Bu fıkrayı Sevgili kardeşim Huysuz Necdet anlatmıştı. Aslında bu fıkra Zaraya ait değildir, Sivas’ın her yerinde anlatılır.
Bir tarihte İmranlı, Zara ve Hafik üçgeninde susuz bir yaz yaşanır. Yapılacak başka bir şey olmadığı için köylüler büyük bir dayanışma içinde yağmur duasına çıkarlar. Hoca Efendi kardeşim yağmur duasına ait bütün ritüelleri yerine getirir. Hava kararır, bulutlar çoğalır; fakat bir damla yağmur düşmez. Ertesi hafta, onu takip eden diğer haftalar yağmur duası ile geçer…Mümkün(olanaklı) değil, kurban kesseler de, ekmek dökseler de bir türlü yağmuru yağdıramazlar
Her köyde bir aklı erik bulunur ya bu köyün aklı eriği de köylülere yol göstermiş: “Köyün en temiz insanını çağırdık fakat bir damla yağmur yağmadı. Bir de ayyaş Hüsük(Hüseyin)’ü sesleyelim. Allah’ın işi belli olmaz, bir bakmışsın ki Hüsük’ün duası kabul olmuş; dua değil mi masrafsız bir şey…
Tepeden inmişler, Hüsük’ün kapısını çalmışlar. Hüsük çapaklı gözleri ile kapının önüne çıkmış, o tarihe kadar adam yerine konmayan Hüsük, “Bunlar da nerden çıktı” diye düşünmüş…”Hayır ola efendiler, sabah sabah beni çağırmak nereden çıktı” diye sormuş. Onlar da haftalardır yağmur yağmıyor, Allah ağzı dualı ihtiyarların ve masum çocukların duasını kabul etmedi, belki seninkini kabul eder demişler.
Hüsük havaya girmiş, “Tepeye çıkmak için palanlı bir eşek hazırlanmasını istemiş. “Emrin olur” demişler. Yağmur duasına gelenler Hüsük’ün arkasına düşmüşler.
Tepeye gelince Hüsük elini kaldırıp Allah’a dua etmiş. Dua eder etmez gökyüzünü kara kara bulutlar kaplamış. Köylüler ıslanmamak için köye doğru koşmaya başlamışlar…Köy halkı “Aman Hüsük efendi daha çok yağmasın, ekinlerimiz sele gidecek, diye yalvarmışlar. Hüsük de böbürlene böbürlene
İsterseniz bir de kar attırayım: mı, diye hava basınca, köylüler “ Aman Hüsük efendi bize yağmur yeter, başka bir zaman da kar yağdırırsın, demişler.