Kösedağı Savaşı’nın Türk Tarihindeki Yeri (3Temmuz 1243)

Giriş: Eski bir yerleşim yeri olan Suşehri, Sivas il merkezinin kuzeydoğu tarafında yer alır. İlimize 144 km. uzaklıktadır.

Daha önceleri Suşehri’ne bağlı olan Akıncılar ve Gölova bucakları 1990 yılında birer ilçe merkezi olmuşlardır.

Büyük önder Atatürk’ün Suşehri’nden geçiş tarihi olan 1 Eylül mahalli gün olarak kutlanmaktadır.[1]

Biz bu tebliğimizde Moğolları’ın zaferiyle sonuçlanan; Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonunu hazırlayan “Kösedağı Savaşı”ndan bahsedeceğiz. Savaşın sebep ve sonuçları üzerinde duracağız.

Sivas’ta ve Suşehri’nde Türk Egemenliği:

Sivas’ın Danişmentlilerin hakimiyetine girmesi:

Gerek 658 yılında Emeviler, gerekse 1059 yılında Türklerin Anadolu içlerine yaptıkları akınlarda Sivas belirli müddetlerle Türklerin egemenliğine girmesine rağmen  Sivas’ta kurulan ilk Türk devleti Danişmentli Devleti’dir. Alparslan’ın komutanlarından Danişment Gazi, düzenlediği bir akınla 1075 yılında Sivas’ı ele geçirdi.

 Danişmentli Devleti 1175 tarihine kadar varlığını sürdürdü.

Sivas’ın Selçuklu hakimiyetine girmesi:

 Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. Kılıçarslan, Anadolu’da birliği sağlamak üzere  1175 yılında Danişmentli Devleti’nin iç kargaşasından yararlanarak Sivas’ı ele geçirdi.

II. Kılıçarsalan  bir müddet iktidarını sürdürdükten sonra yaşlılığını da göz önüne alarak ülkesinin topraklarını 1185 yılında oğulları arasında pay etti. Sivas ve çevresi büyük oğlu Kutbeddin Melikşah’a düştü. Tokat Emiri olan kardeşi Rükneddin Süleyman daha sonra Melikşah’tan  Sivas ve Konya’yı alarak  Selçuklu Devleti’nin bütünlüğünü yeniden sağladı.[2]

1.İzzettin Keykavus’un Sivas’ı merkez yapması:

1211 yılında  tahta çıkan 1.İzzettin Keykavus  Sivas’ı merkez yapmış ve uzun süre bu şehirde kalmıştır. İzzettin Keykavus, Anadolu’nun ilk tıp fakültelerinden olan Şifaiye Medresesi’ni 1217 yılında açmıştır. İzzettin Keykavus 1219 yılında Sivas’ta ölmüş, vasiyeti üzerine Şifaiye Medresesi  içindeki türbeye gömülmüştür.[3]

1.Alaeddin Keykubat:

İzzettin Keykavüs’ten sonra tahta geçen I.Alaattin Keykubat da şehrin imarına devam etmiştir. 1219 yılında tahta geçen ve Anadolu’da birliği sağlayan I. Alaattin Keykubat dönemi  Sivas’ın gerek ilim, gerekse bayındırlık yönünden çalışmalarının yoğunlaştığı  dönemdir. Bu dönemde bir çok  bayındırlık hizmeti ile birlikte Sivas Kalesi  yeniden onarılmıştır.

Moğolların Sivas’a ilk saldırıları:

Moğolların 1231 yılında Sivas’a  saldırıları üzerine I. Alaaddin Keykubat bu saldırıyı rahatlıkla atlattı. Ama  Moğolların Anadolu’daki akınları yoğunlaşmıştı.

Sultan Keyhüsrev’in tahta geçmesi(1237-1246)

Alaaddin Keykubat, 1237’de öldüğünde yerine oğlu II.Gıyasettin Keyhüsrev geçti. .  1237 yılında tahta geçtiği zaman 14 yaşında idi. II.Keyhüsrev dünyanın en parlak devletinin varisi oldu. . Dünyanın en güçlü ordu ve donanması Selçukluların elinde idi. Bütün bunlara rağmen devlet tecrübesi olmadığı için  ağır vergiler altında ezilen

Babai  İsyanı(1240):

Türkmenler 1240’ta  Baba İshak önderliğinde ayaklandılar. Adıyaman ve Kahta’yı ele geçiren Türkmenler, Malatya Subaşısı’nı  iki kez yenilgiye uğrattılar. Daha sonra Sivas üzerine yürüdüler. Sivas askerleri ve halk silahlanarak   karşı koymaya çalıştılarsa da bozguna  uğradılar. Sivas’ın ileri gelenlerini öldüren Türkmenler, Sivas’ı yağmaladılar. Devlet bu ayaklanmayı güçlükle bastırabildi.[4] Babai isyanı devletin bünyesini sarstı ve Moğollara karşı ileride olacak mukavemeti azalttı

Baycu Noyan’ın  Moğol ordusunun başına geçmesi:

İran’daki Moğol ordularının başkumandanlığına Cormagon Noyan’ın yerine 1241’de Baycu Noyan tayin edilmişti. Kafkasya’da Gürcü ve Ermeni kuvvetlerini de beraberine alan Baycu, büyük bir Moğol ordusunun başında, Anadolu kapılarında fırsat gözlüyordu. Babai isyanı ve  hükümdarın küçük yaşta bulunması, ona aradığı fırsatı verdi.

Baycu Noyan’ın  Erzurum’u yağmalaması(1242)

Baycu Noyan, Selçuklunun gerçek askeri kudretini tartmak üzere 1242 kışında Erzurum’u muhasara etti. Türklerin kahramanlığı ve kış basması karşısında Moğolların cesareti kırılıyor; hatta dönmek niyetinde oldukları gözüküyordu. Fakat surlardan bir kısmı yıkılınca  şehre girdiler. İbni Bibi’ye göre sultanın gönderdiği ordu Erzincan’a vardığında şehir düşmüştü.

Erzurum, Türk tarihinde ilk defa tahrip edildi,  soykırıma ve yağmaya uğradı. Moğollar tahrip, imha ve yağmadan sonra şehri yaktılar ve surları da yıktılar. Alınan esir ve ganimetlerle birlikte kışlık karargahları olan Mugan’a döndüler. Böylece Erzurum, Moğol istilasının ilk kurbanı oldu. Moğollar Türkiye’yi istila kapısını artık açmışlardı.[5]

Moğol istilasına karşı önlemler:

Dünyayı istila ve tahrip eden Moğol istilası henüz hızını kaybetmemişti. Selçukluların endişe ile takip ettiği bu istila nihayet Türkiye’nin kapılarına da  dayanmıştı. Erzurum felaketi ile de tehlike başlamıştı. Erzurum’un düşmesi Moğollar için artık ümit verici bir yoklama oldu.

Kış basması ve Moğolların  Muğan kışlığına çekilmeleri Selçuklulara bir hazırlanma fırsatı verdi.

Devlet erkanı, sultanın huzurunda toplanarak Moğol meselesini müzakere etti. Bu görüşmeler sonunda komşu Müslüman ve Hıristiyan hükümdarlara elçiler gönderip yardım istenmesi, “Moğol tehlikesinin müşterek bulunduğu ve Selçuklular mağlup olduğu taktirde sıranın kendilerine geleceği” üzerinde görüşüldü.[6]

Keyhüsrev’in Sivas’a gelmesi:

Gıyasettin Keyhüsrev kış mevsiminde hazırladığı ordusunu Kayseri’de topladı. Başlıca kuvveti teşkil eden Anadolu sipahileri, merkez kıtaları, Gürcü, Frank ve Kıpçak ücretli askerleri ile Sivas’a doğru hareket etti. İbni Bibi’ye göre Selçuklu ordusu Kayseri’den hareketinde 70.000 kişi idi.[7]

Moğol ordusunu Sivas’ta karşılama düşüncesi:

Selçuklu ordusu Sivas’ta beklerken Baycu Noyan kumandasında Gürcü ve Ermeni askerleri de dahil olmak üzere, Moğol ordusunun hareket ettiği haberi geldi.

Akıllı ve tecrübeli devlet adamları ordunun silah ve erzakla dolu Sivas’ta kalmasını, orda tertibat alıp yorgun düşen düşmana karşı savaşa çıkılmasını ileri sürüyorlardı. Lakin  Nizamettin Suhrab ve Sultan’ın Muhafızı gibi tecrübe ve harp görmemiş kimseler ortalığı karıştırıyorlardı. Sultan’ın gururunu kırıcı sözler söylüyorlardı. Sultan bu tahrikler karşısında ordunun hareketine emir verdi.[8]

Selçuklu ordusu’nun Kösedağı’na hareket etmesi:

80.000 kişilik Selçuklu ordusu Sivas’tan hareket ederken, Moğollar da  süratle Erzincan’ı geçmiş, Sivas’a doğru ilerlemişlerdi. Selçuklu kuvvetleri  Sivas-Erzincan’dan geçen tarihi kervan yolunu takip ederek  Zara ve Suşehri arasında Kösedağ’a varınca, Moğol askerleri de buraya yakın olan Akşehir berisindeki ovaya gelmişlerdi.

Keyhüsrev’in tecrübesizliği:

Selçuklu ordusunun başında liyakatsız bir hükümdar bulunuyordu.  Gerçekten bu zayıf Selçuklu  sultanı burada büyük bir askeri hatayı işliyordu. Zira Gıyaseddin Keyhüsrev akıllı devlet adamlarının  süzüne baksa ve Moğolları Sivas’ta beklese idi, Selçuklular için muharebe en uygun şartlarda kabul edilecekti.

Bundan başka Kösedağ’da buna benzer bir durum hasıl oldu. Gerçekten Kösedağ’a varan, otlak ve sulak bir yer bulan Türk ordusu burada askeri bakımdan müdafaası sağlam, düşmanın geçmesine ve tecavüzüne imkan vermeyen bir arazi üzerinde bulunuyordu. Fakat yine sultanın yakınları bulunan Nizamettin Suhrab ve diğer cahiller burada da rol almaya başladılar.

Tecrübeli Türk kumandanları, moğol ordusunun kahramanlığı ve ölmeden muharebe meydanından çekilen her Moğol askerinin cezasının ölüm olduğunu bildikleri için dağ geçitlerini tutup, düşman  saldırısının beklenmesini, I. Ve II. Kılçarslanlar’ın çok kullandıkları bu uygulamanın tatbik edilmesini istediler.

Buna mukabil sultan, bu küstah ve cahil maiyeti ile geceyi içki ve eğlence ile geçirdi.

Savaşın Başlaması:

Türkiye tarihinde feci bir dönüm noktası teşkil eden Kösedağ muharebesi işte bu şartlara göre başlıyordu. Sultan, devlet adamlarının fikirlerine itibar etmediği için, ertesi gün Nizamettin Suhrab’ın hislerine ve “Allah onlarla olsa dahi Moğolları mağlup ederim” gibi idraksiz beyanlarına uygun olarak öncü kuvvetleri boru ve davul sesleri ile birlikte harekete geçirdi. Devlet adamları istemedikleri halde bu geleceği belirsiz maceraya sürüklendiler.[9]

Öncü birliklerin Moğol ordusuna yenilmesi:

Nizamettin Suhrab  kumandasında bulunan  20.000 (bir rivayete göre 3.000) süvari boru ve davul sesleri ile dağdan ovaya iniyor ve Moğollara karşı hücuma geçiyorlardı. Bu öncü kuvvetler arasında Halep ve uç Türkmenlerinden başka Frenk ve Gürcü askerlerinin de bulunduğunu İbni Bibi doğrulamaktadır.

Bu Selçuklu kuvvetleri karşısında Moğollar, geleneksel göçebe Türk muharebe taktiğine göre sahte bir geri  çekilme yapmış; selçuklu kuvvetleri de Moğolların yenilerek geri çekildiklerini sanmışlardı.

Öncü kumandanları da Moğolların bozguna uğradığını sultana müjdelemişlerdi. Fakat çok geçmeden Baycu Noyan  geri dönüp hücum emrini verince Selçuklu öncüleri şehit edildi.

Sultan, dağ üzerinde ordugahında şaşkın bir vaziyette durumu takip ediyor; emirlerin öldürülmesi üzerine mağlubiyetin başladığını anlıyor, mendilini yüzüne kapayarak ağlıyordu.

Herkes canını kurtarmağa başladı. Sultan Gıyasettin de  Cuma gecesi yalnız kolay taşınır mücevheratını yanına aldı, otağını ve hazinelerini bırakarak Tokat’a doğru kaçtı. Keyhüsrev Tokat’ta da kendisini güvende hissetmeyerek Konya yolunu tuttu.

2.Keyhüsrev’in Konya’ya kaçmasından sonra ordunun dağılması:

Sultanın kaçışından haberi olmayan Selçuklu askerlerinin bir kısmı tepeler üzerinde gece yarısına kadar vazifelerine devam ettiler. Moğollar dağ üzerine çıkınca Türk askerlerini ayakta bulmuşlardı. Onlar gürültü çıkarıp ateş yakıyor; fakat müdahalede bulunmuyorlardı.

Bu durumda tepelerde bekleyen askerler ordugaha geldiler. Fakat  orada eşyadan başka ne sultana, ne orduya rastlamadıkları  için bozgunu anladılar

Sultan’ın bu akıl almaz hareketi üzerine dehşet içinde kalan dünyanın birinci ordusu, tek silah kullanmadan, dağnık birlikler halinde, çadırlarını ve mühimmatını bırakıp dağıldı. Dağılan ordu 80.000 kişiydi….

Moğolların Selçuklu çadırları önünde günlerce beklemeleri:

Sabahleyin Moğollar, binlerce Selçuklu çadırını önlerinde görünce, Selçukluların dağ geçitlerine saklanıp pusu kurduklarını sandılar; bir öncü mağlubiyetiyle koca ordunun muharebe meydanını düşmana bıraktığını akılları kesmedi.

Birkaç gün Moğollar, Selçuklu taaruzunu ıstırap ve heyecanla beklediler. Hiçbir ses çıkmayınca Selçuklu  çadırlarına girdiler ve Selçuklu ordu hazinesini, atlarını, mühimmatını, cephanesini bir arada görüp ele geçirince, vaziyeti anladılar. Selçukluların korkudan veya başka bir sebepten acele kaçtığına karar verdiler.[10]

Baycu Noyan Kösedağ’da Selçuklu ordusunu bulamayınca süratle takibe koyuldu ise de ne sultana ve ne de askerlerine rastladı.

Adnan Mahiroğulları, Kösedağı bozgunu hakkında şu bilgileri vermektedir:

Zara, Selçuklular döneminde Türk tarihinin üzücü sayfalarından biri olan Kösedağ Savaşı’na şahit olmuştur.  3 Temmuz 1243 yılında Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev, Moğol ordusuyla ilçenin hemen yakınındaki Kösedağ’da karşılaşmış ve yenilmiştir. Selçuklu ordusu özellikle Çanakçı dağları ve Akören, Kuşçu, Yapak, Eymir gibi öz köyleri yöresinde de  Kuzeyden gelen Pontus  kuvvetlerine karşı savaşmak durumunda kalmış, bir grup Türk askeri, Pontuslu Rumlar tarafından Çanakçı Taburbozan’da pusuya düşürülmüştür. Bu felaket Selçuklular için sonun başlangıcı olmuş, Anadolu toprakları giderek  Moğol tahakkümüne boyun eğmiştir.

Uzun zaman Moğol Hakimiyetinde kalan Zara ve Suşehri sırasıyla Eratna ve Kadıburhanettin devleti sınırları içinde kalmıştır. Kadı Burhanettin’in yayla mevsimini soğuk gözeleriyle ünlü olan Kösedağ’da geçirdiği bilinmektedir.[11]

Kösedağ bozgununun sonuçları:

Sultan Alaeddin Keykubat’ın miras bıraktığı kudretli Türkiye’nin, onun ölümünden altı yıl sonra uğradığı bu Kösedağ felaketi Selçuklu devletinin geleceği ve gerilemesi üzerinde ağır rol oynuyordu.

40.000 kişilik Moğol ordusu karşısında 80.000 kişilik Selçuklu ordusunun bu şekilde dağılması ve Anadolu’yu düşman istilasına açık bırakması, Anadolu Türk tarihinin felaketle ve acıklı sayfalarından birini teşkil eder. Sonucu da çok  vahim olmuş,  Türkiye tedricen Moğol tahakkümüne düşmüştür. Halbuki Moğolları hiç olmazsa Toroslar’da durdurmak ve Türkiye’ye sokmamak mümkündü. Selçuklu Devleti’nin askeri ve mali gücü bunu temine müsaitti.

Sivas, Kayseri ve Erzincan’ın talan edilmesi:

Kösedağı bozgunundan sonra Moğollar sırasıyla Türkiye’nin en büyük şehirlerinden olan  Sivas’ı, Kayseri’yi ve Erzincan’ı feci şekilde talan ettiler.[12]

Sivas’ın yağmalanması:

Sivas’a saldırılarından vazgeçmeleri için  Sivas Kadısı Nurettin, Moğal Komutanı Baycu Noyan’a başvuruda bulunmasına rağmen, Moğollar şehri basıp üç gün süre ile yağmaladılar. Şehrin surları yıkıldı. Bu mağlubiyetin sonucu olarak Selçuklular, Moğollara vergi ödemek zorunda kaldılar.[13] Kösedağı Savaşı ile Anadolu, Moğol hakimiyetine girmiş oldu.

Efsaneler

Tarihi gerçekler ne olursa olsun, halkın belleğinde kahramanlar yatar. Halk dağlaraa, tepelere, taşlara, ormanlara efsanevi kahramanların adını verir. Her yıl bu kahramanları ziyarete gider. Kurbanlar keser adaklar adar.

Ben bu tebliğimde “Kösedağı”na verilen adın efsanesi ile Kösedağı’nda çarpışıp şehit düşen kahramanlardan birinin menkıbesini anlatacağım.

Kösedağı

Sivas’ın 80 km kadar doğusunda, Suşehri ovasında sıralanan dağlar içinde, diğerlerinden sıyrılan Kösedağ, 1246 yılında yapılan savaşın izlerini taşır. Kösedağı’na adını veren şahsın efsanesi şöyledir:

Efsane: Suşehri’nde çok zengin bir çiftlik ağası kendisine kahya aramaya başlamış. Kahyası olacak  insanın zeki bir kişi olmasını istiyormuş. Zeki olup olmadıklarını sınava tabi tutarak anlayacakmış. Etrafa tellalar çıkararak kahya olma isteyenlerin belirli bir günde çiftliğe toplanmaları gerektiğini duyurmuş. Bir çok insan o gün çiftliğe gelmiş. Ağanın yanına girenler hep kafası önde, düşünceli olarak dışarı çıkıyormuş. En son olarak 40-50 yaşlarında, perişan giyimli bir köse içeri girmiş. Ağa:

-Ben sana bir tane koyun vereceğim; ama etinden et, sütünden süt, derisinden de başıma börk isterim. Aynı zamanda bu işten sen nasıl kârlı çıkarsın?

Köse düşünmüş, sorunun cevabını bulamamış. Ama bu işe çok ihtiyacı olduğu için:

-Sizden bir hafta mühlet istiyorum; bir hafta sonra bu işi nasıl yapacağımı size anlatacağım, demiş.

Kimse soruyu cevaplayamadığı için ağa, köseye bir hafta izin vermiş.

Köse, dışarı çıktıktan sonra düşünceli düşünceli köyüne doğru yola çıkmış. Yolda pazardan dönmekte olan yaşlı bir adama rastlamış. Ve yol arkadaşı olmuşlar. Adamın köyü dağın arkasında imiş. Aşmaları gereken yüksek bir dağ varmış. Yaşlı adam sıcaktan bunalmış ve yol yürümekten yorulmuş bir halde:

-Bu dağı nasıl aşacağımı bilmiyorum, demiş.

Köse:

-Ya ne olacak, dağın yarısına kadar ben seni sırtıma alırım, yarısından sonra da sen beni sırtına alırsın geçer gideriz, demiş.

Yaşlı adam, “Köse benimle dalga  geçiyor herhalde” diye düşünmüş. Ben kendimi taşıyamıyorum, onu nasıl taşıyayım diye hayıflanmış. Konuşa konuşa yollarına devam etmişler.

Dağın yarısına kadar gelince ihtiyar adam, köseyi sırtına almamak için iyice suratını asmış. Kösenin de zaten ihtiyar adamın sırtına binmeye hiç niyeti yokmuş. Sonunda dağın zirvesine çıkmışlar. Her taraf yemyeşilmiş….Buğdaylar daha yeni başağa durmaya başlamış…

İhtiyar adam, Köse’ye dönmüş:

-Bu tarlalar hep bizim köyün, demiş. Kendi tarlalarını  göstermiş.

Biraz yürüdükten sonra Köse sormuş:

-Bu tarlaların hepsi sizin mi?

İhtiyar adam cevap vermemiş. Biraz daha yürümüşler. İhtiyar adam mezarlığı göstererek:

-Bak köye iyice  yaklaştık, şu mezarlık bizim köyün mezarlığı, demiş.

Köse sormuş:

-Bu mezarlıkta yatanların hiçbiri yaşıyor mu?

Bu soru üzerine ihtiyar adam iyice sinirlenmiş. Köseyi evine misafir etmek istememiş. Ama Köse, ihtiyarın peşine takılıp evine gitmiş.

Evin kapısını güzel bir kız açmış. Köse ve ihtiyar adam içeri girmişler. Kız, Kösenin elini öpmüş, babasından eşyaları alarak içeri götürmüş. Hemen ayran yapıp getirmiş. Köseye ve babasına ikram etmiş. Bakmış babası, Köseye soğuk davranıyor, Köseyle konuşmuyor…

Babasını diğer odaya çağırıp sormuş:

-Seninle birlikte evine gelen misafire neden böyle soğuk davranıyorsun?

Kızın babası, Köseyle yolda karşılaştıkları andan itibaren olan olayları anlatmaya başlamış. Köse meraklanmış, kapıyı dinlemeye başlamış. Adamın içerden sesi geliyormuş:

-Ben o sıcakta dağı aşmanın zor olduğunu söyledim. Köse bana, “dağın yarısına kadar ben seni taşırım, yarısından sonra da sen beni taşırsın” dedi. Utanmadı mı benim gibi yaşlı bir adamın sırtına binmeyi düşünmeye?….

Kız:

-Baba ne var bunda kızacak? Sen yanlış anlamışsın. Adam, “Biraz sen konuşursun, biraz ben konuşurum, yol çabuk biter” demek istemiş.

İhtiyar adam:

-Peki,  ben ona bizim tarlaları gösterdim. O, bana “Bu tarlaların hepsi sizin mi?” diye sordu.

Kız:

-Bunda kızacak ne var? Tarlaların ortakları, yarıcısı var mı? Hasatın hepsini siz mi alıyorsunuz, yoksa yarısını Ağa’ya mı veriyorsunuz? Diye sormuş.

Yaşlı adam yavaş yavaş sakinleşmeye başlamış. Kızına tekrar sormuş:

-Peki, mezarlığı gösterdim. “Burada yatanların içinde yaşayan var mı?” diye sordu, demiş.

Kız:

-Babacığım, Köse Emmi sana ölen insanların içinde ölmeden önce hayrına köprü, yol gibi şeyler yaptırıp adını yaşatan var mı? diye  sormuş.

Yaşlı adam bunu duyunca hemen Köse’nin boynuna sarılıp af dilemiş.

Köse, kızın bilgisine hayran kalmış ve  Ağa’nın kendisine sorduğu soruyu kıza sormuş.

Kız:

-Bu çok kolay. Git, Ağa’ndan iyi cins bir koyun iste. Koyun ikiz doğurur. Koyunun sütünden Ağa’ya verirsin. Kuzunun birini keser etini Ağa’ya verirsin. Diğerini de keser Ağa’nın başına börk yaparsın. Koyun da sana kar kalır, demiş.

Köse, ertesi sabah Ağa’nın yanına gitmiş. Kızın söylediği şeyleri söylemiş. Ağa bunu kimden öğrendiğini sormuş. Köse, başından geçenleri anlatmış.

Ağa hemen atları hazırlatıp Köse’yle birlikte o kızın evine gitmişler. Kızı kendi oğluna almış. Köse’ye yüklüce para vermiş. Karşıdaki dağa bakarak:

-Bu dağın adı, benim evime böyle bir gelin gelmesini sağlayan adamın adı olsun. Bundan böyle bu dağın adı Köse Dağıdır, demiş.[14]

Köse Süleyman/Köse Baba

Sivas’ın 80 km kadar doğusunda, Suşehri ovasında sıralanan dağlar içinde, diğerlerinden sıyrılan Kösedağ, 1246 yılında yapılan savaşın izlerini taşır. Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Keyhüsrev, Moğollarla yapılan Kösedağı Savaşı sonunda, Baycu Noyan komutasındaki Moğol Ordusu’na yenilir.

Halk inanışı:Halk inanışına göre bu savaşta şehit düşen Köse Süleyman, Selçuklu komutanıdır ve Kösedağ’ın zirvesinde yatmaktadır. Yığma taşlardan yapılmış abartılı bir mezarı vardır.

Her sene temmuz ayının üçüncü cumartesi günü, Kösedağındaki Köse Baba’nın türbesi ziyaret edilir. Dilek dileyenler, dağın yamaçlarındaki uzun taşları, arkasına ikinci bir taşı destek vererek dikerler. Tepesine de bir yassı taş koyarak “Benim yerime asker ol.” derler. Bilhassa dağın zirvesine yaklaştıkça  bu taştan askerlerin çoğaldıkları görülür.

Halkın inanışına göre, I. Dünya Savaşı’nda Ruslar, Çardaklı’ya geldiklerinde, zirveden topların patladığı, Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı sırasında dağdan seslerin geldiği, akşamları ışıkların saçıldığı söylenmektedir.[15]


[1] Aydın Güçlü(Sivas Valisi), Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sivas, Ankara  1998, s.263

[2] Hikmet Denizli, Sivas Tarihi ve Anıtları,  Sivas-?,s.16

[3] Denizli, a.g.e., s.16

[4][4] Yurt Ansk.Cilt:9,  Sivas Maddesi, s.6855

[5] Osman Turan, Selçuklular zamanında Türkiye, (2. Baskı) İstanbul 1984, 430

[6] Turhan, a.g.e., s.431

[7] Turhan, a.g.e., s.432

[8] Turhan, a.g.e, s.433

[9] Turan, a.g.e., s.435

[10] Öztuna, a.g.e., s.116

[11] Adnan Mahiroğulları, Dünden Bugüne Zara(3.Baskı),  Sivas 1999, s.51

[12] Öztuna, a.g.e., s.117

[13] Cumhuriyetin…., a.g.e., s.32

[14] Necati Demir derlemesi , Özkan Karanfil, Eğitim Fak.,  Sınıf  Öğretmenliği

[15] Müjgan Üçer, Kösedağ Savaşının 750. Yılında da Dikilen Askerler, Türk Kültürü, Aralık 1994, Sayı:380, s.761-763