PURUTÇULUK/ÇÖMLEKÇİLİK

Topraktan yapılmış çanak, çömlek vb. kaplara purut adı verilir.

Purutçuluk insanlık tarihi kadar eski bir meslektir. Sivas’taki purutçuların sonuncusu olan purutçu Bekir Usta’ya göre çamura basan bir devenin ayak izinin kurumasıyla oluşan kalıbı alıp ateşe koyan ve yemeğini pişiren peygamberimiz Hz.Muhammed(S.A) Müslümanların ilk çanak çömlek yapanı ve purutçuların kurucusu, piridir.[1]

İnsanoğlu önceleri mutfak eşyalarının çoğunu topraktan yapmaktaydı. Daha yakın  zamana kadar güveçler, boy boy  turşu küpleri, testiler mutfakları süslerdi.

Bu meslek daha çok Zara’nın Tüdürge köyünde ifa edilmiştir. Turşu, peynir, yoğurt  ve su testilerinin en sağlamları bu köyün damgasını taşır. Yörede su testilerine “kınkıl” denir.[2]

Orhan Solak, Hayat Ağacı’na yazdığı makalede Tödürge çömlekçiliğini şöyle anlatmaktadır: “Anadolu’da ilk yerleşim birimlerinden olan ve taş devrine ait kaya mağaraları bulunan Tödürge köyünde hemen her evde  küp, testi ve çanak benzeri imalat yapılırmış Bu imalatın özelliği kullanılan toprağa  köyün içinden geçen Kızılırmak’tan  alınan çok ince mil ile karışık kumun katılmasıdır.

Çocukluğumda akrabalarımızı ziyarete sıkça gittiğimiz  altmışlı yıllarda tek tük imalat yapan bulunuyordu. Bugün Tödürge köyünde ne yapan, ne alan-satan, ne kullanan ve de en önemlisi nasıl yapıldığını  ve kullanıldığını bilen var; hatta her ne hikmetse o güzelim “Tödürge/Dodurga” adı Demiryurt olarak değiştirildi.”[3]

Zara’nın Tödürge köyünde çömlekçi çamurundan çeşitli boyda küpler, güveç, süzek ve testi gibi mutfak gereçleri yapılırdı. Özellikle Tödürgeli genç kızlar ve kadınlar toprak eşya yapmakta çok mahir/yetenekli idi.Tödürge küpü, Tödürge testisi  Sivas’tan Suşehri’ne kadar bütün çevre köylerde çok iyi bilinen ve aranan bir üründü.  Plastik kapların 1960’lardan sonra yaygınlaşması  Tödürge çanak ve çömlekçiliğini de etkilemiş bu sanat son yıllarda tamamen terk edilmiştir. Bir zamanlar çok ünlü olan Tödürge küpleri  günümüzde artık üretilmemektedir.[4]

İlçede(Zara) ise geniş bir sahaya yayılmış ocak ve atölyeleriyle bu mesleğin icracısı Purutçu  Sıddık(Öztürk) ustadır. Sıddık usta atölyesinde  kiremit de üretirdi. 1960’lı yıllara kadar ocakları fiili durumdaydı.Çatılarda sac kullanımının artmasıyla bu iş yeri kapanmıştır.[5]

Orhan Solak da  Purutçu Sıddık Emmi(Sıdık Öztürk) hakkında şöyle demektedir: “Zara’da purutçulukla uğraşanlardan başlıca tanıdığım 60’lı yılların başında tezgahını kapatıp  Zara’dan Sivas’a taşıyan ve bir süre orada devam ettiren Purutçu Sıddık Emmi(Sıddık Öztürk)’dir.

Sivas’ta askerlik yaparken purutçuluğu öğrenen Sıddık Usta, tuğla, kiremit imal eder, ayrıca Sivas’tan getirdiği ustalarla küp ve testi üretirmiş.” [6]

Çanak-Çömlek Üretimi:

a. Tödürge: Tödürge gölünün kuzeydoğusunda bulunan ve “Topraklık” denilen bir araziden  çıkan özel topraktan yapılan her boy ve tipteki  çanak, çömlek, küp, testi, ibrik, gicik süzek vb. bir zamanlar köyde tüm ailelerin geçim kaynağı idi. Hemen her evde imalat/üretim yapılırdı. Hanımların yaptığı bu el sanatları nesilden nesile aktarılarak yakın zamanlara kadar devam etmiştir. Bu sanatın son nesilden ustaları hayatta olmalarına rağmen Tödürge’de artık testi yapılmamaktadır. “Gurk” denilen el yapımı basit döner tezgahlarda yapılan kaplar “Turz” denilen büyük yığınlar halinde dıştan tezek ve gübre ile kaplanarak  yakılır ve pişirilirdi. Kamer Ün, Dudu Yiğit, Dudu Altıkulaç  gibi ustalar akla ilk gelenlerdi.[7]

b. Sivas: Sivas’ta Kızılırmak üstündeki Eğriköprü civarındaki Purutçular tuğla, günümüzde Ata Sanayi olarak bilinen bölgede toplananlar ise küp, pöhrenk imalatı yaparlardı. Halen purutçuluk yapan Bekir Çömlekçioğlu’nun ağabeyi Osman Zeki ile Seyit Meralli, onun oğlu Hasan Meralli ile Ömer ve Bekir Özdemir kardeşler son dönemde küp ve çanak- çömlek imalatı yapan ustalardan bazılarıdır. Günümüzde(2006) ise Purutçu Bekir(Çömlekçioğlu) Usta tek kalmıştır. Bekir Usta’ya göre basit bir meslek olan purutçulukta hüner göstermek için toprağın dilinden anlamak ve bu işe gönül vermek, çamurla yoğrulmak, yaparken onunla şekillenmek, fırında onu pişirmek gereklidir.

Bekir Usta’nın  çömlek fırını Eğri köprü’yü geçtikten sonraki “Uyuz Gölü” denilen bölgede ve bir bahçe içindedir.[8]

Çömlek Yapımı:

 Toprak yoğrulduktan sonra çamur içindeki toprakları ve taşları ezmek için silindirden geçirilip dinlendirilir. Dinlendirilen çamurdan yapılmak istenen eşyaya göre parça alınır ve  tezgah üstünde tekrar yoğrulur.  Bu çamura “küt” adı verilir. Daha sonra döner tezgahın başına oturularak tezgah ayakla döndürülürken  elle buna istenen şekil verilir.  Son şekli verilip tabanı iple kesilerek  tezgahtan alınır ve kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra gerekiyorsa içi sırlanır. Sır denen şey günümüzün bir tür emaye kaplamasıdır.

Küpler, testiler ve diğer ürünler  tabandan başlayarak fırının içine dizilir. Yan delikler çamurla sıvanarak kapatılır. Fırın eskiden kesmükle, günümüzde ise odun talaşıyla yakılmaktadır. Pişirilirken alttan yanan ateşin alevi üstten çıkmalı ve mavi bir renk alana kadar pişirmeye devam edilmelidir. Pişirme işi bittikten sonra ocağın ağzı kapatılır ve soğumaya bırakılır.[9]

Toprak eşyalar:

Güveç: Sebzeli et yemeği, sade et ve yaprak sarması yapılan güveçler tandır üzerinde pişirildiği gibi taş fırınlara da konulunca içindeki yemeği daha lezzetli yapan toprak kaplardır.

Küp: Eski kilerlerin en ağır başlı kapları küplerdi.  Peynir, turşu, bulgur, yağ ve hatta kıyma küplerde muhafaza edilirdi. Ayrıca bal, reçel, nişasta ve benzeri gıdaların dolu olduğu küpler, kilerlere dizilirdi. Cazı küpü denileni ise  içine insan sığacak büyüklükte olanı idi,    turşu vurmak için kullanılırdı.[10]

Küpler ustasının zevkini ve estetiğini yansıtan, adeta kişisel özellikler taşıyan  eşyalardı. Büyüklükleri değişikti. Kullanıldıkları yere göre kimi yoğurt küpü, kimi turşu küpü, bazen peynir küpü ya da tarlaya, bahçeye azık götürülen çorba ve azık küpü…

 Küpler, Divriği kiler kültürünün çok önemli unsurlarından biriydi. Turşudan leblebiye, salçadan keskin olmayan sirkeye kadar bir çok ürünün sağlıklı saklanma kabıydı.  

Küplerin koyu kahverengi gövdelerini taşıyan iki kulpu olur. Suyu içine doldurduğunuz zaman, fışır fışır bir ses çıkararak suyu emdiğini duyarsınız. Güneşin altında da olsa küp içine konulan suyu  soğutmakla görevlidir. Üstünü tahta bir kapakla örtersiniz.  Ve üstüne kalaylı bir maşrapa koyarsınız. Tabii bunlar öyle rasgele konulmaz. Küpün kullanma adabı vardır. Küpün kulpu, küp kapağının kolu ve maşrapanın sapı aynı istikamette, aynı yönde olmalıdır. [11]

İki veya üç teneke su alan bu küpün etrafı daima ıslak olurdu. Su küpünün iyisi , suyu soğuk tutmak için dışına sızdırırdı, bu yüzden ıslak olurdu.

İçi yeşil sırlı olanı daha ziyade peynir veya yoğurt kabı olarak kullanılırdı. Karasakız astarlıları ise genellikle  üç beş teneke su alan büyüklükte , üç kuşaklı, dört kulplu olurdu. Turşu küpü olarak kullanılırdı. Bu küplerin her yıl bakımı yapılır, içinin karasakızı gerekiyorsa yenilenirdi. [12]

Günümüzde küpler ya çatı katlarına atıldı ya kırılıp çöpe… Canlarını kurtaran küpler de üzerleri boyanarak, mutfakların dışında ev dekorasyonunda kullanılan bir eşya oldu. [13]

Testiler/destiler: Su taşımaya yarayan , ağzı dar, karnı şişkin toprak kaplara testi denir. Genellikle  su küpünün yanında bulunur, sofra zamanı, bardağı ile birlikte sofraya gelirdi.  Suları serin tutan testiler çok sıcak zamanlarda bir iple bağlanarak kuyulara sarkıtılırdı. Adeta mis gibi toprak kokan  bu suların içimine doyum olmazdı. [14]

Eski Sivas evlerinde, çatının bir yerinde bir testi bulunurdu. Nisan yağmurları bu testinin içine de yağdığı için biriken su, bereket ve uğur düşüncesiyle saklanır, yeri gelince içilirdi.[15]

Aynı uygulamayı Divriği’de de görmekteyiz: “Nisan yağmuru şifalı olarak bilinir. Saç açılıp yedi damla yağmurun yağması sağlanırsa, saçın gürleşeceğine, baş hastalıklarına iyi geleceğine inanılır. Nisan yağmuru zemzemden sayılır, şifa niyetine içilir. Gahlık denilen oyma taş oluklara, nisan ayında yağan yağmurla biriken su, bir testi ile eve getirilir. Bununla çay, kahve yapılıp içilir. Çocuğu olmayanlara, hastalara, dilek  sahiplerine içirilir.[16]


[1] Orhan Solak, Küplerimizin Hikayesi, Hayat Ağacı, Sayı:6, Yaz/2006, s.38

[2] Adnan Mahiroğulları, Dünden Bugüne Zara, Sivas 1999, s. 127

[3] Orhan Solak, Küplerimizin Hikayesi, Hayat Ağacı, Sayı:6, Yaz/2006, s.40

[4] Müjgan Üçer, Sivas Mutfağı, İstanbul 2006, s.373

[5] Adnan Mahiroğulları, Dünden Bugüne Zara, Sivas 1999, s. 127

[6] Orhan Solak, Küplerimizin Hikayesi, Hayat Ağacı, Sayı:6, Yaz/2006, s.39

[7] Ali Lafçı, Sivas Zara Tödürge Köyü Rehberi, İstanbul 1991, s. 25 ve Müjgan Üçer, Sivas Mutfağı, İstanbul 2006, s.373

[8]  Orhan Solak, Küplerimizin Hikayesi, Hayat Ağacı, Sayı:6, Yaz/2006, s.40

[9] Orhan Solak, Küplerimizin Hikayesi, Hayat Ağacı, Sayı:6, Yaz/2006, s.40-41

[10] Müjgan Üçer-Fatma Pekşen, Divriği’de Mutfak Kültürü, Sivas 2001, s. 179

[11] . Ahmet Mahir Peşken, Kainatın Başşehri Divriği, Sivas 2000, s. 179

[12]  Orhan Solak, Küplerimizin Hikayesi, Hayat Ağacı, Sayı:6, Yaz/2006, s.38

[13]  Müjgan Üçer-Fatma Pekşen, Divriği’de Mutfak Kültürü, Sivas 2001, s. 180

[14] Müjgan Üçer-Fatma Pekşen, Divriği’de Mutfak Kültürü, Sivas 2001, s . 179

[15] . Müjgan Üçer, Sivas Mutfağı, İstanbul 2006, s. 372-373

[16] Müjgan Üçer-Fatma Pekşen, Divriği’de Mutfak Kültürü, Sivas 2001, s. 240