Kuzu Meledi

Döl, nisan ortalarında başlar. Koçun erken katıldığı yerlerde döl erken, geç katıldığı yerlerde ise geç düşer. Kısacası, koyunların kuzuladığı döneme döl denilir. Mevsimin en hareketli ve sevimli zamanıdır. Bazı yerlerde buna “kuzu meledi” de denilir.[1]

“Kuzu Meledi: Nisan yağmurları yeni başlamıştı. Sürüler köyden uzaklaşmış, kırlar kelek sesleriyle dolmaya başlamıştı.

O gün sınıfın kapısını açtığımda masaların boş olduğu dikkatimi çekti. Çocukların “Kuzu meledi” ye gittiklerini öğrendim. Ben de bir at bulup yola düştüm. Altımızdaki şahbaz atlar perneklere çabuk kavuşturdu. Pernek benek benek giysiler içerisinde kadınlı erkekli kümelerdi. Davar sağmaya giderken bu tür gruba çok rastlardım. Fakat bugünkü giysileri bayram ya da bir düğünü andırıyordu.  Hep pahalı kumaşlardan renagarenk giyinmişlerdi. Sabahın kuşluk vaktinde tozlu yollar cıvıltılarla dolmuş, ta ilerlerden gelen türkü sesleri inin gölgeli kayalıklarında yankılar yapıyordu. “

Bu gelenek Akçakışla’da her nisan ayında tekrarlanırmış. Koyunlar bu ayda kuzuladığı için bu aya “döl ayı” denirmiş. Koyunları kuzulayanlar, çobana şükrencelik sunarlarmış. Akşama kadar yer, içer, eğlenirlermiş.

Sivas geçiminin büyük bir bölümünü hayvancılıkla sağlar. Hayvan sevgisi köklüdür. Koyunu ölünce çocuğu ölmüş gibi ağlayan kadınlara çok rastlanır.

Daha güneş kızmadan ağıllar göründü. Sürüler ağılların başındaki yamaçlarda yatıp geviş getiriyordu.  Sıra sıra ağıllar, köpek havlamaları, yorgun çıngırak sesleri doğaya bambaşka bir canlılık katıyordu. Arkamızda bıraktığımız pernekler de gelip kavuştu. Az sonra çoban kuzuların geldiğini söyledi. Kadınlar ellerinde söğüt dalcıkları ile kuzunun önüne gittiler. Bu körpe hayvanları koşturmadan, yormadan sürüye kattılar. Melemeden doğan bir uğultu bütün vadiyi sardı. Meleşi meleşi davarları emiştirdiler.  Biraz sonra kadınlar hep bir ağızdan “Uhuuuuuh!…. Uhuuuuuh!…” sesleri ile kuzuları analarından seçtiler. Arta kalan sütleri foşur foşur sağarak bakraçlara doldurdular.

Kuzu çobanı Kasım, sürüsünden bir kış kuzusu ayırarak keskin bıçakla  başını gövdesinden ayırdı. Çoban kavurması bir saatte hazırlanabilir, dedi. Kuru odunlarla gerçekten çabuk hazırlandı. Az sonra  bu vadideki davar sürülerinin tüm perneği  Kaldırak çayının suladığı gür söğüt ağaçlarının  altına toplandılar. Herkes çıkınını açarak  çobanlara getirdikleri armağanları ortaya serdiler. Haşlanmış yumurtalar, çörekler, sarığı burmalar, neler neler… Kümeler halinde toplanarak tasavvur edilmeyecek bir iştahla öğle yemeği çar çabuk yenildi.

Yemekten sonra kızlar, gelinler, kadınlar; yüz-yüz elli kişinin iştiraki ile  halaya durdular:

Koyun sana çıngıraklar takayım

Takayım da ben keyfime bakayım

Meleme koyunum, ağlatma beni,

Diye başlayan bir halay ki yerleri oynatıyor, söğütleri sallıyor.

Ak koyun meler gelir

Dağları deler gelir

Hakikatli yar olan

Geceyi böler gelir.

Diyerek bir o yana, bir bu yana sallanıştaki içtenlik insanı hayal aleminin enginlerine salar gider.

Çobanın elinde kaval

Arkasında sürü davar

Ley ley çoban sana kurban.

Bu tür halaylar, oyunlar, çobanların çaldıkları kavallarla güneş kaydı gitti. Bundan sonra anladım ki Sivas yörelerinde hayvancılık bile başlı başına bir folklor kaynağıdır.[2]

Döl düşme:

Döl düşünce çobanlar daima ikişer giderler. Kimin davarı kuzularsa, kuzusunu çoban getirip sahibine teslim eder. Dölcekliğini ister. O da yumurta, kavurga, haşıl, kömbe, oymaç/umaç’dan birini  pişirerek gönderir. İki çoban kemal-ı afiyetle günde birkaç evin yağlıklarını yerler. Şayet dölçeklik vermeyecek olurlarsa, çoban: “Kuzuladığı yerde ateş yakarım” der. Ateş yakılırsa, güya o kuzu ölürmüş, Çoban zorla dölçekliğini alır. Davarı çok olan evler bir ikindide,  bir ortasında, bir de son kuzulamada üç kere dölçeklik verir.[3]

Kös: Gemerek-Karaözü:

Kös, döl mevsiminde yapılır. Köyden bir iki km. uzaklıkta  bir saha seçilir. Burası sürülerden birinin köslüğü olur. Bu alana herkes  birer tane köslük yapmak zorundadır. Takriben bir iki metreküp kadar toprak kazılır ve çıkan toprak bir kenara yığılır. Bu çukurun üstü ağaçlarla örtülür.  Üstten bir çocuk sığacak kadar bir delik bırakılır. Böylece kös yapılmış olur. Buraya körpeler(oğlak-kuzu) konulur. Gün boyu otlayan yavrular , geceleri bu köse konulur. Öğle vakti de getirilir bu köse atılır. Küsün üstündeki delik bir kapakla kapatılır. Biraz sonra sürü gelir. Kadınlar koyunları sağarlar. Sütün geri kalanlarını da kösteki yavrulara emzirtirler.[4]

Elbeyli Yöresi: Dölcelik-Kuzu Getirme

Koyun veya keçi, açık arazide, sürüyle birlikte kuzularsa, çoban onları heybesine veya hurcuna koyarak köye getirir. Kuzu veya oğlak getiren çoban veya çocuklara, yumurta, şeker, üzüm gibi yiyecekler vermek bir gelenektir. Buna dölcelik adı verilir. Kuzu getirene getirdiği her her kuzu için bir yumurta bahşiş verilir.[5]


[1]Emin Kuzucular, Şarkışla Takvimi(2),  Sivas Folkloru, Sayı: 72-73, Ocak-Şubat 1979, s.14

[2] Emin Kuzucular, Kuzu Meledi, Sivas Folkloru, Sayı: 8, Eylül 1973, s. 11-12

[3] Halil Sami(Özen), Divriği Yağbasan Köyü Folkloru (Hazırlayan : Kutlu Özen), Sivas 2003, s.29

[4] Ahmet Özerdem, Karaözü Manileri, Sivas Folkloru, Sayı:28, Mayıs 1975, s.11-13

[5] Kadir Pürlü, Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri, (Cilt:2),  Sivas 2002, s. 879