Emekliye ayrıldım yine de öğretmenlikten kurtulamadım…Uykularımda bile onlara ders anlatıyorum…
Savrun’da okuttuğum öğrencilerimi bugünkü gibi hatırlıyorum. Bunlardan biri “Pis Demür” dü. Annesi pasaklı bir kadındı. Çocuğunu pis gezdirirdi. Okula giden öğrencilerim Demir’den tiksinirlerdi. Babası köy bekçisiydi. Mikrop kaptığı için hemen her gün hasta olurdu. Mendili bile yoktu, sümüğünü koluna silerdi. Temizlik muayenesinden sonra üstünden bit çıktığı için mecburen eve giderdi. O yıllarda bitli gezmek vakayı adiyedendi (sıradan ) bir şeydi . Köyde bitsiz çocuk yoktu fakat Demir’in üstü başı bit pire içindeydi.
Benim de yapacağım bir şey yoktu. Bit çıkan öğrencileri evlerine gönderiyordum. Bir gün az bitlilerle çok bitlileri ikiye ayırdım. Az bitlileri pencere dibine aldım. Çok bitliler kapının yanındaydı. Rahmetli babam bir gün çıkageldi. Kendisi de yıların öğretmeniydi. Öğrencilerimle sohbet etti. Dışarı çıkarken çok merak etmiş olmalı ki öğrencileri neye göre ayırdığımı sordu. O sanıyormuş ki bunları boy sırasına göre oturtmuşum. Bana bunları neye göre ayırdın, dedi. Ben de “Az bitlilerle çok bitlileri ikiye ayırdım ; bitlilerin sayısı azaldı, dedim… Sadece gülümsedi.
Demir adlı öğrencim babamın da dikkatini çekmiş olmalı ki Demir’e bu muskaların hepsi senin mi? dedi. Çarlık dönemi komutanları gibi muskaları göğsüne dizmişti. Çocuk ağlamalı bir sesle “İyi olayım diye babam getirdi.” diye cevap verdi. Gerçekten de Demir’in iyi olması için bunlardan kurtulması şarttı….
Bir gün elimde makasla sınıfa girdim, öğrencime muskaları makasla kesmesini söyledim. O da Demir’in çırpınmasına rağmen muskaların hepsini kesti…. Demir’in babası beni şikayet etti. 27 Mayıs’ın üzerinden birkaç gün geçmişti, şikayeti işleme konulmadı. Muskaları boynundan çıkınca Demir’e bir şey olmadı. Kesilen muskaları el ayak değmeyen bir yere gömmüştüm. Daha sonraki yılarda bir daha Demir’i göremedim.