Köye geleli birkaç hafta olmuştu. Köyün gençleri ziyaretime geliyorlardı. Ben de onlara çay yapıyordum. O tarihlerde radyo olmadığı için gençler saz çalıp türkü söylüyorlardı. Türkülerin çoğunu ilk defa duyuyordum. Teybim olmadığı için bu güzel türküleri derleyemedim..
Okul tek öğretmenli idi. Bütün öğrenciler aynı salonda derse giriyordu. Daha önceki yıllarda dördüncü ve beşinci sınıflara öğretmenler girer, diğer sınıfları “eğitmenler” okuturdu.
Öğrenci velileri de zaman zaman okula gelip ders dinliyorlardı.
Bir gün ben derste iken bekçi, sınıfa girdi.
-Öğretmenim, köyümüze dedeler geldi, muhtar’ın evinde oturuyorlar, seni de yemeğe bekliyorlar, dedi.
Bekçiye, yemeğe geleceğimi, söyledim.
Dedeler köye gelmişler, muhtarın evine misafir olmuşlardı. Köylülerin ayakkabıları kapının önüne dizilmişti. Köyün bekçisi bunları yerleştiriyordu. Köylüler yün çorapları ile içeri giriyorlardı. İçeri girerken kapıya ve eşiğe niyaz ediyorlardı. Dede ve diğer dedeler kendilerine ayrılan yüksekçe bir yerde oturuyorlardı. Dedelerin oturduğu yere halı ve kilim döşenmiş, üzerine de yastık ve büyük minderler konulmuştu.
Köylüler dedenin oturduğu yere kadar geliyor, dua aldıktan sonra yerlerine oturuyorlardı.
Ben o tarihe kadar dedeler hakkında bilgi sahibi değildim. Yürüyerek içeri girdim, en yaşlı dedenin elini öptüm, minderlerden birinin üzerine oturdum.
Zenginlik her yerde geçerliydi. Köylüler zenginliklerine göre hürmet görüyorlardı. Fukara köylüler dedenin elini öptükten sonra duvarın dibindeki yerlerine oturuyorlardı. Bunların yeri kapı girişi idi.
Alevi cemlerinde katı bir protokol uygulanır. Kimse gelişi güzel oturamaz. Herkesin gediği (yeri) bellidir.
Alevi köylerinde dedelik önemli bir makamdır. İnanışa göre dede Hz.Peygamber’in soyundan/ehl-i beyt ‘ gelen bir inanç önderidir. İmirhan’a gelmeden önce bunları bilmiyordum
Sedirde oturanların hepsi yaşlı kimselerdi. İlkin muhtar söze başladı ve beni tanıttı. Sonra dedeler konuşmaya başladı. Hz.Ali’den ve 12 İmamlardan bahsetti. O güne kadar adını duymadığım Yezit’ten bahsetti. Herkes Yezit’e lanet etti. Ben o kadar cahildim ki Hz. Hüseyin’in Kerbela’da Yezit’in orduları tarafından şehit edildiğini bile bilmiyordum.
Dedelerin konuşması bitince aşıklar, Pir Sultan Abdal’dan, Kul Himmet’ten, Hatayi’den deyişler söylediler. Bu deyişleri ilk defa duyuyordum. Deyişler de bitince sofralar kuruldu ve yemekler geldi.
Kesilen kurban etiyle bulgur pilavı pişirilmişti. Lokmalar alınmadan önce dede dua etti. İlk lokmayı dua eden dede aldı. Bunu diğer dedeler takip etti. Daha sonra sofradakiler yemek yemeye başladı. Lokmalar yenilip bitirilince dede bir daha dua etti.
Misafir dedelerden bir tanesi yemekten sonra bana dönerek:
-Öğretmen efendi , işte Alevilerin cemi bu, dedi.
Herkes evlerine dağıldı.
Ben de cem törenini görmüş oldum.
Uykusuz kalan öğrenciler
Dede köye geldikten sonra Abdal Musa ve Görgü cemine başladı. Akşam olunca köylüler “görgü damında/cem evinde” toplanıyor, gece yarısına kadar ibadet ediyorlardı. Beni ceme davet etmediler. Cemi yürüten genç dede benim gelmemi istememiş…. Beni tanıyan diğer dedeler de çok ısrar ettikleri halde başarılı olamamışlar.
Dedeler köyde bulundukları müddetçe bana uğrarlar, çay içip sohbet ederlerdi. Yağbasanlı Mehmet Dede, Timisili Ağ Dede, İmirhanlı Haydar Dede, Çamşıhılı Sadık Efendi gibi muhterem zatlar baba dostuydu.
Köy içindeki cem törenleri iki hafta kadar sürdü. Ceme katılan ve bu yüzden uykusuz kalan öğrencilerim okula gelemediler. Cem bitip de misafir dedeler uğurlandıktan sonra okula gelmeye başladılar.
Dedenin köyden uğurlanması
Dedeler cemden sonra köylerine gittiler. Cemi yöneten Haydar Dede birkaç gün sonra köyden ayrıldı. Cem boyunca görgüye girenler, kurban kesenler Dede’nin Hakullah’ını verdiler. Bu Dede’nin hakkıydı çünkü cemi yürütmüş, küsülü olanları barıştırmış, ufak tefek arazi davalarını tatlıya bağlamıştı.
Köy halkı meydanda toplanmıştı. Dedeye verilen hediyeler eşeğe yüklenmişti. Kadınlar, Dede’nin hanımına hediye hazırlamışlardı. Bunlar hırka, çorap, eldiven gibi dokumalardı. Dede köyden ayrılmadan önce herkese dua etti, yapılan ibadetlerin kabul edilmesini Allah’tan diledi. Köylüler Dede’lerini gözden uzaklaşıncaya kadar uğurladılar.
Köylerdeki adak yerleri
Zaman zaman köyden ayrılıp komşu köyleri ziyaret ediyorum. Yine böyle bir gezinti sırasında arkadaşım büyük bir kayayı göstererek “ Burası ziyaret” dedi. Kayanın yakınlarında türbe, mezar gibi şeyler yoktu. Ben “Hani mezar? Mezar göremiyorum” dedim. O bana “ Bizim köylerde ziyaret böyle olur. Mezar olması şart değildir , dedi. Yağbasan köyündeki “Garip Ardıç” kutsal bir ağaçtı. Köylüler her yıl tepe üstündeki ağacı ziyaret eder, kurban keserlerdi.
Bazen görgü sorgu için gelen bir Alevi Dedesi’nin karşılandığı, uğurlandığı yer kutsaldır. Bu tip ziyaretlere “Dede düşeği” denir. İmirhan’daki dedelerin uğurlandığı yer taş yığınlarından ibarettir. Yol üstündeki bu adak yerini ziyaret edenler, oradaki taşlardan birini öperler ve aldıkları taşı yerine bırakırlar.
Bu tip adak yerlerinde Fatiha okunmaz. Çünkü ziyaret edilen yerde iskelet bulunmaz. Sadece civardaki ağaçlara ve çalılara bez bağlanır, adak olarak horoz kesilir. Bu tip kurbanlara “Cebrail” denir. Çünkü Cebrail kanatlı bir melek olarak düşünülür.
Eski Türk inançlarında ağaçlar, taşlar, su gözeleri, ırmaklar…kutsaldır. Adak yerlerindeki ağaçlar kesilmez. Sular kirletilmez. Biz bu inanca “Yer-Su” kültü diyoruz.
Yine eşik kutsaldır. Dedenin cem yaptığı yerin kapısı ve çerçevesi de kutsaldır. İçeri girenler buralara niyaz ederler. Bütün bunlar eski Türk inançlarının Anadolu’daki devamıdır.