Kuyumcu, değerli maden(altın ve gümüş ) ve taşlardan bilezik, küpe gibi süs eşyası yapıp satan kimsedir. Osmanlıcadaki karşılığı “zer-gerlik” tir.
Kuyum; altın ve gümüşten yapılmış süs maddeleridir.
Müjgan Üçer, kuyum kelimesinin Türkçe bir kelime olduğunu, tunç dökme işine de kuyum denildiğini belirtmiştir.Yine kuymak sözcüğü Eski Türkçede eritmek anlamında kullanılmıştır.
İlk süs eşyası madenden dökülerek yapıldığından, sonradan kıymetli taşlardan süs eşyası yapmaya da “kuyumculuk” denilmiştir.[1]
İlk çağlarda maden eritmeyi öğrenen insanlar altın ve gümüşü eritmişler ve bundan süs eşyaları dökmüşlerdir. Eski Türkler, ince döküm işlerinde çok ileri idiler. Osmanlı döneminde, altın, gümüş ve kıymetli taşlarla çok değerli, paha biçilmez sanat eserleri meydana getirilmiştir.
Sivas’ta kuyumculuk, günümüze kadar gelen ürünlerinden görüldüğü üzere, çok gelişmiş olan bir sanattır.
Sivas’ta kuyumcu dükkanları, eskiden Meydan Camii çevresinde ve şimdiki Terziler Çarşısı’nın yerinde olan Bezazlar Çarşısı’ndaydı. Sivas’ta özel kuyumculuk işleri, eserlerdeki ustalık ve bunların zarafetiyle İstanbul’dan sonra ikinci sırayı alırdı. Osmanlı döneminde, gümüş ve altın üzerine vurulan damgalar üç ilin adını taşırdı ki, bunlar İstanbul, Sivas ve Van idi.
Son yıllarda kuyumculuk bir el sanatı olmanın ötesinde bir sektör olarak geliştiğinden, artık Sivas’taki kuyumcuların pek çoğu kendi imal ettikleri eserlerin yanında, İstanbul’da veya diğer yörelerde(Beypazarı, Eskişehir gibi) imal edilen ürünleri de satmaktadırlar.[2]
Gümüş işleme teknikleri:
Sivas’taki gümüş ustaları “telkari, savat, kalem işi ve kakma olmak üzere dört çeşit teknik kullanmaktadırlar.
Telkari:
Kelimenin yazılışı tel-kari’dir. Türkçe ve Farsça iki kelimeden meydana gelmiştir
Adından da anlaşılacağı gibi telkari, ince gümüş tellerin şekil verilerek telkari adını alan , kemerler, bilezikler, bardak zarfları ve tabakları, broşlar, yaka çiçekleri, ağızlık vb. üzerlerinin süslenmesi gibi eserlerde görebildiğimiz tarzdır.[3]
Telkari, yüzde yüz saf gümüşten yapılır.
Telkaricilik, kökü Osmanlı’ya dayanan, babadan oğla geçen, usta-çırak ilişkisiyle yürüyen bir meslektir.
Telkari yapımı sırasında gümüşün ham maddesi eritilip çubuk haline gelebilmesi için kalıba dökülür. Soğumaya bırakılır. Soğuyan parça istenilen şekilde tel haline getirilir. Önce yapılacak işin taslağı(iskeleti) hazırlanır. Yüzde yüz saflıktaki gümüş 950 derecede hararetle ısıtılarak yapılmış olan parçalar birbirine kaynatılır. Diğer taraftan çubuk halindeki gümüş bir saç teli kalınlığına(0.22) getirilir. Örülerek şekiller verilir. Daha önce hazırlanmış olan taslağın boş olan bölümlerine yerleştirilir. Sıkıştırılıp kaynak aşamasına geçilir. Toz haline getirilen gümüş, parçaların üstüne eşit miktarda serpilir. İstediğimiz ebatta ve ölçüde takılar, süs eşyaları, biblolar, şekerlikler vb. eşyalar yapılabilir. Telkariyle yapılan gümüş işlemeler, diğer döküm veya başka işlemlerde yapılan mamüllerden, sağlamlık ve kararma açısından daha dayanıklıdır.[4]
Telkari tekniği, kuyumculuktaki en zor tekniktir. Telkari yapan, kuyumculuğun bütün tekniklerini yapar.
Telkari sanatını bugün Şahin Kantarcıoğlu ve kardeşleri sürdürmektedir. Gerçek bir sanatkar olan Şahin Kantarcıoğlu, 1948 yılında Sivas’ta doğmuştur. Telkari sandık, su bardağı ve tabağı işlemesi, yuvarlak ve elips tepsiler, çeşitli takılar hep onun eseridir.
Bu sanat Katarancıoğlu ailesi ve Toros Basmacı ailesi tarafından sürdürülmüştür. Aytaç Sirer ve Acar Beyleroğlu da tanınmış telkari ustasıdır.[5]
Savat:
Sevad/Sevad, , karanlık, siyahlık, yazı karalama(müsvedde) gibi anlamlara gelmektedir. [6]
Beyaz gümüşün üzerinde siyah süsleme yani savat, tütün tabakası, enfiye kutusu, sigara ve kül tablaları, kemer, ağızlık, semaver, nargile üstü, hamail(hamaylı), at koşumu, kılıç, kama ve hançer kabzası ve kınları, su tası, hamam tası, tepelikler, düğmeler ve fincan zarfları gibi eşyaların üzerine işlenmiştir. Gümüşten yapılan bir çok eşyanın üzerinde savat işçiliği vardır.
Bu işçilik, Anadolu’muzun doğusunda, bugün sınırlarımızın dışında kalan ve Kafkasya’yı da içine alan eski Türk topraklarında pek yaygındı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde sınırlarımızı aşmış ve Avrupa’da, özellikle Fransa’da, çok ilgi görmüştür. Bu ilginin derecesini belirtmek için, büyük savaş öncesi Van şehrimizde 120 dükkanda savat işçiliği yapıldığını söylemek yeterlidir. (…) Van işçiliğinin dışında Bitlis ve Erzincan işleri de son derece zarif ve ustalıklı işlerdi. Daha sonraları Sivas, Eskişehir, Kula, Trabzon, Samsun gibi bölgelerde de savat işlerinin güzel örnekleri yapılmıştır.[7]
Savat ustası Kamil Babalar: 1935 Sivas doğumludur. 1946 yılında Sıtkı Togay Usta’nın yanında çıraklakla başlayan meslek hayatına, Sıtkı Usta’nın birkaç yıl sonra İstanbul’a göç etmesinden sonra, onun isteğiyle Turan Özavcı ve Alaadin Kiriş ustaların yanında devam etmiş, askere gidip kendi işini kurana kadar bu ustaların yanından ayrılmamıştır. Kamil usta evli ve sekiz çocuk babasıdır.[8] (Fatih Dervişoğlu).
Savatlama işlemi:
Savatlanacak gümüş eşyanın üzerine işlenecek desen çizilir. Sonra bu desen, çelik kalemler yardımıyla ve “kalem işi” denilen tarzda oyulur. Burada iki önemli husus vardır:
a. Kalınca gümüş levha üzerine derin kalem atılır. Bu hem eserin ömrünü uzatır, hem de güzel gösterir. Bu tip derin kalem işine “Kafkas işi” denir. Bu tarzda en ziyade kemer, kemer tokası, kılıç ve hançer kabzası, koşum takımları yapılmıştır.
b. Bir veya bir buçuk milimetre incelikte levha haline getirilen gümüş üzerine atılan kalem ise daha az derindir ve incedir. Bitlis, Van, Erzincan, Sivas işleri bu kalemden işlerdir. Tütün tabakası, enfiye kutusu, bilezik, tepelik süslemelerinde kullanılır.
Savatın hazırlanması:
Gümüşün üzerindeki oyma işi tamamlandıktan sonra, savat hazırlanır. Formülü şöyledir:
Bir ölçü gümüş, dört ölçü bakır, dört ölçü kurşun, yeterince kükürt. Gümüş ve bakır bir potada eritilir; buna kurşun ilave edilir. İkisi de eritildikten sonra bu eriyik içine kurşun ilave edilir. Kurşun da eriyince kükürt karıştırılmaya başlanır. Kükürt yedirme işi karışımın yeterince siyah olmasına kadar devam eder. İyice eriyip karışan mahlul bir madeni kaba boşaltılarak soğumaya terk edilir. Soğumakta olan savat güvercin kanadı rengindedir. Soğuyup sertleşen savatı kırıp parçalarlar. Bir havanda toz haline gelinceye kadar döver, un ederler; elekten geçirirler. Tenkar(boraks) karıştırılıp sulandırılan savatı çamur kıvamına getirirler. Savat hazırdır. Bu durumda çamur olarak(sürme savat) kullanıldığı gibi, kuruduktan sonra toz halinde de(ekme savat) kullanılabilir.
Önceden çelik kalemlerle hazırlanmış olan işin oyuk yerlerine savat doldurulur ve ocak ateşine tutulur. Yeniden erimeye başlayan savat, bütün boşlukları doldurur. Böylece işin önemli kısmı biter. Ateşten indirilen iş, soğuduktan sonra eğelerle tesviye edilir. Lüzumsuz görülen yerlere yeniden kalem atılır ve en sonra da keçeyle parlatılır.[9] Altın üzerine de savat yapılır.
Savat tekniğiyle yapılan süs eşyaları: Hamaylı, yüzük, broş, saç tokası, ağızlık, kemer,muska, çay kaşığı, tepsi, ibrik, tabak…..(Fatih Dervişoğlu)
Kakmacılık:
Gümüşçülüğün diğer bir dalı ise, dövülerek işlenen kakmacılıktır. Plaka haline getirilen gümüş, kurşun kalıp üzerine gerdirilerek –ustanın kendine ait yapmış olduğu- çelik kalem diye adlandırılan nesneyle dövülerek şekillendirilmesi sağlanır. Bu parçalar işlenerek tepsi, tabak vb. eşyalar haline getirilir. (R.Yıldız)[10]
Döküm:
Döküm yapabilmek için tahtadan veya kurşundan yapılmış kalıplar hazırlanır. Bu kalıplar “derece” diye tarif edilen, sarı(maden)’dan yapılmış dikdörtgen biçiminde makromeden daha büyük çerçeve içine konur. Daha sonra daha ince ırmak kumuyla (kalıp tam ortasına gelecek şekilde) çerçeve doldurulur.Çerçevenin tam ortasında bulunan kalıp, kumla iyice sıkıştırılır. Kalıbın şeklinin kuma geçmesi sağlanır, kalıp çıkartılır. Kumun arasında kalan boşluğa maden eritilerek dökülür. Bu yöntem pek sağlıklı değildir. Madenin fazla ısınması moleküllerinin çabuk çürümesine yol açar. İleride çatlamalar ve kararmalar oluşur. Fakat ucuz olduğundan dolayı tercih edilmektedir.( R.Yıldız)[11]
Sivas’ta yapılan gümüş işleri:
Sivas kuyumculuk sanatının en güzel örneklerini Sivas Müzesi’nde görebildiğimiz gibi, aileden intikal eden ve ata yadiğarı olarak özenle muhafaza edilen gümüş eşyalar birer antika olarak evlerimizde yer almaktadır.
Günümüzde gümüş eşya olarak en fazla yapılan eserler şöylece sıralanabilir:
Gümüş çekmece(küçük sandık), nalın, hamam tası, kemer, çay tepsisi, çay kaşığı ve tabakları, telkari bardak zarfı, kalem, yüzük,, sigara kutusu, sigara tablası ve ağızlığı, bilezik(kolbağı), toka, kolye olarak kullanılan muska ve mutlaklar, kolyeler, küpe, çeşitli broşlar, yaka çiçekleri, yüksük ve düğmedir.
Eskiden kadınların baş süslemede kullandıkları gümüş tepelikler, nazarlık amacıyla kullandıkları muska, mutlak ve hamailler de antikadır. Gümüş paradan(iki kuruş) yapılmış olan çay kaşıkları ve şekerlikler, gümüş ayaklı şerbet tasları, atların koşum takımlarının gümüşleri, uzun örgü saçlara takılan gümüş saç boruları ise çoktan unutulmuş olan gümüş eşyalar arasında sayılabilir.
Eski gelinlerin süsü olan şıkırdaklı nalınlar, gümüşten olduğu gibi bafon(alpaka)’ dan yapılırdı. Günümüzde antika olan bu nalınlar, şimdi turistik amaçla yine yapılmaktadır.
Sivas’ta kuyumcuların imal ettikleri altın toplar, eskiden her Sivaslı hanımın süsü olan kolyelerdi. Günümüzde de yapılan altın top, 14 ayar altının dövülerek, 1 cm çapında içi boş küreler haline getirilmesi ile hazırlanır. Bir kolyede 18-20 kadar top bulunur.
Kuyumcuların, fildişi tarak üzerine yapmış oldukları mücevherli süslemeler , altın çiçekler ve üzerine kuş konmuş olan altından dallar, yine fildişi tarak üzerindeki altınlı zarf, kuyumcu ustalarının artık imal etmedikleri eserlerdir.[12]
Kuyumcuların kullandıkları alet ve avadanlıklar:
Kuyumcular silindir, kömürlü körük, pense, kargaburnu, kıl testeresi, eğe, el mengenesi, el matkabı, küçük örs, kalıplar, modeller, döküm dereceleri gibi aletler kullanırlar. Gümüşü ETİBANK’tan veya ikinci elden alırlar. Gümüş çekmece ve nalın yapımı için gümüşü eriterek plaka haline getirirler.
Kuyumcu esnafının inancına göre, Hz.Süleyman, kuyumculuğun piri olarak bilinmektedir. Meslekte doğruluk, dürüstlük ve mesleğe bağlılık esasıyla yetişenler usta olmuş, aksi davrananlar ise meslekten ihraç edilmiştir. Kuyumculuk, Sivas halkı tarafından, temiz ve kazancı bol meslek olarak kabul edildiğinden “Akıllı oğlum kuyumcu” denilerek bu meslek özendirilmiştir. Çok çalışıp ve kendini dünya işlerine yorarak ibadette kusur edenlere ise, “Ahirette kuyumcu mu olacaksın?” latifesi yapılır. Sivas’ta ünlü ve zarif bir çorap nakışı ise “kuyumcu iğnesi” adını almıştır.[13]
Kuyumcu esnafı:
1930’lu yıllarda Zileli Nuri Usta ve Kafkas kökenli Ömer Usta, gümüş işçiliğine kendi üsluplarını hakim kılmışlar; sanatkarların yetişmesine ve Sivas’ta bu mesleğin altın devrini yaşamasına vesile olmuşlardır.
Adı geçen ustaların ilk takipçileri Mustafa Enes, Bahattin Usta, Turan Çaycı, Boğos Elmadağ ve Sahak İpekli gibi isimlerdi.(Fatih Dervişoğlu)
1950-1970’li yıllarda en güzel örneklerini veren gümüş işleme sanatı, çeşitli atölyelerde “telkari” ve “savat” işlemelerinin en güzel eserlerini ortaya koymuştu. Ustalar kendi aralarında kaynakçı, telkarici, kalemci, parlatıcı gibi gruplar oluşturmuştu ve her usta kendine özel kalıplar kullanırdı ve bir tarz sahibiydi.(Fatih Dervişoğlu)
Sivas’ta gümüş işçiliğinin emektarları: Zileli Nuri, Ömer Usta, Sıtkı Togay, Mustafa Enes, Mico, Varujyan, Şeref, Nezaret, Aytaç Siler, Acar Ustalar, Kamuran Güvenal gibi niceleri; kimi şehrimizi, ülkemizi hatta fani dünyamızı bile terk ettiler ama Turan Çaycı, Kamil Babalar, Mehmet Nallar, Şahin Katrancıoğlu, Basri Dönmez, Minas Ustalar hala geçimlerini bu meslekten sağlıyor. Zaman zaman büyük şehirlere ve hatta Avrupa’ya, Amerika’ya yerleşmiş eski meslektaşlarının ziyaretleriyle tazelenip sanatlarının ihtişamlı günleriyle avunuyorlar.(Fatih Dervişoğlu)
Halen Sivas’taki kuyumculardan, Sivas’a has kuyumculuk örneklerini imal eden ve yaşatan ustalar Kamil Babalar, Yadigar Balcılar, Basri Dönmez ve kardeşi Bahri Dönmez, Şahin Kantarcıoğlu, Şükrü Gülen ve Turan Çaycı(Telören)’dır.
Bu geleneksel sanatı yaşatan kuyumcu esnafının çalışmalarının zaman kaybetmeden belgelenmesi, Sivas’a has bu el sanatının unutulmaması, tanıtılması, gençlerin bu mesleğe özendirilmesi, hatta bu mesleğe elaman yetiştirmek üzere bir okulun veya kursların açılması en samimi dileğimizdir.
[1] Müjgan Üçer, Sivas’ta Kuyumculuk, REVAK/97, s. 73
[2] Üçer, a.g.m., s. 73
[3] Üçer, a.g.m., s. 73
[4] Recep Yıldız, Gümüşçülük, Revak/2002, s.215
[5] Kutlu Özen, Şahin Katrancıoğlu ile yapılan konuşma(25 Şubat 2005)
[6] Orhan Sağlamer, Savat, Revak/92, s.134
[7] Orhan Sağlamer, Savat, REVAK/92, s.134
[8] Fatih Dervişoğlu, C.Ü. Eğitim Fak. Öğretim Üyesi
[9] Sağlamer, a.g.m., s. 135-136. Sağlamer, bu bölümü hazırlarken Savak İpekli, Adil Ayter ve M.Zeki Kuşoğlu’nun bilgilerinden faydalanmıştır(1992).
[10] R.Yıldız, Gümüşçülük, Revak/2002, s215
[11] R.Yıldız a.g.m. s.215
[12] Üçer, a.g.m., s. 75
[13] Üçer, a.g.m., s. 75-76