(Anadolu, Sivas, Divriği )
Alevi-Bektaşi halk inancında “tahta Kılıç” ın önemli bir yeri vardır. Bektaşi velilerinin ortak bir yanları da tahta bir kılıca sahip olmaları, bununla yerine göre ejderha, yerine göre kafirlerle savaşarak onları öldürmeleridir. Bu motif menakıpnamelerden başka Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını anlatan ilk devir vekayinamelerinde bile vardır. Şamanist gelenek ve uygulamalarla ilgili bilgilerimiz, Şamanların ayin yaparken kullandıkları aletlerden birinin de tahta kılıç olduğunu gösteriyor. Şamanlar ayin yaparken vecd haline girebilmek için çaldıkları davuldan başka bir de tahta kılıç bulundurmaktadırlar. Şamanlar bununla kötü ruhlara karşı savaşmaktadır. Yani tahta kılıç şer kuvvetlerle mücadele için bir savaş aracıdır.[1]
Nitekim ocak sahibi Alevi dedelerinin büyük savaşçılar olduklarına inanırlar. Her nedense bu dedeler normal savaş araçları ile değil de çok kez tahta kılıçla savaşırlar ve zafer kazanırlar.[2]
Vilayet-Name’de anlatıldığına göre bir gün Horasan halkından bir gurup ülkelerini zapt ve yağma eden Bedahşan ahalisini şikayet için Ahmet Yesevi’ye gelip yardım isterler. Ahmet Yesevi nefes oğlu Kutbiddin Haydar’ı Horasanlı Müslümanlara yardım için gönderir. Fakat henüz on iki yaşında olan yenilerek esir düşer. Bunun üzerine Ahmet Yesevi hem onu kurtarmak Bedahşanlıları yenmek özere Hacı Bektaş’ı görevlendirir. Kendisini uğurlarken beline tahta kılıncını kuşatır. Bedahşan iline giden Hacı Bektaş, kafirlerle savaşarak onları yener ve Kutbiddin Haydar’ı kurtarır. Bedehşanlılar Hacı Bektaş’tan gördükleri kimi kerametler üzerine müslüman olurlar. [3]
Vilayet-Name’deki tahta kılıç motiflerinden birisi de Sarı Saltuk hakkındadır. Basit bir çoban iken temiz yürekliliğini beğenen Hacı Bektaş’ın lütfuyla velilik mertebesine yükselen bu zatı Hacı Bektaş kendisine halife yapar. Rumeli’nde Müslümanlığı yaymakla görevlendirir. Yola çıkarken Ulu Abdal ve Kiçi Abdal adındaki iki dervişini yanına katıp Sarı Saltuk’un beline bir de ağaç kılıç kuşatır. Rumeli’ne geçen Sarı Saltuk, Kaligra denilen yerdeki ejderhayı tahta kılıcı ile öldürür.
Yine Balkanlarda savaşırken Kiligrad adlı kafire velayetini/kerametini gösterir. Bu hadise Saltıkname’de şöyle anlatılır:
“ (…) Server (Sarı Saltık) ona yaklaştı. Dua-yi Seyf’i bir kez okudu, üfürdü. Domuzları ile taş oldular. Elindeki ip eğirceği bile taş oldu. Kafirler bu durumu gördü. Kiligrad uzak bir yerde idi. Haber ulaştırdılar. Öfkelenip Şarif’in yanına geldi. O sırada Server, bir ağacın dibinde dervişlerle yemek yiyordu. Bir alay kafir ile yetişip geldi. Server, ağaç kılıcını çıkarıp ileri yürüdü. Kiligrad onu görünce güldü.
– Bu Saltık bir deli Türk imiş. Halkı korkuturmuş. Bunun kılıcı bile ağaçtan. Bu ne yapabilir ki ? “ dedi.
Server bunu işitti. Derede bulunan ve on kişinin kucaklayamadığı bir ağaca “Muhammet” deyip öyle çaldı ki ağaç , hıyar gibi iki parçaya bölündü. Kiligrad parmak ısırdı -Ya Saltık, usta bir sihirbazsın Seni bize anlatmışlardı. Eğer beklersen ben seni bir yana edeyim, dedi. “
Şerif, “Ya rahip ben sihirbaz değilim. Bu velayettir. Bizim Peygamber’imizin bir mucizesidir” dedi.[4]
Sarı saltuk 1263’de dervişleri ile Rumeli’ne geçti. Balkanlar, Kırım, Rusya, Polonya(Lehistan) topraklarını dolaştı. Moskova’ya uğradı, sonunda Gelibolu’dan geçip Çardak’a vardı. Karesi oğullarından İsa Bey devri idi. Kazdağı yoluyla Edremit ve dolaylarındaki Türkmenleri uyardı. [5]
Saltuknameye göre Sarı Saltuk şehit olunca ,12 tabut hazırlanıyor. Bunların her biri bir bölgeye gönderiliyor. Halk inançlarına göre cesedin yerleştirildiği asıl tabut Babaeski’ye götürülüyor. Bir kilisenin mahzenine gömülüyor. [6]
Bugün Anadolu’ da ve Rumeli’nde onun adını taşıyan bir çok türbe ve makam bulunmaktadır.
Vilayetname’de adı geçen alp-erenlerden biri de Kolu Açık Hacım Sultan’dır. Hacım Sultan Germiyan ilinde yerleşmek üzere icazetalıp Sulucakarahöyükten ayrılacağı zaman, Hacı Bektaş vaktiyle Ahmet Yesevi’nin kendine kuşattığı tahta kılıcı kendi eliyle Kolu Açık Hacım Sultan’ın beline kuşatmıştır.
Ona, “Erenler meydanında cellatlığı sana verdik; fakat haksız iş yapma, sana ziyanımız dokunur” diye uyarıda bulunur. Fakat Hacım Sultan bu uyarıyı unutur. Hünkar tarafından verilen tahta kılıcı denemeye kalkar. Bu olay Vilayet-name’de şöyle anlatılır:
“Hacım Sultan, batın kılıcını aldıktan sonra yürüdü. Tam o sırada meydan sakası, merkebiyle mutfağa su getiriyordu. Hacım Sultan, “Bakayım” dedi., “Erenlerin verdiği kılıcı şu merkepte bir sınayayım.” Kılıcını sıyırdığı gibi merkebe bir vurdu, belinden ikiye böldü. Hünkar, bunu duyunca “Kolları tutulsun” dedi. Hacım Sultan çolak oldu. Halifeler araya girdi; Hünkar Hacım Sultan’ı bağışladı. Hacım Sultan’ın kolları açıldı.[7]
Tahta kılıçla ilgili bir menkıbe de Vilayet-name_i Abdal Musa’da bulunmaktadır. Abdal Musa’nın kerametlerini gören Gazi Umur Beğ, ona mürit olur.
“Abdal Musa Sultan eyitdi: Bir börk getirin, Umur Beğ’e giydirelim, dedi. Bir kızıl börk getirdiler, Umur Beğ’in başına giydirdiler. ‘Gaziler, şimdengerü buna Gazi Bey deyin’ dedi. Varsın bu beğ de gazi olsun.’ Umur Bey eyitdi: !Bize bir yadiğar verin Sultan’ım’ dedi. Sultan eyitdi: “Şol Kızıl Deli’yi size verdük, alın gidin’ dedi. Kızıl Deli Sultan işaretle ‘ Giderim’ dedi.
Abdal Musa Sultan çağırup bir ağaç kılınç sundu. Kızıl Deli Sultan aldı, öpdü başına koydu.. Andan sonra yüridiler. Abdal Musa Sultan eyitdi: ‘Deyim imdi. Hiçbir yere gitmen, doru Boğaz Hisarı’na varın, üzerine düşün, ikdam idün alursunuz. Boğaz Hisar’ı n aldıktan sonra Rum İli’n size virdüm. Önünüze kimse durmasın ‘ dedi. “[8]
Görüldüğü gibi tahta kılıç hemen hemen X111.-XV. Yüzyıllarda yaşamış ve bir kısmı ilk Bektaşiler arasında kabul edilen adları geçen şahısların velilik yönleri yanında bir de gazilik tarafları, kafirlerle mücadele ettiklerini gösteriyor. Tahta kılıç geleneğinin Kızılbaşlar’da da belli bir yeri olduğunu görüyoruz.[9]
Kırıkkale yakınlarındaki Hasan Dede köyünde yatırı bulunan Hasan Dede tahta kılıçlı bir alp-erendir.
Hasan Dede köyünde şöyle bir söylence anlatılır: Bir gün Hacı Bektaş’a kendinden sonra bir mürşit gelip gelmeyeceği sorulur. Hacı Bektaş, böyle bir mürşidin geleceğini söyler. Bu mürşidin özellikleri söz konusu olunca Hacı Bektaş önünde duran tahta kılıç’ı gösterir “Gelip bunu alacaktır” der. Balım Sultan döneminde Hacı Bektaş Tekkesi’ne bir kişi gelir. Doğruca kılıca yönelir. Bu gelenin haber verilen mürşit olduğunu anlayan Balım Sultan, tahta kılıcı ona verir. Gelen ünlü Hasan Dede’dir.[10]
Sözünü ettiğimiz bu alp-erenlerin dışında Sivas ve Tokat yöresinde üç alp-eren daha bulunmaktadır. Bunlar Garip Musa, Seyit Baba ve Hubyar Sultan’dır.
Yöre halkının inancına göre Garip Musa, diğer erenler gibi tahta kılıç kuşanarak Horasandan gelmiştir. Kendisi bir Alp-erendir. Özbek Türklerinden oluşan 90 atlı bir kafile 14.yy’da Anadolu’ya gelir ve Divriği’nin Alan köyüne yerleşir. Garip Musa da gelenler arasındadır. Burada bir tekke kurup Hoca Ahmet Yesevi düşüncesini yaymaya başlar. Hacı Bektaş Dergahını da mürşit kapısı olarak kabul eder.
.
Garip Musa’nın türbesi, Divriği Güneş köyünün üst tarafındaki Garip Musa mezrasındadır.[11] Türbenin üst tarafında kutsallığına inanılan ulu bir ardıç ağacı bulunmaktadır.
Bende bulunan 19.yy’a ait bir cönkte Aşık Mehmet, Garip Musa ile Ziniski’deki Seyyit Baba’yı birlikte anar. Ardıç kılıçlı Garip Musa’nın, Seyyit Baba ile birlikte kafirleri dize getirdiğini belirtir
(…)
Garip Musa yücesinde oturur
Nice kafirleri dize getürür
Seyyit Baba, sancağını getürür
Aman Garip Musa, carın günüdür
(…)
Ardıçtan kılıcı kuşandı eline
Ali’m Zülfikar’ı çalmış beline
Haydar’ın Düldül’ü almış yanına
Aman Garip Musa, carın günüdür
(…)
İrşad etti ağaları beğleri
Horasan’dan kılınç giyen zağları
Arduç kılıncıyla böldü dağları
Sultan Garip Musa, Sultan Celal’im. .[12]
Menkıbe: Hünkar Hacı Bektaş Veli tarafından Nasipler dağıtılırken, Garip Musa geç kaldı. Gönüllendi…Çünkü herkes nasibini almıştı. Hünkar, Garip Musa’ya tahta bir kılıç verdi. O tarihlerde her taraf küffardı. “Ya Garip Musa, dönderdiğin/Müslüman ettiğin senin talibin olsun” dedi. Musa sevindi. Hünkar’ın elini öptü ve dergah’tan ayrıldı. Tahta kılıcıyla küffarı dine dönderdi. Bu yüzden Garip Musa talibi çoktur.[13]
Menkıbe: Garip Musa tekkesi yakınındaki ulu ardıç ağacı kutsaldır. İnanışa göre Garip Musa, tahta kılıcını bu ağacın dallarından birini keserek yapmıştır Çocuğu olmayan çiftler Tekke’yi ziyaret edip kurban kestikten sonra ardıç ağacının meyvelerinden birer tane yerlermiş. Ardıç ağacı bugün tamamen kurumuş vaziyettedir. Yine Anadolu’ya gelmeden önce Garip Musa’nın mensup olduğu topluluğa Tahta Kılıçlılar denirmiş. Garip Musa, atının eğerinin sağ ön tarafında ardıç ağacından yapılmış yatağan görünümünde büyük bir kılıç taşırmış.[14]
Menkıbe: Divriği’de yatırı olan Garip Musa, Horasan’dan kalkıp Anadolu’ya gelirken Alan Yazısı’nda bir Ermeni kalaycıya rastlar. Ermeni, Garip Musa’nın tahta kılıcı ile alay eder. Musa da tahta kılıcı ile Ermeni’nin eşeğini ikiye doğrar. Eşeğini yitiren kalaycı ağlayıp sızlamaya başlar; söylediği sözden pişmanlık duyar. Garip Musa’ya yalvarır. Garip Musa da kalaycının haline acır, Allah’a dua eder. Eşek, sırtındaki yük ile dirilip ayağa kalkar. O vakitten beri Ermeni kalaycılar Garip Musa Ocağı’na mensup ailelerin bakırlarını para almadan kalaylarlar.[15]
Horasan’dan başlayan göçlerle Alan Düzlüğü’ne gelip yerleşen Tahta Kılıçlılar Oymağı /Garip Musalı ailesi bugün “Musa Şeyhoğulları, Pirzadeler, Ağagil” olmak üzere üç büyük aileye ayrılmışlardır.[16] Bu ailenin Divriği Yağbasan, Pengürt, Dumluca, Çüksüzer, Höbek, Güneş, Anzağar, Sincan, Galın, Arhısu… köylerinde talipleri vardır. Ayrıca Eskişehir’de ve Karsın Selim ilçelerinde de talipleri bulunmaktadır. Divriği Anzağar köyünde bir Bektaşi Tekkesi kuran Muhammet Gani Baba da Garip Musa Ocağına mensuptur.
Garip Musa’nın yoldaşı olan Seyit Baba, tahta kılıçlı bir alp-erendir. Türbesi Divriği’ye 24 km. uzaklıktaki Akmeşe(Ziniski) köyündedir. Divriği yöresindeki en önemli ziyaret yerlerinden birisidir. Her Divrikli ömründe en az bir defa olsun burasını ziyaret etmiştir.[17]
Mezar taşı kitabesi bulunmayan Seyyit Baba’nın tarihi kişiliği hakkında yeterli bilgilere sahip değiliz. Çevre halkı arasında yaygın söylenti Seyyit Baba’nın Mengücekler döneminde Şahların sancaktarı olduğu ve buradaki bir savaşta şehit düştüğüdür. Bu nedenle ona şehit gözüyle bakılır. Büyük saygı gösterilir.[18]
Aşık Mehmet, Divriği yöresinde yetişmiş bir halk şairidir. Divriği’nin Eşke(Dikmeçay) köyünde tutulmuş bir cönkte Aşık Mehmet, Seyyit Baba’yı, Garip Musa ile çağdaş gösterir.Bu şiirde Garip Musa ile Seyyit Baba, sancağını çekerek kafirleri dize getirir. Aşık Mehmet, Seyyit Baba ile Garip Musa’nın ruhaniyetinden yardım ister.[19]
(…)
Garip Musa yücesinde oturur
Nice kafirleri dize getirir
Seyyit Baba, sancağını yetürür
Aman Garip Musa, carın günüdür.
(…)
Seyyit Baba yatırını ziyaret eden Fakir Edna, şehitlerin mezar taşına yüzünü sürer. Seyyit Baba’nın sancağını öper; çünkü bu sancak, “Cennet’ten gelme bir sancak”tır. [20]Seyyit Baba, sancağını çekerek, Koca Saçlı ile birlikte “Kızıl Elma”ya kadar kafirleri kırar. Seyyit Baba’nın Koca Leşker adlı Alp-eren’e uzanan bir soyu vardır..[21]
Ersin Gülsoy, l5l9 tarihli evkaf defterinde Ziniski köyünde bulunan zaviyenin “Şeyh Osman Zaviyesi” olarak geçtiğini kaydeder.[22] Seyit Baba Anadolu’nun Türkleşmesi döneminde çevrede etkin olmuş bir Türkmen Şeyhi’dir.[23] İbrahim Aslanoğlu, Seyyit Baba’nın menkıbevi kişiliğini anlatan “Menakıb-ı Seyyid Baba” adlı bir eserin olduğunu; fakat bu eserin I. Dünya Savaşı yıllarında kaybolduğunu söylemektedir. [24]
Menkıbeye göre Seyyit Baba’nın dedeleri İran yoluyla Anadolu’ya gelirler. Bu dervişler altı tanedir. Hünkar, Kırşehir’e, Baba İlyas Amasya’ya gider. Seyyit Baba’nın dedeleri de bir müddet Tunceli(Dersim)’nde kalırlar. Bunlara o yörede Sarıoğlu Askerleri denilmektedir. Sarıoğulları Tunceli’nden göçüp Divriği’nin Ziniski köyüne gelip yerleşirler. Aynı soydan gelme Koca Leşker, Erzincan’a bağlı İliç ilçesinin Bağıştaş köyü yakınlarında şehit düşer. Türbesi, Bağıştaş istasyonu yakınlarındaki bir koruluğun içindedir. [25]
Yine menkıbelere göre Erikli köyünde yatırı bulunan Koca Saçlı ailenin en büyüğü, Seyyit Baba ortancası, Ağar köyünde yatırı bulunan Ağar Baba da en küçükleridir.[26]
Başka bir menkıbeye göre Seyyit Baba, Hünkar’ın halifelerindendir. Hünkar’ın emri ile Ziniski yöresini fethetmek için sancağını çekerek dervişleri ile birlikte yola çıkar, Erikli köyü üzerinden Ziniski’ye gelirken bir takım kerametler gösterir.
Seyyit Baba, Er-Kız Ana’dan uçarak erliğini/evliyalığını belli eder. Sonra U[27]çan Kaya’ya konar. Kılıç-meşe’de kılıncını kuşanır, sancağını alarak Diynenecek’e kadar gelir ve burada dinlenir. Daha sonra dervişleri ile birlikte Ziniski’ye girer.[28]
Seyyit Baba, bir Alp-eren’dir. Divriği /Sincan’a kadar olan yerleri Rumlar’dan alır. Yöre ahalisini Müslüman eder. Bir rivayete göre savaşlar sırasında şehit düşerek bugünkü kabrine gömülür/defnedilir. Bu savaşta şehit düşen gazi dervişler de türbe civarına gömülürler.[29]
Bu husus Sefil Edna’nın şiirinde de belirtilmiştir. Sefil Edna, Seyyit Baba’nın Koca Saçlı ile birlikte “kafiri, Kızıl Elma’ya dek kırdığını” söyler. [30]
(…)
Ol Sultan Saçlı’yı yanına aldı
İsteyen kulların muradın verdi
Kızıl Elma’ya dek kafiri kırdı
Yüz sürerek kümbetinin başına.
(…)
Sefil Edna’m der ki babına varsam
Yeşil sancağına yüzümü sürsem
Ölmeden gözümü açsam da görsem
Gör üstadım Hatayi’nin işine.[31]
Seyyit Baba’nın yeşil sancağı Divrikliler tarafından büyük itibar görmüştür. Kutsallığına hürmet edilmiştir. Divriği ilçesinde çıkan salgın hastalıklar, toplu ölümler, yangın, sel gibi benzeri felaketlerde ve afetlerde Seyyit Baba’nın sancağı ocaklılar tarafından at üzerinde Divriği’nin etrafında dolaştırılır ve kurbanlar kesilirdi. Bu uygulama son defa 1.Dünya Savaşı/Seferberlik sırasında uygulanmıştır. Bu sayede koleraya bağlı toplu ölümlerin sonu alınmıştır.[32]
Yine, Cumhuriyet’ten önce Hac’ca gidenler, Seyyit Baba’nın sancağı altında dua ederlerdi. Hacı adayları, yakın akrabalar, komşular ve ilçe halkı eski Buğday Pazarı’nda toplanırlardı. Bu sırada Ziniski’deki Seyyit Baba’nın sancağı, Kantebe Camii sancağı ve Ulu Cami’nin sancağı ilahilerle hacı uğurlama yerine getirilirdi. Dualar edildikten sonra sancakların dibinde kurbanlar kesilirdi. Sancak taşıyanlara hediyeleri verilirdi. Hacılar, sancaklar önde olmak üzere büyük bir kalabalıkla Selavat’a kadar uğurlanırdı.[33]
Seyyit Baba aynı zamanda bir Türkmen/Alevi ocağı olduğu için her yıl ilk ve sonbaharda Divriği’nin Akmeşe(Ziniski), Sincan, Kekliktepe(Galın), Karakale, Erikli, Yazıköy, Ağar, Ekinbaşı(Kilisecik), Kayacık(Murmana), Diktaş, Susuzlar, Kımıllar, Tırolar, Ağıllar, Yuva, Sarphan köylüleri tarafından ziyaret edilir. Ayrıca Sivas’ın Karaçayır, Zile’nin Çakırçalı ve Çorum’un bazı Türkmen köyleri de Seyyit Baba’yı ziyaret ederler. Bu ziyaretler sırasında kurbanlar kesilir, yemekler pişirilir, dualar edilir ve dini toplantılar/cem yapılır.Ziniski’deki Zeynal Özcan(Kırmızı Dede), bu ocağın en yaşlı dedesi idi.Zeynal Dede yakın yıllarda vefat etmiştir(1912-1986).
Doğanşar ilçesinin Uzunbelen (Hubyar) köyünde Hubyar Sultan yatırı bulunmaktadır. Hacı Bektaş Veli’den nasip alan bu derviş, Beydili Sıraç Türkmenleri’nin atasıdır. Hubyar’ın Doğanşar yöresine ne zaman gelip yerleştiğini ve kim olduğunu kesin olarak bilemiyoruz. Anadolu ve Rumeli’nin fethinde dervişlerin rolü düşünüldüğünde Hubyar’ın da ilk fetihler sırasında bu yöreye gelmiş olabileceği akla gelmektedir. Uzunbelen köylülerinden Mustafa Çelik(1938), Hubyar’ın Yesevi tarikatına mensup olduğunu ifade etmektedir.[34]
Tokat yöresinde tutulmuş olan bir cönkte Sefil Hasan O’nun tahta kılıçlı bir alp-eren olduğunu söyler.
(…)
Tozaklıdan Hubiyar denli istendi
Arduç kılıç taşa çaldı yaslandı
Gönül ata ile kendi (…)
Taşı ortadan iki biçti ne dersin?[35]
(…)
Sefil Hasan teze geldi özüme
Kail olsam bir gerçeğin sözüne[36]
Arayı tarayı pirin izine
Gezdi cevalan itti ne dersin ?
[1] Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşı Menakıpnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s. 129-130
[2] Fuat Bozkurt, Aleviliğin Toplumsal Boyutları, İstanbul 1990, s.96
[3] Abdulbaki Gölpınarlı, Menakıb-ı Hacı Bektaş –ı Veli “Vilayet-Name” , İstanbul 1958, s. 10-11
[4] Necati Demir-M.Dursun Erdem, Saltık Gazi Destanı (1-2-3 Cilt), Ankara 2007, s. 284
[5] Bedri Noyan, Bütün Yönleri İle Bektaşilik ve Alevilik, Cilt: 1, Ankara 1998, s. 399
[6] Bedri Noyan, Bütün Yönleri İle Bektaşilik ve Alevilik, Cilt: 1, Ankara 1998, s. 399
[7] Vilayetname, Hazırlayan Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1958, s.83
[8] Musa Seyirci-Hayatı Tungar., Abdal Musa, Antalya 1988, s. 63-64
[9] Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşı Menakıpnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s. 129-130
[10] Ahmet Yaşar Ocak, a,g.e., s.131-131
[11] Alan çalışması için Garip Musa Tekkesine 28.8.1986’da Höbek köyünden gittim. Yolculuk çok bozuk yayla yolunda yürüyerek dört saat sürdü. 1997’lerde Höbek’i türbeye bağlayan bir yol yapıldığını söylediler. K.Ö.
[12] Özel kitaplığımızda bulunan, 7 numaralı cönk. 19. yüzyılda Aşık Mehmet tarafından yazılmıştır.
[13] Süleyman Yılmaz, Galın 1930
[14] Ali Cemal Akgün, a.g.m., s.196
[15] Kutlu Özen, Divriği Evliyaları, s.64
[16] Baki Yaşa Altınok-Musa Karakaş, Seyyid Garip Musa Sultan Ocağı, Ankara 2006, s. 366
[17] Hakkı Acun, Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerinin Listesi ve Turistik Değerleri, Vakıflar Dergisi XX, Ankara, l988, s.194./Türbe yakın yıllarda Seyyit Baba Sultan Akmeşe Köyü Cami Yaptırma ve Güzelleştirme Derneği tarafından aslına uygun olarak restore edilmiş, eski mekanlara büyük bir yemekhane, kurban kesim yeri, mutfak, misafirhane gibi yeni bölümler ilave edilmiştir. Ayrıca Seyyit Baba’nın piramit çatılı türbesi yeşil Kütahya çinileri ile kaplanmıştır. Akmeşe(Ziniski) köyündeki 12 Ağustos 1997 tarihli derlememiz. Kaynak şahıs, Hüseyin Bayrakçı, Dernek Sekreteri, Ziniski 1947
[18] Necdet Sakaoğlu, l3.7.1993 tarihli mektuptaki bilgi.
[19] Divriği Eşke köyü l958 doğumlu Hüseyin Aslan’da bulunan l325(1910) tarihli cönk.
[20] İbrahim Aslanoğlu, Divriği Şairleri, İstanbul 1961, s. 18-19-20
[21] Aslanoğlu, a.g.e., s.19-20.
[22] Ersin Gülsoy, XVI. Asrın İlk Yarısında Divriği Kazası(1519-1548), s.26.
[23] Necdet Sakaoğlu’nun Amasra’dan göndermiş olduğu 15.1.l974 tarihli çalışması.
[24] İbrahim Aslanoğlu ile 6.7.l993 tarihli görüşmemiz.
[25] Musa Atmaca, Başören köyü 1903 doğumlu.
[26] Ergül Biçer, Sivas Karaçayır l934 doğumlu.
[27] Veyis Yılmaz, Ziniski 1913 doğumlu.
[28] Veyis Yılmaz
[29] Seyit Ali Atmaca, Başören köyü 1927 doğumlu.
[30] Aslanoğlu, a.g.e., s.19-20
[31] Aslanoğlu, Divriği Şairleri, s.20.
[32] Abdullah Gedik, Divriği (1895-1993)
[33] Mehmet Akay(Çamcı Mehmet Efendi), Divriği(l902-l98l)
[34] Fikri Karaman, İpsile-Tozanlı-Doğanşar, İstanbul-1990, s.71
[35] Nuran Baygül, Tokat ve Divriği Kaynaklı Cönkler Üzerine Bir Tetkik, Sivas 1999, (Sayfa 209-210)
[36] Nuran Baygül, Tokat ve Divriği Kaynaklı Cönkler Üzerine Bir Tetkik, Sivas 1999