda duvar üstlerinde, saçak uçlarında gezmesine ‘gırnova gitti’ denilir. İşte o zamanda Divriği tabiriyle  ‘elleri yüzleri belürsüz’ gelirler. Tüyleri sim siyah, çamura belenmiş, yüzleri çizilmiş bir halde eve dönerler.

ı. Kedi/pisik yavrusu(yovrusu) :  Bu evcil hayvanlar beş altı tane yavru meydana getirirler. Bazı sokak kedileri de doğurma zamanı gelince müsait buldukları  ahır, samanlık, çatı gibi yerlere  birkaç gün öncesinden gizlice yerleşip  orada doğururlar.  Yanına yaklaşanı  pofurtulu sesler çıkartıp kovarak yanlarından  uzaklaştıran bu sahipsiz  kedilere loğusa zamanlarında  mahelle halkı bakar, karınlarını doyururlar buna rağmen  bu yavrulardan bir ikisi hayatta kalır. Kimisini karga kapar, kimisini yabanıi Bazen da bu yavrular  erkek kediler tarafından yenilir.

i Kedilerin çağrılması:  Divriği’de kediye pisik denir, Kediler “pis, pis ,pis…”ya da “Gel pisi pisi…”, “Güpüs, güpüs, güpüs..diye çağırılır. Bir suç işlediği zaman “Pişt…” diye kovulur.

k. Kedinin azıtılması: Mahallenin küçük çocukları kedinin/kedilerin azıtılması işleminde kullanılırdı.  Kediler evin büyükleri tarafından bir torbaya konulur ve çocuklardan mahallenin uzağına bırakılması  istenirdi. Kediler  çok  kasap dükkanlarının önüne bırakılırdı. Yine kasabanın dışındaki hayvan kesim yerleri de/salakhane kedilerin azıtılma mahalleriydi. Çoğu zaman da yakın köylere bırakılırdı.  Kedilerin yük vagonlarına bırakıldığı da olurdu. Bunlar Çetinkaya ya da Erzincan istikametine yolcu edilirdi. Çetinkaya istasyonuna azıttığımız kedi bir ay sonra evimize gelmişti.

Azıtılan kedilerin yıldızlara bakarak yolunu bulacağına inanılır.

Eğer kedi çoksa, azıtmak icap ediyorsa , gözü açılmadan bir torbaya konulup kır bir yere götürülüp bırakılır. Karga kuş halletsin diye.

Kedi yaşlanınca azıtılmaz.  Yaşlı kedinin azıtılmasına hoş bakılmaz. Uygun bir köşede  öldüğü güne kadar bakılıp beslenir. Komşumuzun sarı, koyu kahverengi ve beyaz renkli kedisi yıllarca o şekilde yaşamıştır. Yaşlı kedilerin  azıtıldığı takdirde evdekilere beddue edeciği inancı mevcuttur.

k. Kedilerin çümdürülmesi: Kediler de senede bir iki kere çümdürülür. Teşine ılık su konulup sabunla yıkanır. Kedi yıkayanların elini kolunu cırmalar.

 l. Kedilerin Süslenmesi: Kadınlar  kedi yavrularına ve kedilere bir takım süslemeler yaparlar. Kedinin boynunun arka kısmına ; yani dille yalayamayacağı yere kına vurup ; kulaklarına püskülden küpe takarlar. Püskül daha çok yavru kedilere  takılır. Püskülün ucunda mavi boncuk bulunmaktadır.

 “Hatta  kimi çok titiz kadınlarca da bal mumu eritilmiş ceviz kabuğunun içine kedinin patilerinin sokulup dondurulduğu tık tıkır gezen bu kedilerin  ayağının/ceviz kabuğu ayakkabısının sık sık silinerek temizlik  sağlandığı söylenmektedir. (Pekşen)

i.Kedi menekşesi: Divriği bahçelerindeki minik mavi çiçekli bir bitkinin adı ‘kedi menekşesi’ dir.Kediler ot yerlerse, başlarının ağrıdığına yorulur.

Kedinin ölümü: Evin kedisi öldüğünde ‘Evin emektarıydı’ denilerek kefenlenip gömülür. Kimilerinden de ‘Pisik ölünce başı kefenlenip öyle gömülür’ denildiğini işittim(Fatma Peşken).

          Kedilere dair hatıralar:  Kedilerin –daha çok yavru kedilerin- topla oynaması sadece kediyi değil; evdekileri de eğlendirmektedir. ‘Eskiden kalaycı dükkanı yıkıldıktan sonra  bakkaliye dükkanı ve marangozluk gibi işler deneyen Büyükbabam  Besnili Veysel Usta’nın tahtadan yaptığı bir top vardı. Ucundaki çiviye  ip bağlar, onu da anneannemin   yattığı karyolanın demirine bağlardı. Anneannemin kedisi  Movuş(Maviş) o tahta topla oynar, sürekli hasta olan sahibini canlandırırdı.’

       Kedilerle ilgili  masallar/söylenceler:

Zurnacı Başı: “Divriği’de hamamcılık yapan bir kişi varmış, Bu adamın da sim siyah bir kedisi varmış. Hamamcı bir gün hamamın kubbesinden bakarken siyah kedinin zurna çalarak hamamın içinde dolaştığını görmüş. Zaten siyah kedi akşam gider, sabahleyin  dönermiş.

 Siyah kedi sabah olunca evine dönmüş. Ev sahibi, sabahleyin kedinin eve geldiğini görünce “ Hoş geldin zurnacı başı “ demiş: ama bu lafı söyledikten sonra siyah kedi bir daha eve gelmemiş. “(Fatma Tugut/Divriği)

Kedinin yemek yemesi:Kedi inanışa göre gözünü yumarak yemek yermiş. Yani verilene şükretmezmiş. Güya köpek dermiş ki ”Sen sıcak evin içinde oturuyorsun, inkar ediyorsun, ben dışarıdayım ve inkarcı değilim. Yemek, kedinin çanağına konulurken besmele çekilir “Yer gök şahidim olsun!…” denilir. Köpeğe söylenmeyen bu söz ile ev sahibi yeri göğü kendisine şahit tutar.

       Kedi ile Köpek Efsanesi:  Kedi ile köpek bir araya geldiklerinde aralarında şöyle bir konuşma geçmiş; kedi:-Ev halkının hepsinin gözü kör olsa da evde ne var ne yok hepsini yesem,demiş.

Bu konuşmaya içerleyen köpek:

-Ev halkı çok kalabalık olsa, her biri bana bir ekmek verse de yesem, demiş.

Bu olaydan anlaşıldığı gibi kedi daima nankör, köpek ise sadık olmuş.[4]

Kedi –Köpek Geçimsizliği: Kedi ile köpek arasındaki geçimsizliğin sebebini halkımız bir efsaneyle açıklamaya çalışmıştır.

Ahirette, hesaplaşma günü geldiğinde kimin kimde hakkı varsa alacaktır. Bu durum sadece insanlar için değil, hayvanlar için de geçerlidir. Hayvanlar, dünyada sahipleri veya başkaları tarafından zulme uğramışlarsa, haklarını aldıktan sonra tekrar toprak olacaklardır.

Aşağıdaki efsanede kedilere, “kör pisik” veya “nankör hayvan”,köpeklere “sadık dost” denilmesinin izahı da olabilmektedir.

Sorguya çekilen bir adamdan bütün hak sahipleri gelip haklarını aldıkları zaman, bir kedi ortaya çıkarak:

-Bu adam dünyadayken benim sahibimdi. Bana hiçbir zaman iyi davranmadı; yemek vermedi. O zaman ağzım dilim yoktu, derdimi anlatamadım; şimdi hakkımı almak istiyorum; gereken cezayı verin, diyecektir.

Bu sırada bir köpek çıkarak:

-Hadi oradan sen de kör pisik(kedi)! Bu adam dünyada iken benim sahibimdi. Yedi kapı dışında olduğum halde beni aç bırakmadı. Sevgisini ve  merhametini benden esirgemedi de evin içinde olduğun halde seni mi aç bıraktı?… diyerek kovalayacaktır.

Yukarıdaki efsaneye dayanarak halkımız, dünyadaki kedi-köpek geçimsizliğini bir nevi erken hesaplaşma olarak görmektedir.[5]


[1] Günümüzde Irak toprakları içerisindedir.

[2] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Üç Dal  Neşriyat, Cilt: 3-4, S.168

[3] Evliya Çelebi, Üçdal Neşriyat,   C:.1-2, s. 594

[4] Kadir Pürlü, Sivas İlbeyli Yöresinden Derlenen Efsaneler, Revak,/98, s .51

[5] Zekeriya Metin, Şarkışla Efsaneleri

Allah’ın Açtığı Sergi

Ağaçların çiçek açtığı bir sokaktan geçiyorum. Aylardan Mayıs, toprak yeşermiş, ağaçlar yapraklanmış, dallar çiçeklenmiş. Böyle bir ortamda Allah’ı düşünüyorum. Yunus yüzlerce yıl önce “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni” demiyor muydu? Dağlar , taşlar, akan ırmaklar, ulu ağaçlar  bize Allah’ı hatırlatmıyor mu? Hiçbir çiçek diğer bir çiçeğe  benzemiyor. Renkleri ayrı, büyüklükleri ayrı, kokuları ayrı, yetiştikleri yerler ayrı…

Karşıdan bir adam geliyor. Yaklaşıp selam veriyorum. Burada bir sergi açılmış, gördün mü? diye. Adamcağız şaşkın şaşkın bana bakıyor, bu adam deli mi? diye. Buradaki sergi Allah’ın sergisi diyorum. Yerde bir bozuk para görseniz farkına varır, eğilip alırsınız. Bu güzelliklerin farkında değilsiniz. Görmüyor musunuz? Bu sokaktan  gözlerinizi yumarak mı geçtiniz?

Eskiden duvarlara naif resimler asılırdı. Bulutlu bir gökyüzü, henüz karları erimemiş  yüksek dağ tepeleri, durgun akan bir ırmak, ördekler ve kazlar, yamaçlarda yayılan kuzular ve diğerleri.

İnsanoğlu çok tuhaf. Tabiatın güzelliğini görmüyor da suluboya bir tabloyu beğeniyor. Saksıya çiçek dikmiyor da  yapma çiçek ile yetiniyor.