Bunu yazarken aklıma Sait Faik’in “Son Kuşlar” adlı hikayesi geldi. Bu hikayeden çok etkilenmiştim.
Benim çocukluğumda da dutların olgunlaşma zamanı her yıl Divriği’ye “dut kuşları” gelirdi. Birkaç tane değil, yüzlere kuş. Bir ağaçtan kalkar, başka bir ağaca konardı. Kara kara, serçeden büyük cıvıl cıvıl öten sığırcık kuşları. Biz Divriği’de bu kuşlara dut kuşu derdik.
Sabahın erken saatlerinde gelen kuşlar büyük bir çabuklukla olgunlaşmış dutları yer, kaba kuşlukta bahçeleri terk ederlerdi. Biz de elimize bir teneke alır çıkardığımız gürültüyle kuşları kaçırmaya, kovalamaya çalışırdık…. Biz çocukların görevi kuşları kaçırmaktı. Bizim şamatamıza diğer bahçeler de katılırdı. Gücümüz yettiğince tenekelere vurur, kuşların bölgemizden uzaklaşmasına çalışırdık.
Kuşları kovalamak yıllarca sürdü. Daha sonra dut ağaçları bakımsızlıktan kurumaya başladı. O simsiyah sevimli kuşlar bahçelerimize gelmez oldu.
Dutla beraber mutfağımızdaki geleneksel tatlılar da azaldı. Pekmez, pestil, kesme gibi yiyecekler yapılmaz oldu.
Bizim çocukluğumuz yazdan kuruttuğumuz meyveleri yemekle geçerdi. Bembeyaz ince kabuklu cevizler artık sofralarımızı süslemiyor. Kayısıdan yaptığımız reçeller birer hatıra oldu.
Zaman zaman Divriği’ye gittiğimde iç çekiyorum. Bakımsız bahçeler, kurumuş ağaçlar rüyalarımızı süslemiyor. Marketlerde satılan kayısı kuruları, erik kuruları, dut kuruları lezzet vermiyor.
Bütün bu güzellikler yirmi otuz yıl içinde kayboldu gitti. Biz çocukluğumuzda komşu evlerin bahçelerine girerdik. Kendi bahçemizde olduğu halde, komşularımızın bahçesine girmek bize heyecan verirdi. Şimdi girilecek bahçe bile kalmadı. Geçen yıl bahçede oturuyordum; birkaç çocuk bahçe duvarından atladı ağaçlara baktı, sonra da dönüp gitti. Arkalarından seslendim:
-Sevgili çocuklar ağaçlarda meyve olmadığı için üzgünüm. İnşallah önümüzdeki yıl bol bol yersiniz. …