Bizim gençliğimizde öğrenci yurtları yoktu. Sivas’ın dışından gelenler bütçelerine göre bir ev tutarlar, Haziran başında evlerine giderlerdi. Yatılı okuyanlar biraz daha şanslı idi. Hiç olmazsa yemekleri pişer, çamaşırları yıkanır, kışın soba derdinden kurtulurlardı.
Arkadaşlarım Sanat Okulu’na yakın yerlerden ev tutarlardı. Evler ahşaptı, çatılardan su sızardı. Soğuk girmesin diye camlara gazete kağıdı yapıştırırdık.
Yiyeceklerimizi Sivas’a gelirken trenle getirirdik. 1960 lı yıllarda Sivas’ın bir çok ilçesine otobüs gitmiyordu. Minibüs henüz icat edilmemişti. Halk ne bulursa, onunla seyahat ederdi. Kamyona binmek ayrıcalıktı. Traktör daha çok köy yollarında kullanılırdı. Ben kağnıların buğday taşımasına şahit oldum. Sabahın erken saatlerinde kağnılar gelirdi. Yüklerini buğday pazarına boşaltırlardı.
Biz ulaşım bakımından çok şanslıydık. 1930’lu yıllarda Divriği’ye tren gelmişti. Vagonlar dolu olsa da bizi sekiz saate Sivas’a götürüyordu.
Biz beş arkadaş “Tavşan Bayırı’na yakın bir yerde oturuyorduk. Paramız olsa bile bekara yer vermiyorlardı. Bu yüzden derme çatma yerlerde kalıyorduk. Sivas’ın kenar mahallelerinde ahırlar vardı; çok fakir öğrenciler de buralarda kalıyordu.
Yemek pişirmek, bulaşık yıkamak her gün birimize düşüyordu. Bazen analarımız geliyordu, bazen da kardeşlerimiz yardım ediyordu.
Gurbete ilk çıkan öğrenciler kısa zamanda bunalıma giriyorlardı. Yataklarından erken kalkanlar, sayıklayanlar, horlayanlar bir odada kalıyordu. Bizim arkadaşlar bu fırsatı kaçırmıyorlardı.
Hele uyur gezer bir arkadaşımız vardı ki sayıklaya sayıklaya gezinirdi. Biz de uyandırmaya kıyamazdık. Varsın sayıklasın derdik.
Bir gün muzip arkadaşlarımızdan biri uyur gezer Sami’yi yatağından kaldırmış. Yanına bir arkadaş daha almış odada dolaştırıyor. Sami yataktan kaldırmış, koluna girmiş eşiğe gelince “oğlum Sami, eşiğe geldik, ayağını kaldır Bismillah de”. Sami de odada her gezindiğinde sanki eşik varmış gibi ayağını kaldırıp Bismillah diyor, yine dolaşmaya devam ediyordu. Sami’yi gezdirenler yorulunca betonun üzerine getiriyorlar, ayakları taşa basan Sami soğuk zeminde kendine geliyordu. Uyanır uyanmaz kendisini gezdirenlere kızıyor, bağırıp çağırıyordu.
Daha sonraki günlerde canımız sıkıldıkça Sami’yi odanın içinde dolaştırırdık. “Oğlum Sami, eşiğe geldik, ayağını kaldır” diye kulağına fısıldardık.