Takunya, tıktık ve nalınlar

 Takunya: Nalın gibi odundan oyulmuş ve üstüne sadece ayağı tutacak köseleden bir tasma çakılmış  basit bir ayakkabıdır; fakat nalından farklıcadır. Farkı da yalnız ondan alçak oluşu değildir. Takunyanın 3-4 parmak yüksekliğinde, tıpkı kundura ökçesi gibi ökçesi vardır ve taban kısmı da  içi dolu bir kaşık şekline benzer.[1]

 Müjgan Üçer’in tespitlerine göre “Sivas’ta on-on beş sene önce(1960) öncesine kadar takunya pek fazla kullanılırdı. Evlerin dışında, avlularda, bahçelerde ve çeşmeye giderken takunya giyilirdi. Şimdi yıkılmış olan(1973) takunyacı dükkanları/tıhtıhçılar yakın zamana kadar çarşıda ayrı bir yerde idiler.”[2]

R.Ekrem Koçu da takunyanın giyildiği yerler hakkında şu bilgiyi vermektedir:

Evlerde zemini taş döşeli mutfaklarda  ve bahçeye çıkarken giyilir. Alaturka ayak yollarında da  bazen nalın yerine takunya konulurdu.

Büyük şehirlerde, bilhassa  İstanbul’a kadın, erkek ve çocuk avam tarafından  sokakta giyilmiştir. Mahalle karıları, kızları sokakta  takunyalarına kıvrak  bir tıkırtı verdirerek dolaşırlardı. Çeşmelerden su almaya, hemen istisnasız  takunya ile ve takunyayı çıplak ayakla giyerek gidilirdi.

Yakın geçmişe kadar çarşılarda dükkanlar sokak yüzünden daima yüksekçe yapılır; dükkana bir iki basamak merdivenle çıkılırdı. Bütün esnaf çırakları her sabah dükkana gelince papuçlarını çıkarırlar, dükkan içinde yalın ayak hizmet eder, sokağa çıkmak gerektiğinde ayaklarına takunya giyerlerdi.

Eski sibyan mekteplerine(ilk okullara) dar gelirli ailelerin çocukları takunyalarıyla giderlerdi.

Zamanımızda gemi ateşçileri, fırın işçileri don paça, yalın ayak ve ayaklarında takunya ile çalışır.

Camilerimizde abdest alacak kimseler için yeteri  kadar takunya bulundurulur.

Takunyacılıkta son zamanlarda(1967) hasis bir kazanç duygusu ile kösele tasmalar yerine hurda otomobil ve kamyon dış lastiklerinden kesilmiş tasmalar konmaya başlanmıştır. Çirkin düşmüş yeniliktir.[3]

Takunya yapımı: Müjgan Üçer bu konuda şöyle demektedir: “Eskiden takunya yapımında dayanıklılığı nedeniyle gürgen kullanılmaktaydı. Dut ve ceviz ağacından da iyi takunya yapılırdı; lakin bunlar zor bulunduklarından pahalı idiler. Bu ağaçlardan başka cins ağaçtan takunya biçilmezdi; çünkü başka cins ağaçlar düzleşir, takunyanın topuk ve ökçesi kaybolurdu.

Gürgenler köylüler tarafından baltayla yarılarak ve kağnılara yüklenerek Sivas’a getirilirdi. En fazla Yıldızeli’nin Demirözü  köyünden gelen gürgenler kullanılmaktaydı.[4]

  Sivas İl Yıllığı’nda ise şu ifadeler yer almaktadır: “ Sivas’ta takunyacılıkla iştigal eden 6 adet dükkan mevcut olup, bunlar senede vasati 18.000  çift takunya imal ederler. Kayın ağacından imal edilen bu sanatın ham maddesi Tokat Devlet Orman İşletmelerinden temin edilmektedir.”[5]

Müjgan Üçer’in tespitlerine göre “ağacın büyüklüğüne göre kesilmiş 2.5-3 m. boyunda , 20-100 cm. genişliğinde kalınlıkları, 8 veya 12 cm. ye varan lotalar/latalardan bir kağnı  ancak dört veya beş tane taşıyabilirdi.  Altmış sene önceleri(1910)  bu şekilde Sivas’a getirilen lotaların tanesi, tahtanın genişliğine göre bir veya üç mecidiye arasında değişmekteydi. Ağaççı denilen kimseler tarafından satın alınan bu tahtalar bir takunya kalınlığında hiç ziyan edilmeden ve usta ayakta olduğu halde biçilirdi. Gürgeni kalınlığına biçmek çok zor ve o devirlerde makine olmadığından biçme işlemi fazla yorar ve maharet isterdi.

Ağaç, kuzey ağacı ve kurumuş ise adeta bıçkı ile dişleşir, ustayı çok yorardı. Yaş gürgen ve güney ağaçları nispeten kolay biçilirdi.  Biçme işleminde kullanılan bıçkının genişliği 1.5-2.5 santim idi ve dişleri testere dişlerinden biraz iriydi. Bir usta günde en fazla kırk çift  takunya biçebilirmiş. Ağaççı usta gürgeni biçerken hiç zayiat vermemek için,  birinci sıra biçmesinde bir takunyanın ayağa gelen yüzeyini biçerken üstteki takunyanın toprağa gelen yüzünü biçmiş olurdu. 

Takunyanın  sağ ve sol ayak için ayrı şekli yoktu ve bir çeşit biçilirdi.  Muntazam biçmek için ağaç önceden endaze(kalıp) ile çizilmekteydi. Kalın latalardan biçilen takunyalar büyük olurdu. Böylece tahtanın verimine göre biçilen parçalara sıfırdan başlayarak 7’ye kadar numara verilirdi. Yedi, en büyük takunya numarasıydı.  Bundan ekseri burnu kapalı tıktıklar yapılırdı. Biçilen parçaların kuş bakışı görünümleri dikdörtgen olup, bunlar üzerine numarasına göre endaze ile çizilerek takunyanın şekli belirtilir, bıçkı ile kesilirdi. Bu işleme çevirme denilmekteydi. Çevirme bıçkısı, biçme bıçkısından dar, testere dişleri büyüklüğünde dişleri olan bir bıçkıydı.  Çevirme işi de biçme işi gibi usta ayakta olmak üzere yapılmaktaydı. Kesilen takunyanın burun ve topuk kısmı ağaç törpüsüyle hafif törpülendikten sonra  çevirme işi bitmiş olurdu.

Takunya  yapımında üçüncü işlem ökçe vurma(ökçe oyma) işi idi. Usta, mindere oturur ve önüne bir kütük alırdı. Kütükte bir oyuk vardı ki biçilirken belirtilmiş topuk bu oyuğa yerleştirilerek özel bir keserle ökçe oyulurdu. Ökçe keserinin ağzı oyuk gibi idi. Keser normal keserlerden biraz ufaktı.  Ökçe vurma, biçmeye göre kolay sayılırdı. Yalnız,  topuğu daire oyabilmek de yine maharet isterdi. O zamanların en iyi ökçe vuranı Halit Usta, adeta pergelle çizilmiş gibi ökçe oyarmış. Biçme işinde de Topal Minas pek mahir imişler.”[6]

“Takunya sayasının  pervazı meşin olup, tasma ortadan dikişli olurdu. Böylece hem küçük derilerden istifade edilerek  bunlar değerlendirilmiş olur, hem de bu dikiş bir pens gibi görev yapıp  takunyanın ayağa intibakını sağlardı. Tasmanın ortasına, dikişin üzerine , pamuk ipliğinden renkli boyanmış küçük bir püskül tespit edilirdi. Saya, takunyaya, ince şerit halinde kesilmiş tenekelerin üzerinden  çivilerle çakılmak suretiyle tespit edilirdi.  Böylece derinin pürüzü örtülür, takunyanın içine renkli elişi kağıdı yapıştırılır, kenar ve topuklar turuncu aşı boyası suda ezilerek boyanır, takunya süslü görünümüyle hazır hale gelirdi.”[7]

Kendisi de bir takunya ustası olan araştırmacı Necdet Buluz, takunya yapımı hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Takunyanın yapılışı emek ve sabır isteyen, zaman alan bir iştir.  Yapılacak takunyaların ölçülerine göre en iyi cins ağaçlardan kalıpları fabrikasyon usulü ile çıkarılır. Ağaç takunya taslakları belirli numaraları taşır. Küçük çocukların giyeceklerinden, iri ayaklıların giyeceklerine kadar her boyu kesilir, daha sonra takunya taslakları iriliğine, ufaklığına göre eşleştirilir. Ayırım yapıldıktan sonra takunyalar sarı renge boyanır ve kurumaya bırakılır.

İyi takunya yapımcıları ağaçlardaki bazı hataları zımpara ve el aletleri ile giderirler ve daha bir şekil verirler. Sonra renk renk elişi kağıtları ile takunyaların üst kısmı kaplanır.  Böylece renkli renkli çeşitli takunyalar belirlenmeye başlar. Bu işlem de tamamlandıktan sonra, sıra takunyanın meşin bağ kısmına gelir. Takunya yapımcıları yine takunyanın iriliğine veya ufaklığına göre daha önceden hazırladıkları ve dikişini yaptıkları bu bağları her iki tarafa çivi ile pekiştirirler.  Bu bağlar, yapımcının zevkine göre değişiklik gösterir, şekillendirilir.  Böylece irili ufaklı takunyalar satışa hazır vaziyete gelmiş olur. Takunya yapımcıları hazırladıkları bu takunyaları dükkanlarına asarak satışını yaparlar. Eskiden arabalarda  da sokak sokak takunya ve nalın satışı yapılırdı.

Sivas’ta eskiden(1976’dan önce) takunya giymek yaygındı. Bilhassa küçük çocukların ayağından düşmezdi bu giyecek. Özellikle yaz aylarında sokak aralarında oynayan hemen hemen her çocuğun ayağında takunyaya rastlamak mümkündü. Ucuz ve dayanıklı oluşu, bilhassa ıslak yerlerde rahatlıkla giyilebilmesi yönünden ilgi gören takunyalar, gerçekten de tarihe karışmaktadır.

Takunya, erkek hamamlarının vazgeçilmez ayakkabısıydı. Erkek hamamlarında hamam demirbaşı olan takunyalar, erkekler tarafından giyilir; hamama takunya ile girilirdi. Daha sonraları gerek erkekler takunya, gerek kadınlar nalın giymemeye başlamıştır. Bütün bunlara rağmen hala geleneği sürdürenlerin olduğu görülmektedir.”[8] (Makalede 2 fotoğraf  vardır)

Tıktık:

Müjgan Üçer, tıktık hakkında şu bilgileri vermektedir: “Rengi sarı veya siyah olan dana veya keçi derisi işlenir, takunyalara saya(tasma) yapılırdı. Takunyacı sayayı elle dikerdi. Sonraları makine ile dikilmeye başlandı. Bazı takunyaların burnu kapalı olurdu ki  bunlara tık tık denirdi.Ekseri mes  üzerine giyilir, yakın bir yere, avluya çıkarken  bugünkü lastik (ayakkabı) vazifesini görmekteydi. Eskiden ekseri burnu kapalı takunyalara(tıktıklara) iri başlı kara çiviler(kabara) çakılırdı. Bir ökçeye beş veya yedi kabara çakılırdı. Altına ise on beş kadar kabara çakılabilirdi. Buzda kaydığından  kabara kışın tercih edilmez, o taktirde buz mıhı tabir edilen iki çivili demir çakılırdı. İsteyen buz mıhını kundurasına da çaktırabiliyordu.”[9]

Ustalar:

Müjgan Üçer, bugün hayatta olmayan takunyacı esnafı hakkında şu bilgileri vermektedir: “Bugün(1973) hayatta olan ve satan tek takunyacı Mehmet Durmaz 74 yaşında. Artık takunya biçmiyor. Sivas’ta zaten bu işi yapanlar kalmamış. Sivas takunyasına benzemeyen ve Tokat’ta biçilen takunyalara diktiği plastik tasmaları çakıyor, öyle satıyor.

Sivas takunyacılığı kaybolan bir zanaattır. Alıcısı yok, emeği çok; çünkü  artık takunya giyilmiyor.  Gayri sıhhi oldukları halde, plastik  ayakkabı ve lastiklere rağbet ediliyor.

Sağ olan takunyacı ustaları Osman Bıçkı ve Kazım Buluz’dan başka, şimdi vefat etmiş yakın zaman takunyacıları Alibaz, İsmail ve Tevfik Efendilerdir. Bu yazının hazırlanmasında  bilgi veren marangoz Kazım Arslan da 1916-17 yıllarında bir ara takunya biçmiş, hatta rekor seviyede, günde yüz çift biçerek bu işten çok para kazandığını söylemiştir.”[10]

Nalın: Odundan(Tahtadan) yontularak yapılmış ve  ayağı tutması için köseeden tasması bulunan, zemini taş döşeli ve hatta ıslak, sulu yerlerde, ayak yolunda ve hamamda giyilen ayakkabı.

Kelimenin aslı, arapça ayakkabı anlamında  “na’l” isminden ikilik ifade eden, yani  bir çift ayakkabı karşılığı “na’leyn”dir. Dilimizde daima nalın denile gelmiş, bazen de inceltilerek nalin diye yazanlar, söyleyenler olmuştur.

Üstüne çakılarak eklenen tasması hariç, her biri odundan tek parça olarak oyulmuş, bu ayakkabı yapılış tarzı ve hatta tasması ile takunya adını taşıyan ayakkabının bir benzeri ise de  ondan şekil yönünden  çok ayrıdır.

Önce takunyaya nispetle yüksektir. Sonra takunyanın bir ökçesi ile dolgun tabanı olduğu halde anılının altı, nalın iki  ayaklı bir köprü gözü şeklindedir.  Bilhassa eski hamam  nalınlarının ayakları dar ve uzun bir teber, balta şeklinde yapılırdı. Ve geniş tarafı aşağıya, zemine gelirdi. Takunyalar  kalitesiz odunlardan  yontula gelmiştir. Nalınların ise odunu seçilmiş ve şimşirden, abanozdan yapılmış, ayak basılacak üstü, kenarları ve nalının kendi ayakları sedef işlemeli, gümüş tel, mercan kakmalı, yalnız üstü sırma işlemeli kumaş kaplı, tasmaları sırma işlemeli  hatta  sırma ile karışık inci işlemeli, kadifeden, ayna kırıkları ile süslü yapılmış hakikaten sanat eseri olanları vardır.

Nurettin Rüştü Bingül, nalınların Sinop’ta sadefle(sedefle), Afyonkarahisar’de telle işlendiğini yazmaktadır. Som gümüşle yapılanları da bulunmaktadır.[11]

XIX. yüzyılın  İstanbullu zengin Ermeni ailesi  Düzoğullarının harem hamam nalınlarının ayak konacak üstü  ve tasmaları altın tel ve inci ile işlenmiş atlas kaplı idi.

XVII. yüzyılda da İstanbul’un büyük çarşı hamamlarının şimşirden yapılmış ve türlü şekillerde süslenmiş nalınlarının tasmalarına, yahut nalın ayaklarının ön kısmına  ait olduğu hamamın adını bildiren beyitler yazdırılırdı.

“Kaptan Paşa hamamı

Cihanı tuttu namı”

Eski berber esnafının çırakları, kalfaları esnaf nizamnamelerinde kendileri için tespit edilmiş maddeler gereğince dükkanlarda yalın, çıplak ayak ile nalın giymek zorundaydılar.

Memleketimizde avam tabakasından kadın, erkek ve çocuk ayağında takunya  sokak ayakkabısı olarak da giyilmiştir.  Büyük şehirlerde nalın ile sokağa çıkılmamıştır. Daha doğru bir tabir ile nalın sokak ayakkabısı olmamıştır. Yalnız bazı Anadolu kasabalarında, yalnız kadınlar, ayaklarına mest giyerek ve nalının ayakları çok yüksek olmamak şartıyla nalınla sokağa çıkmışlardır. Reşat Ekrem Koçu, hamamda giyilen nalınları a. Natır nalını, b.Dellak nalını,c. Müşteri nalını olmak üzere üçe ayırmaktadır.[12]

Sivas’ta Yapılan Nalınlar:

“Bugün(1973) satılan takunyalar hamamda giyilmek için alınıyor. Eskiden özel hamam nalınları yapılmaktaydı. Ekseri ceviz ağacı,  dut veya fırınlanmış gürgen, yekpare olarak taban ve topuğu 7-8 santimetre yükseklikte oyulur, bu takunyanın üzerinde, ayak adeta köprü üzerindeymiş gibi dururdu. Bu nalınların burnu köşeli olurdu. Sipariş üzerine takunyacılar tarafından hazırlanırdı. Oyulan hamam nalınları kuyumcuya verilir, kuyumcu yere gelen yüzler hariç, nalının her tarafını gümüş veya bafonla kaplardı. Süslü şekilli kurşun kalıplarla şekil verilen gümüş plakalar takunyaya çakılır; meşin tasması bile gümüş süslü olurdu. Bu nalınların bir özelliği yanlarına, topuklarına gümüş küçük toplar, halka ile tutturulur, pek çok sayıdaki bu gümüş toplar, yürüme esnasında metalik güzel sesler çıkarırlardı.  Bu sebepten hamam nalınlarına şıkırdaklı nalın(lalin) denilmekteydi.

Sivas’ın eski düğün adetlerine göre hamam nalını ve peştamal oğlan evi tarafından alınır, düğün hamamında geline giydirilirdi. Haline göre  gümüş alamayanlar hiç olmazsa bafon kaplı nalın alırlardı. Çok az da olsa günümüzde de rastlanan antika olmuş bu nalınlar eskiden gelinlerin adeta süsüydüler.”[13]

Necdet Buluz da nalın konusunda şu bilgileri vermektedir: “Nalın da bugün Sivas’ta tarihe karışan ve bir zamanlar çok giyilen bir ayakkabı çeşidiydi.  Daha yüksek oluşu, pullarla donatılması yönünden biraz daha zahmetli, zaman  isteyen bir işti nalıncılık. Takunyaya yakın bir yapımı vardı. Önceleri ağaçlardan yapılan nalınlar daha sonra madeni olarak yapılmış, bugün unutulmaya yüz tutmuştur.

Nalının yapımı da takunya yapımının benzeri bir işlemi gerektirir. Yalnız takunyaların iç kısımlarına renkli elişi kağıtlar yapıştırılmazdı ve sarı tabir edilen ince bir madeni çivi ile oturtulurdu(?). Nalınların çevresi de yapımcının ustalığına göre sarı ile  desenli bir şekilde çevrilir, dah sonra da  pullarla ince ince işlenirdi. Sivastaki takunyacı ustaları aynı zamanda nalın da yapıp satarlardı.

Nalın, Sivas’ta bilhassa gelinlik kızlara, damat evi tarafından armağan edilen hamamlık eşyaların başında gelirdi. Oğlan tarafından kız tarafına verilen nalın, kızın her hamama gidişinde giyilirdi. Bu arada Sivas’ın genç kızları da  hamamlarda çeşit çeşit, rengarenk nalınlar giyerlerdi. Genç kızların ve gelinlerin nalınlarla hamama girişleri, hamamda yürüyüşleri Sivas’ın hamam adetlerine ayrı bir renk katardı. Sivas’ta hamama giden diğer kadınların bile hamam bohçalarında mutlaka nalın bulunurdu.”[14]


[1] R. Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Yay, Ankara 1967,s.221

[2] Müjgan Üçer, Takunya, Tıktık ve Nalınlar, Sivas Folkloru, Kasım 1973, Sayı:10, s.6

[3] R. Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Yay, Ankara 1967,s.221

[4] Üçer, a.g.m., s.6

[5] Sivas İl Yıllığı/1967, Doğuş Matbaası Sivas 1967, s.192

[6] Üçer, a.g.m., s. 7

[7] Üçer, a.g.m., s.8

[8] Necdet Buluz, Sivas’ta Takunyacılık ve Nalıncılık, Sivas Folkloru, Sayı: 36, Ocak 1976, s.8-9

[9] Üçer, a.g.m., s.8

[10] Üçer, a.g.m., s.8

[11] Bingül, Eski Eserler Ans. C.2, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul- ?,  , s. 28

[12] R.Ekrem Koçu, a.g.e., s.180

[13] Üçer, a.g.m., s.8

[14] Buluz, a.g.m., s 9-10