Biraz da Kil Ye

Bu  fıkrayı  Necdet Muslu anlatmıştı. Garibanın biri  köyünden kalkıp Zara’ya gelir. Kenar mahallenin birinde bakkal dükkanı açar.

O tarihlerde bakkal dükkânlarında iğneden ipliğe her şey satılırdı. Sabun, kil, katran, nebati yağ, çökelek, peynir, yoğurt, pekmez, gazyağı, lamba, kibrit, Tokat yazması, Zara çarığı, tırpan, orak, çekiç, büyüklü küçüklü bakır tabaklar, bulgur kazanları, çuvallara konulmuş mercimek vs. dediğim gibi bu dükkanlarda her şey bulunurdu. Tutucu yerlerde rakı, şarap, bira gibi şeyler tezgah altında saklanırdı.

O yıllarda bakkal dükkanları market gibiydi. Mahalleli alış verişini mahalle bakkalından yapardı. Mahalle pazarları bakkal ve manavlara göre daha hesaplıydı. Seçme ve pazarlık yapma imkanınız vardı.

Mahallenin iti, kopuğu, dayısı çakalı güneş battıktan sonra piyasaya çıkarlardı. Bunlar leblebi, fındık fıstık gibi çerez nevinden şeylere para vermezlerdi. Çuvallara doldurulmuş olan çerezleri babalarının malı gibi yerlerdi.  Karşı çıkacak olsan çuvallardaki malzemelerin hepsi de giderdi. Bakkal “ya sabır çeker” dururdu.

Hele bunlardan biri vardı ki canı sıkıldıkça Ömer Efendinin dükkanına uğrar, cam kavanozlara konulmuş olan fındık, fıstık gibi şeyleri atıştırıp dururdu. Soranlara da “Ben deliyim, ne yediğimi bilmiyorum” diye cevap verirdi.

Bir gün Ömer Efendi’nin sabrı taşmış olacak ki serseriyi  kulağından tutup dışarı attı.  Serseri mahalle bakkalına “Ömer Emmi ben deliyim ne yaptığımı bilmiyorum”  diye söylendi. Ömer Emmi de “Ulan eşşoğlu eşek, madem delisin biraz da kil yesene”, diye bağırdı. Ağlar mısın, güler misin?  Serseri bu olaydan sonra mahalleyi terk etmek zorunda kaldı.