Dr. Kutlu ÖZEN ile ilgili Hatıralarım (Dr. Doğan KAYA)

CUMA NAMAZI

1980’lı yılların son seneleri. Cumhuriyet Üniversitesi yerleşkesinde henüz bir cami ve cami imamı yoktu. Namazları Sivas Müftülüğünden gelen bir memur kıldırıyordu. Cuma namazlarını işçilerin önceden kullandıkları barakada kılıyorduk. Bir ev gibi olan barakanın salon ve arka taraflarda odaları vardı. İmam, heyecanlı biri idi. Konunun durumuna göre kimi zaman sesini çok yükseltiyor, kimi zaman kısık sesle hitap ediyordu.

Namaza başlanacağı zaman elektrikler kesildi. Ben imamın bulunduğu yerde yani salon kısmındaydım. İmam; -daha geride olanların duyması için-  ara bölmelerden birisinin tekbir getirmesini istedi. Meğer bu bölümde Kutlu Hoca varmış. Yanındakilere “Ben tekbir getireyim.” demiş. İmam namaza başladı. Fatihayı okudu, zamm-ı sureye geçti. Ancak bu sureyi biraz uzun okudu. Bir ara sure içinde “Allahü” ibaresini okurken, Kutlu Hoca imam tekbir getirdi zannederek “Allahüekber” demiş. Tabi, etraftaki cemaat rukua eğilmiş. O sırada yanında bulunan ve surenin henüz bitmediğini bilen Bilal Yücel gayr-ı ihtiyarı “Çıı” demiş. Kutlu Hoca rükua eğilmiş vaziyette iken, Bilal Hoca’ya “Değil mi yav!” demiş. O sırada imam gerçekten “Allahüekber “demiş. Cemaatin bir kısmı rükûa gitmiş, daha önce rükûa gidenler doğrulmuş. Hülasa, karışık bir durum. Neyse herkes kendince namazı tamamlamış.

Namaz sonrası dışarıda ben Kutlu Hoca’yı gördüm. Tabi geride olup bitenlerden haberim yok.

-Allah kabul etsin hoca!” dedim.

-Sizinkini bilmem ama bizimkini zor kabul eder, dedi.

RAMAZAN AYINDA İMTİHAN

Sanırım sene 1985 idi. Ramazan ayında idik. Kutlu Hoca, sosyoloji bölümünde arasınav yapıyor. Öğrencinin birisi densizlik edip;

-Hocam! Sigara içebilir miyiz, demiş.

Kapalı mekân, ramazan ayı ve bu sözü hocasına karşı söyleyen bir öğrenci…

O vakitler otobüslerde sigara içiliyordu. Kutlu Hoca, kıvrak zekâsıyla, öğrenciye hak ettiği cevabı verir.

-Otur lan! Burası Divriği otobüsü mü?

HAC ORGANİZATÖRÜ

Sene 1998. Gazimagosa’da Kıbrıs Araştırmaları Kongresindeyiz. Salon hemen hemen dolu durumda. Kutlu Hoca’nın bildirisini dinleyeceğiz. Hoca’nın bildirisinin konusu Larnaka’da yatmakta olan Hala Sultan. Kutlu Hoca, bildirisini okudu. Güzel, seviyeli bir bildiri idi. Başkan, bu bildiriye katkısı yahut bildiriyle ilgili olarak sorusu olanın olup olmadığını sordu. En önde oturan bir profesör, isminin başında (Doç. Dr.) yahut (Prof. Dr.) yazılı olmayan Kutlu Özen’i gözüne kestirmiş olmalı ki sıkıştırmaya çalıştı. Söz istedi ve dedi ki:

-Türkiye’de Hacc’a gidenler, gitmeden önce İstanbul’da Eyüp Sultan, Konya’da Mevlânâ, Şanlıurfa’da Halil İbrahim hazretlerini ziyaret ederler. Sayın konuşmacıdan öğrenmek istediğim, acaba Kıbrıs’ta Hacc’a gidenler Hala Sultan’ı ziyaret ediyorlar mı?

Belli ki Kıbrıs’ta bu uygulamanın olup olmadığından bi haber olan Kutlu Hoca’yı sıkıştırmaya ve salondakilerin gözünde küçük düşürmeye çalışıyordu. Hazır cevaplığıyla ve pratik zekâsıyla tanıdığımız Kutlu Hoca, hiç altta kalır mı? Kimsenin beklemediği bir cevap verdi.

-Ben ne bileyim; ben, Hac organizatörü müyüm?

Hocaya düşen, süklüm-büklüm salondan çıkmak oldu.

ZİLE HATIRASI 1

Kutlu Hoca, nev-i şahsına münhasır bir şahsiyettir. Davranış ve sözlerinde yapmacıklık yoktur. İçinde ne varsa, dilinde de o vardır. Gizlisi-saklısı yoktur. Lafı dolandırmaz, gönlünden geldiği gibi konuşur. Buna bir örnek olarak Zile’deki bir hatıramı nakledeceğim.

Zile Belediye Başkanlığı’nca 09-12 Ekim 2008 günlerinde Zile’de yapılan “Tarihi ve Kültürüyle Zile Sempozyumu”nda bir oturum sırasında başkan, sunulan bir bildiri sonrasında sayın konuşmacıya bir sorusu olanın olup olmadığı sordu. Salon tıklım tıklım dolu. Kutlu Hoca, yanımda oturuyordu. Elini kaldırdı, söz istedi. Başkan söz verdi. Kutlu Hoca söze başladı:

-Hepinizi saygılarımla, selâmlarımla…

dedi bekledi. Çünkü cümlenin yüklemini kullanmıştı. Kendince yüklem aradı bulamadı, bir müddet sonra;

-Şeeederim, dedi.

ZİLE HATIRASI 2

Yine aynı sempozyumdayız. Kürsüde altı konuşmacı sırayla oturmuş durumda. Kutlu Hoca, Alevî-Bektaşî inancında önemli yeri olan Kırklar meclisinden söz etti. Bilindiği gibi bu mecliste bir üzüm (engür) tanesiyle hazır bulunan kırk kişi tek tek nasiplenir. Kutlu Hoca, bunları söyledikten sonra, sıra başında bulunan ve meseleye reel açıdan bakan bir bayan konuşmacı, müdahil oldu.

-Hiç öyle şey olur mu? Bir üzüm tanesi kırk kişiye yeter mi, demek cehaletinde bulundu.

Kutlu Hoca, yine onun anlamayacağı bir dilden cevap verdi:

-Kırklardan birisi olsaydın inanırdın.

YÜZYIL

Sene 1996. Kutlu Hoca, senelerce üzerinde çalıştığı kitabını (Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri) bitirmiş son kontrollerini yapıyordu. Kitap o gece baskıya girecekti. Aynı gün Sivas’taki Dilek Matbaasına gittim. Beni görünce sevindi.

-Ooo! Hoş geldin hoca, dedi bana, İyi ki geldin şunu bir de sen kontrol et.

Hocayı iyi tanıyorum; ilgilenmesem alınacak. Oturdum sandalyeye bilgi sayarda kontrol etmeye başladım. Kitapta “yy” kısaltmaları dikkatimi çekti.

-Hoca! “Yy” yerine niye yüzyıl yazmadın? Üstelik kitapta kısaltmalar sayfası da koymamışsın, dedim. Bunun sayısı çok mu?

-Çok olmaz mı 150-200 kadar var, dedi.

-Bunları (yüzyıl) şeklinde yazmak lâzım, dedim.

-Aslanım onu anlamayacak ne var. “Yüzyıl” olduğunu herkes bilir, dedi.

Benim de o günler, bilgisayarla yeni tanıştığım zamanlar.

-Dur düzelteyim, dedim.

(Bul-Değiştir) komutuyla (yy) yazılı olan tüm yerleri (yüzyıl) olarak değiştirdim.

-Benim işim var, ben gidiyorum, deyip matbaadan ayrıldım.

Ertesi gün yine matbaaya gittim. Kutlu Hoca, yine bir köşede bilgisayarla meşguldü. Beni görünce, haykırdı.

-Gelme lan soytarı. Başıma ne işler açtın.

Meğer (yy) leri (yüzyıl) yaparken hesap etmediğim bir durum varmış. Düzeltme yapayım derken, Seyyit, Tayyip, Müseyyep, kayyum gibi kelimelerdeki (yy) yazılımlarını bozmuşum. Bu ve buna benzer kelimeler Seyüzyılit, Tayüzyılip, Müseyüzyılep, kayüzyılum haline dönüşmüş.

Ne oldu derseniz, o gün baskıya girecek kitap, bir hafta sonra basıldı.