Ceviz Mevsimi
Ekim ayının gelmesini iple çekerdik. Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda Divriği yem yeşildi. Hemen her evin küçükte olsa yeşil bir bahçesi vardı. Bahçe sahipleri bahçelerine dut, kayısı, erik, elma, ayva, kızılcık, ceviz gibi şeyler dikerlerdi.
Cevizler okulların açıldığı sıralarda yeşil kabuklarından dışarı çıkarlardı. Bunların da kendilerine göre adları vardı. Örneğin : “Arıtsak” cevizi kalın kabukluydu. Ceviz dövüştürürken çabuk kırılmasın diye Arıtsak cevizi tercih edilirdi. Bir de çok ince kabuklu, beyaz tenli ve çok lezzetli cevizler vardı. Pestile sarılarak yenilirdi. Bunlar yağlı cevizlerdi.Ceviz dövüştürenler iki cevizi avuç içine alıp kırmaya çalışırlardı. Kırmadan önce “Ceviz dövüştüren, küsülü barıştıran” diye rakip oyuncuya bağırırlardı. Kimin kabuğu kırılmışsa hemen oracıkta yerlerdi.
Rahmetli Tahsin Dayım, oğlu Ali ile bizi ceviz ağaçlarının bol olduğu yazlık evlerine davet ederlerdi. Ceviz çarpmak/çırpmak ihtisas /tecrübe gerektirirdi. Cevizlerin uzaklara gitmesine dikkat edilirdi. Çırpılan cevizler bahçede bırakılırdı. Hepsi toplanmazdı, hepsi eve götürülmezdi. Komşular için komşuluk hakkı, çocuklar için göz hakkı bırakılırdı. Bahçe sahipleri bahçeden çıktıktan sonra mahallenin çocukları gazellerin altını elleriyle eşelerlerdi. Neşe içinde bulduklarını ceplerine indirirlerdi. Cepleri torba gibi şişen çocuklar kimseye vermemek için ceviz toplayanların çekilmesini beklerlerdi. Bazen hakkına razı olmayan çocuklar mızıkçılık ederlerdi.
Beyzedeli’nin Süleyman Efendi bahçesine her yıl ceviz ağacı dikerdi. O tarihlerde ceviz dikmek pek alışılmış değildi. Süleyman Efendi’ye niçin ceviz dikiyorsun da elma armut dikmiyorsun, derlerdi. O da babasından duyduğu bir hadisi söylerdi: “ Ceviz dikiniz…!Hz. Peygamber, bu hadisi ile ceviz dikmeyi teşvik etmiştir.
Hark suyunun bol olduğu yıllarda herkes bahçesine ceviz dikerdi. Susuzluk yüzünden ceviz ağaçları zamanla kurudu gitti. Asırlık ağaçlar yakacak olarak satıldı. Yenisi de dikilmedi.
Ceviz ağaçlarının kıymeti yakın zamanlara kadar bilinmedi.
Armut Ağacı
Benim çocukluk yıllarımda her evin küçük de olsa bir bahçesi vardı. Aşık Gilin Bahçe, Pos Bıyık’ın bahçesi, Tevrüzlü’nün Bahçe, Mulla Gilin Bahçe,..ve diğerleri.
Bizim evin de küçük bir bahçesi vardı. Kızılcık, dut, erik, kayısı, elma gibi ağaçları babam ve bizden önce gelenler dikmişti. Ağaç sayısı az fakat bereketliydi. Rahmetli annem mevsimi geldiğinde bunları komşulara gönderirdi. Bazen de komşular bahçemize gelirlerdi. Dutları sallarlar, dökülenlerin altına bir bez sererlerdi. Topladıkları dutları vakit geçmeden bakır kazanlarda pişirirlerdi. Bunlardan pekmez, pestil, kesme gibi yiyecekler yaparlardı,
Armut, elma vişne…böyle değildi. Mutlaka elle toplanırdı. Ağacın en yüksek dalına çıkmak kolay değildi. Zaten ilkin alt dallardaki meyveler toplanır, sonra üst dallara geçilirdi.
Biz çocuklar meyvelerin olgunlaşmasını beklerdik. Dallarından kopardığımız meyveleri ceplerimizde saklardık. Annelerimizin kızmasına, bağırmasına aldırmazdık.
Bahçemizin bitişiğinde asırlık armut ağaçları vardı. Küp Düşen adını verdiğimiz bu armutlar yumuşaktı ve şekerliydi. Herkesin iştahını çekerdi. Bu armut Tırhik armudu gibi küçük, ekşi ve sert kabuklu değildi. Mahallenin takma dişli ihtiyarları küp düşen armutlarından yerlerdi. Yüzlerce ağacın içinde sarı kabuklu bu armut uzaklardan seçilirdi.
Biz çocukların komşu bahçeleri kontrol etmesi günlük işlerdendi. Fazla şamata etmeden bir arkadaşımızı gözcü eder, diğerini ağaçlara çıkarırdık. Daha sonra alacağımızı alır, sessizce bahçeden uzaklaşırdık. Hırsızlık yapmak için kadınların yemek pişirdiği saatleri seçerdik. Zaten evin erkekleri sabah namazından sonra çarşıya, tarlaya, bahçeye giderlerdi.
Bir gün arkadaşlarımdan birini yanıma alarak komşu bahçelerden birine girdim. Arkadaşım gözcülük etti, ben de armutları acele ederek topladım. Tam ağaçtan inecektim ki komşu kadınlar ağacın dibine geldiler.İç (bad)yapıp yiyeceklerdi Arkadaşım güya bana yardım edecekti. Kadınları görünce beni bırakıp kaçtı. Benim ağaçtan inmem lazımdı. Ceplerim armutla dolmuştu Kaçacağım ama kaçamıyorum. İlk önce beni fark etmediler. Sonra içlerinden biri beni görünce bağırmaya başladı. Bir yaygara koptu ki Allah yardım etsin. Ağacın altındaki kadınlara “buradan kaçın kaçmazsanız üstünüze işerim” dedim. Onlar biraz çekilince kendimi aşağı attım….
Kadınlar yaygaralarına devam ediyorlardı. Ben bahçeden uzaklaştım. Gözcülük yapan arkadaşım yakalanacağımı sanarak tir tir titriyordu.
Dut kuşları
Bunu yazarken aklıma Sait Faik’in “Son Kuşlar” adlı hikayesi geldi. Bu hikayeden çok etkilenmiştim.
Benim çocukluğumda da dutların olgunlaşma zamanı her yıl Divriği’ye “ dut kuşları” gelirdi. Birkaç tane değil, yüzlere kuş. Bir ağaçtan kalkar, başka bir ağaca konardı. Kara kara, serçeden büyük cıvıl cıvıl öten sığırcık kuşları. Biz Divriği’de bu kuşlara dut kuşu derdik.
Sabahın erken saatlerinde gelen kuşlar büyük bir çabuklukla olgunlaşmış dutları yer, kaba kuşlukta bahçeleri terk ederlerdi. Biz de elimize bir teneke alır çıkardığımız gürültüyle kuşları kaçırmaya, kovalamaya çalışırdık…. Biz çocukların görevi kuşları kaçırmaktı. Bizim şamatamıza diğer bahçeler de katılırdı. Gücümüz yettiğince tenekelere vurur, kuşların bölgemizden uzaklaşmasına çalışırdık.
Kuşları kovalamak yıllarca sürdü. Daha sonra dut ağaçları bakımsızlıktan kurumaya başladı. O simsiyah sevimli kuşlar bahçelerimize gelmez oldu.
Dutla beraber mutfağımızdaki geleneksel tatlılar da azaldı. Pekmez, pestil, kesme gibi yiyecekler yapılmaz oldu.
Bizim çocukluğumuz yazdan kuruttuğumuz meyveleri yemekle geçerdi. Bembeyaz ince kabuklu cevizler artık sofralarımızı süslemiyor. Kayısıdan yaptığımız reçeller birer hatıra oldu.
Zaman zaman Divriği’ye gittiğimde iç çekiyorum. Bakımsız bahçeler, kurumuş ağaçlar rüyalarımızı süslemiyor. Marketlerde satılan kayısı kuruları, erik kuruları, dut kuruları lezzet vermiyor.
Bütün bu güzellikler yirmi otuz yıl içinde kayboldu gitti. Biz çocukluğumuzda komşu evlerin bahçelerine girerdik. Kendi bahçemizde olduğu halde , komşularımızın bahçesine girmek bize heyecan verirdi. Şimdi girilecek bahçe bile kalmadı. Geçen yıl bahçede oturuyordum; birkaç çocuk bahçe duvarından atladı ağaçlara baktı, sonra da dönüp gitti. Arkalarından seslendim: -Sevgili çocuklar ağaçlarda meyve olmadığı için üzgünüm. İnşallah önümüzdeki yıl bol bol yersiniz.