Hızır Nebi Efsaneleri

Soku Baba

Yemen Baba, bostancılık yaparak hayatını kazanır. Köylülerden biri kendi koyunlarının sütünü sağdıktan sonra, komşusuna ait kara koyunun da sütünü sağıp katar. Hediye olarak getirdiğinde: Yemen Baba kabul etmez.

-Kara koyunun sütünü niye kattın, der.

O tarihlerde çevre köylerden biri olan Törnük’te İbrahim isminde bir veli yaşamaktadır. Yemen Baba ile samimiyeti çok ileridir. Günün birinde İbrahim Efendi, Yemen Baba’yı çok arzular, yürüyerek  Celalli’ye kadar gelir. Bir eve misafir olur. Törnüklü İbrahim Efendi, Fertelliye doğru yola çıkınca, Yemen Baba, hanımına:

-Misafirimiz gelecek, yemek yap, der fakat kapıyı da kilitler.

İbrahim Efendi kapının önüne gelince, içeriye bağırır:

-Aç Kara Yemen, aç kapıyı…Pilav pişti mi, der…

Kapı açılır, iki evliya kucaklaşır, saatlerce ağlaşırlar.

Bir gün Yemen Baba’nın kızı Zeynep, sabah namazı, dışarı çıkar ki Yemen Baba, kapının önünden  evine doğru gidiyor. Kızını görünce iki tane sıcak bişi(pişi) çıkarıp verir.

-Kızım, al bunları ye, der.

Zeynep:

-Baba, sabah vakti bunları nereden aldın, der.

Yemen Baba, sırrını söylemek istemez. Ancak kızı, tekrar yemin ve ısrarla sorunca:

-Kızım, sabah namazını Mekke’de kıldım, ordan getiriyorum….

Peşinden de:

-Demek bizim vade tamam oldu, der.

Köyden bazılarını çağırtır ve dünyasını değiştirir…..

Ölüm tarihi belli olmayan Yemen Baba, Fertelli köyünün ırmak kenarında bir tepe üzerinde yatmaktadır.[1]

Soku Baba’nın mezarı Avcıçayı köyünde, köy mezarlığı içindedir. Hayatı hakkında bilgi  sahibi değiliz.

Söylence: Soku Baba, sabahleyin ahıra hayvanları yemlemeğe gittiğinde hayvanların  yemlenmiş  olduğunu görür. Bir de bakar ki bütün ağaçlar secdeye kapanmış. Bunu köylülerine anlatır ama kimseyi inandıramaz. Ölümünden sonra  ermiş bir insan olduğuna karar verilir.

 Yanmayan tahta  kaşıklar

Halk inanışı: Bizim yörede(Tozanlı Deresi),  yedi gün oruç tutulduktan sonra oruç bitimine üç gün kala kavurga yapılır. Değirmende çekilir, un haline geldiği zaman, cuma akşamı yapılır. Evin hanımı, Perşembeyi cumaya bağlayan gece bir kabın içine un kor. Daha sonra  bunu el değmedik bir yere koyar. Ertesi sabah, eğer el izi varsa bunu kimseye söylemeden “Evimize Hızır gelmiş” diye kurban keser ve onu dağıtır. Hızır Orucu’ndan on gün sonra, koyunun kuzulamasına elli gün kala “koyunun yüzü”diye “saya gezme””yapılır.[2]

Tiflis Baba

Söylence: Köylüler, yıllarca önce Tiflis Baba’nın üzerine türbe yapmak isterler. Fakat, sabahleyin kalktıklarında türbenin damının uçtuğunu(yıkıldığını) görürler. Üç gün bu böyle devam eder. Bunun üzerine adak yerine 12 kazan getirirler ve Tiflis Baba aşkına 12 İmam Çorbası(aşure) yaparlar. Ayrıca kurbanlar kesip, 12 kazanda pişirirler. Köy halkına ve adak yerinde bulunanlara dağıtırlar. Kurbanlar kazanda kaynarken adak yerine köyün alt tarafından tanıdık bir sima gelir. Kaynar kazanlara kolunu sokarak etleri karıştırır. Orada bulunanlardan bir kısmı dini duygularla ağlarken, diğer bir kısmı da “Kolunu  kazana sokma, kolun yanar!…” diye uyarırlar. Köydeki herhangi birine benzetilen; fakat halkın tanımadığı bu meçhul kişi, “Bu kurbanların kaşığı al alıçtandır(ağaçtır), yanmaz!…” diye karşılık verir. Kaynar kazandaki etleri koluyla karıştırmaya devam eder. Son kazana gelince bir tike(pişmiş et parçası) alır; “Lokmanız kabul olsun” diyerek kazanların yanından ayrılır…..Birkaç adım sonra gözden kaybolur. Kaybolmadan önce de tosun gibi böğürür.  [3]

 Hızır Baba:

Adak yeri, Kaledibi’nin Sulak mezrasındadır. Bir tepe üzerindeki  iki ardıç ağacıdır. Tepedeki kayalıklar üzerinde bir takım çukurlar vardır. Bu çukurların Hızır’ın atına ait olduğuna inanılır. Hızır Orucu’nun son günü  lokma ile adak yerine çıkılır. Lokma olarak bir kap  içinde un, ince çekilmiş bulgur(düğürcek), bal, erik ezmesi…vb. götürülür. Bu yiyecekler adak yerine bırakılır. Ertesi gün bunlar kontrol edilir. Eğer iz varsa, Hızır’ın uğradığına inanılır.[4]

Hıdır-Ellez Kayası

 Karasar köyünün üst tarafındaki kayalık bir alandır. Kabayel düşeğidir. Kışın şiddetli geçtiği yıllarda Hızır Orucu(13-14-15 Şubat)’ndan sonra “Kabayele Karşı Gitme” merasimi yapılır. Bir gün önceden hazırlıklarını yapan köy halkı, karların erimesi için, Hıdır Ellez Kayası’na doğru yürümeye başlarlar. “Es kabayelim es…Düşmanın kapısından kes…..” diye bağrışırlar. Yanlarında getirmiş oldukları lokmaları( ekmek, çörek, peynir, kıyma, yumurta…) adak yerine bırakırlar. Daha sonra cem yaparlar. Kabayelin çıkması ve karların erimesi için dua ederler. Hıdır Ellez Kayası kutsaldır, çeşitli adaklar için de gidilir.

Söylence: Yakın tarihteki bir söylenceye göre bu köye beş vakit namazında bir  kadın gelir. Bu kadın köy öğretmeninin annesidir; köyün yabancısıdır. Kadın, sabah namazında üç gün üst üste Hıdırellez Kayası’nın olduğu yerde allı yeşilli ışıkların yanıp söndüğünü görür. Merak edip köylülere sorar. Onlar da  burasının adak yeri olduğunu söylerler. Daha sonra aynı kadın rüyasında ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyarın, kayalıklarda dolaştığını görür. Köylüler de rüyada tarif edilen yere sembolik bir mezar yaparlar.[5]

 Hızır Pınarı

Adak yeri Divriği’nin Kuluncak köyündedir. Hızır Pınarı tepesinin altındadır.

Efsane: Efsaneye göre Hızır Peygamber, bu mevkiye gelmiş ve susamış. Su bulmak için asasını kayalara vurmuş; ama su çıkmamış. Bu hareketi üç defa tekrarlamış….Üçüncü defa vurduğunda kayadan berrak bir su fışkırmış. Buna rağmen Hızır’ın öfkesi geçmemiş. Gecikerek çıkan suya hırslanmış, “Bu zamana kadar nerdeydin?” demiş. Kayalardan fışkıran su da “Üç dağı dolaştım, geldim” demiş.  Gerçekten de bu dağı takip eden iki dağ daha vardır: Küçük Baydığın ve Büyük Baydığın.Hızır, öfkesini alamadığı için asasını kayalara vurmaya devam etmiş. Dik vurduğu yerden sular dikine, yatık vurduğu yerden oluktan akar gibi yatığına sular akmaya başlamış.Suyun çıktığı kayanın dik yüzünde, nal izine benzeyen çukurlar vardır. Bunlar, Hızır Peygamber’in atının ayak izleridir. Yine inanışa göre kayadan çıkan sular, Zemzem gibi kutsaldır. Temizlik işlerinde kullanılmaz.[6]

 Günüzlü:

 Adak yeri Mursal köyündedir. Baraj gölüne yakındır.  Abdullah Bey’in Ağılı üzerindeki büyük bir taştır. Taşın üzerinde ve ortasında  kılıç izine benzeyen delikler ve çizikler mevcuttur. Siyah bir taştır.

Efsanesi: Hazreti Ali, düşmanlarla savaşmak için bu bölgeye gelir. Her nedense sinirlenir.  O kızgınlıkla yol üzerinde bulunan siyah taşa kılıcını gelişi güzel saplamaya başlar. Gerçekten de taşın orta yerinden kılıç girmiş, öbür taraftan çıkmış gibi bir görünüm vardır.[7]

Dikmetaş

 Şamanizm’e inananlar özellikle dağ doruklarında ya da geçitlerinde taşları üst üste yığarak kutsal alanlar oluştururlar. Her gelip geçenin yığına bir taş koyması ya da bez bağlayarak ruhlara sunuda bulunması gerekir.[9] Şahin ile Mamoağa yol ayrımına yakın bir yerde Dikmetaş adını taşıyan bir “Yol düşeği”  vardır. Bu yörede düşek, kutsal mekan anlamındadır. Yolculuk sırasında Dikmetaş’tan geçerken taşa niyaz edip, kazasız belasız bir yolculuk için dilekte/talepte bulunurlar. “Beni/bizi yaramazdan, uğursuzdan, her türlü belalardan koru…”  diye dua ederler. “Yolun ruhu’ndan” yardım isterler. Bunlara Anadolu’da “Geçit bekçileri”  de denir. Bugün aynı uygulamayı Asya’daki Saha, Tuva ve Hakas Türklerinde de görmekteyiz

  Hızır Direği:

 Sivas Ulu Cami içindeki bir direk  Hızır Direği diye anılırmış. Hızır aleyhisselamın bu cami içinde bulunduğunu, burada namaz kıldığını ve o direğe yaslanıp oturduğunu söylediler.

Halk inancı: Ulu Cami içinde kırk gün boyunca devamlı namaz kılan kişinin Hızır aleyhisselamı göreceği inancı hakimdir. Kırk gün boyunca namaz kılan her kişi Hızır Peygamber’i göremez. Onu görmek için kalbinin temiz olması gerektir. Söylentiye göre şimdiye kadar Hızır Peygamberi yalnız bir kişi görmüştür; o da İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi’dir.[10]

Eğri Minare/ Sivas Ulucamii

Efsane: Minare yapıldıktan sonra, yan tarafa eğilmeye başlamış. Yıkılmak üzereyken Hızır Aleyhisselam eliyle destek vererek yıkılmasına engel olmuş. Fakat Hızır, minareyi tam olarak oturtamadığı için biraz eğri kalmış.[11]

 Hızır Baba

 Adak yeri, Kaledibi’nin Sulak mezrasındadır. Bir tepe üzerindeki  iki ardıç ağacıdır. Tepedeki kayalıklar üzerinde bir takım çukurlar vardır. Bu çukurların Hızır’ın atına ait olduğuna inanılır. Hızır Orucu’nun son günü  lokma ile adak yerine çıkılır. Lokma olarak bir kap  içinde un, ince çekilmiş bulgur(düğürcek), bal, erik ezmesi…vb. götürülür. Bu yiyecekler adak yerine bırakılır. Ertesi gün bunlar kontrol edilir. Eğer iz varsa, Hızır’ın uğradığına inanılır.[12]

 Göz Dede

Göz Dede, Hafik’e bağlı Emre köyünün üst tarafındaki kutsal bir su gözesidir. Köyün kenarından geçen Bunaz deresi, kaynağını bu gözeden alır.

Efsane: Efsaneye göre göre Yunus Emre ile Hızır Peygamber burada buluşmuştur. Gözeden çıkan suyun 50 metrelik yatağı kutsal sayılır. Çünkü bu yatak içerisinde ayak izlerine benzeyen çukurlar bulunmaktadır. Bu izler inanışa göre önde giden Hızır’ın ve onu takip eden Yunus Emre’nin ayak izleridir.[13]

 Halkın inanışına göre Hızır Peygamber bir müddet  kalmıştır. Gözenin kutsallığı Hızır Peygamberden  dolayıdır. Köy halkı her perşembe, Göz Dede’yi ziyaret edip lokma dağıtır.

Göz Dede ziyareti yakınlarında Hızır Peygamber tarafından getirildiğine inanılan kutsal bir kaya bulunmaktadır.[14]

Üç atlı

  Bundan yıllarca önce Divriği’nin Savrun köyü camisine  üç atlı gelmiş. Atlılar atlarından inmiş,  atlarını caminin yanına bağlamışlar. Köylüler bir akşam üzeri köylerine gelen bu yabancıları çok merak etmişler; onlara  geliş sebebini sormuşlar.

O sırada Savrun köyünde bir kadın doğum sancıları çekiyormuş. Onlar da “Biz Ömerli köyünden, Karadonlu Can Baba türbesinden geliyoruz. Biraz sonra bir kadın doğum yapacak, doğan çocuğun adını  Veysel koysunlar” demişler. Bunlar Anadolu Erenleriymiş; çünkü atlarına biner binmez gözden kaybolmuşlar. Onlar gözden kaybolur kaybolmaz bir oğlan çocuğu doğmuş, adını da Veysel koymuşlar. Bu, Savrun köyü halkından Muhittin Işık’ın(l943 doğumlu) dedesiymiş.[16]

Hızır-İlyas:

Efsaneye göre Sultan’ın birisi Muhittin Arabi’nin Hıdır ve İlyas  adlı çocuklarını “Ab-ı Hayat Suyu”nu bulmaya gönderir. Anneleri kavurga yapıp azıklarına koymuş. Nedeni de önlerine birileri çıkıp onları hareketsiz hale getirdiğinde, kavurgaları rüzgara tutup gözlerine gitmesini sağlamak.

Ab-ı Hayat suyunu bulmaları için iki tane pişmiş balık koymuş. Ab-ı Hayat suyunu bulduklarında balıkları suyun akış tersine bıraktıklarında hareket ederlerse, bu Ab-ı Hayat Suyu’dur.

Suyu bulup dönecekleri zaman Sultan’ın yanlarına koruyucu olarak verdiği yedi koruyucu suyu almaya kalkışmışlar.

-Suyu biz götüreceğiz, diye kavga etmişler.

Kardeşler de bu Ab-ı Hayat Suyu’nu içmişler ve ölümsüz olmuşlar. Hıdır karaların, İlyas da deryaların bekçisi olmuş.

Halk dilinde de bu böyle anlatılır. Yedi gün tutulan oruca/Hızır orucuna Tozanlı Deresi’nde Hubyar Sultan felsefesine göre çok önem verilir.[17]

Hızır Orucu Efsanesi:

 Efsane:Doğanşar yöresinde bilindiği üzere Cenabı Allah, dünyanın yaratılışını 6 günde tamamlayıp 7 gün yürüttüğünü(harekete geçtiğini), dünyanın kuruluşuna nispeten ocak-şubat arasında yapmıştır. 7 gün tutulan Hızır Orucu bu sebepten tutulur.

Halk inanışı: Bizim yörede(Tozanlı Deresi),  yedi gün oruç tutulduktan sonra oruç bitimine üç gün kala kavurga yapılır. Değirmende çekilir, un haline geldiği zaman, cuma akşamı yapılır. Evin hanımı, Perşembeyi cumaya bağlayan gece bir kabın içine un kor. Daha sonra  bunu el değmedik bir yere koyar. Ertesi sabah, eğer el izi varsa bunu kimseye söylemeden “Evimize Hızır gelmiş” diye kurban keser ve onu dağıtır. Hızır Orucu’ndan on gün sonra, koyunun kuzulamasına elli gün kala “koyunun yüzü”diye “saya gezme””yapılır.[18]

    Üç Gelin

İnsan her zaman insan,  hayvan da her zaman hayvandır. Bir hayvan, insan kılığına girerse yine hayvani özelliklerinden kurtulamayacağı gibi, hayvan kılığına giren bir insan da insani özelliklerini kaybetmez.

Şarkışla’nın Cemel köyünde anlatılan aşağıdaki efsane buna güzel bir örnektir:

Adamın birinin bir kızı varmış; hem yüz güzellliği, hem de huy güzelliği açısından çok meşhurmuş. Gelin olma çağı geldiğinde, babasının çok sevdiği üç arkadaşı oğularına vermesi için dünür giderler. Adam hiç birini kıramaz ve üçüne de ayrı ayrı söz verir. Kızı bir tanedir; ama söz verdiği üç kişi…

Dolayısıyla bir türlü işin içinden çıkamaz.

Düğün günü yaklaştığında evliyalardan birinin yanına giderek durumu anlatır. Evliya, adama bir kedi, bir de köpek yavrusu getirmesini söyler. Adam giderek bir kedi, bir de köpek yavrusu bulup getirir.

Evliya, kedi yavrusunu, köpek yavrusunu ve kızı bir odaya kilitleyerek dua eder. Bir kaç saat sonra kapıyı açarlar. Kedi yavrusu, köpek yavrusu kızın kılığına girmiştir. Hangisinin kızı, hangisinin kedi ve köpek yavruları olduğunu adam bile ayıramaz.

Düğün günü geldiğinde her birini rastgele bir arkadaşının oğluyla evlendirir. Bir müddet sonra kızlarını ziyarete gider. Arkadaşlarına huyunun suyunun nasıl olduğunu ayrı ayrı sorar.

Birisi:

-İt gibi adamın yüzüne atlıyor, der.

Diğeri:

-Çok memnunum, der.

Sonuncusu da:

-Kedi gibi onun bunun yüzünü tırmalıyor, der.[19] 

Yanmayan Tahta Kaşıklar

Yurdumuzun her yöresinde, inanan her aile Hızır’ın evlerine gelerek sofralarını bereketlendirmesini ister. Bu sebeple misafirperver halkımız, “Her geleni Hızır bil” sözüne uyarak kapılarına gelen bir yabancıyı geri çevirmemeye gayret  gösterir. Pek çok kimse de Hızır’ın evine gelip gelmediğini merak etmeden duramaz. Kendi kendilerine, “Acaba, Hızır bizi ziyaret etti mi? Bunu anlamanın bir yolu yok mu?” sorusunu sorarlar.

İyi kalpli saf bir adam, Hızır’ın evine gelip, kendisini denemediğini zannederek sürekli üzülmektedir. Bir gün yakınlarında bulunan bir velinin yanına giderek derdini ona anlatır. Veli, iyi kalpli adama:

-Zannettiğinin tam aksine, Hızır, seni sık sık ziyaret ediyor; fakat sen, bunun bilincinde değilsin, der.

İyi kalpli adam velinin kendisini avuttuğunu zannederek inanmak istemez. Ona:

-Peki, Hızır’ın beni sık sık ziyaret ettiğini nasıl anlayabilirim? der.

Veli de:

-Bugünden itibaren, evine gelen misafirlerine tahta kaşıkla yemek yedir. Kaşıkları yıkama ve aynı kaşıkla başka bir misafirine yedirme. Bir köşede biriktir. Bir ay sonra o kaşıkları da alarak benim yanıma gel. Ben de sana Hızır’ın seni ziyaret etmeye sık sık geldiğini ispatlayayım, der.

Adam, evine gider. Velinin dediklerine harfiyen uyar. Bir ay sonra kaşıkları alarak velinin evine gider. Veli, adamdan kaşıkları alıp gürül gürül yanan ocağın içine atar. Velinin bu hareketine hiçbir anlam vermeyen iyi kalpli adam, ona “kaşıkları neden ocağa attığını” sorar.

Veli de:

-Bu kaşıkların hangisiyle veya hangileriyle Hızır yemek yemişse, o kaşık veya kaşıklar yanmayacaktır” der.

Ocak söndüğü zaman gerçekten de velinin dediği çıkar. Ocağa atılan kaşıklardan tam yedi tanesi ateşten etkilenmemiştir. İyi kalpli adam böylece Hızır’ın kendisini sık sık ziyaret ettiğine emin olur; sevinerek evinin yolunu tutar.[20]

 Ayının Yaratılış Efsanesi

 Ayı eskiden cimri bir sürü sahibiymiş. Kırkım zamanı büyük bir keyifle kırktığı yünleri ortalık bir yere yığıyormuş. Koyunlardan çok miktarda yün çıkarmış.

Bu cimri kişinin küçük bir tepeciği andıran yün höyüğüne Hızır Peygamber, dilenci kılığında o tarafa doğru yürümeye başlamış. Sürü sahibi  birisinin kendilerine doğru yaklaştığını görünce telaşlanmış ve çobanlarına:

-Aman, birisi bu tarafa doğru geliyor. Her halde bir dilenci, ben yünün içine gizleniyorum. Eğer yün felan isterse kesinlikle vermeyin. “Sahibi burada yok” deyin, demiş.

Hızır Peygamber çobanların yanına gelmiş ve Allah rızası için bir sadaka veya bir miktar yün vermelerini istemiş. Çobanlar:

-Sahibi burada yok, biz bir şey veremeyiz,

deyince, Hızır Peygamber yün çuvalına bakarak:

-Kalk lan ayı!….demiş.

Bu sırada sürü sahibi birden irkilerek yünün içinden çıkmış ki ne görsün; her tarafı kıl içinde….Ayı suretine girmiş. Çobanlar onun bu halini görünce korkup kaçmışlar. O günden bugüne ayı neslinin bir kısmı da bu adamdan türemiş.[21]

Musa Peygamber’in Çobanlığı:

 Cebrail, Azrail, Mikail…Üçü kurt şeklinde geliyorlar. Tur Dağı’nda koyun güderken Musa Peygamber’den  davar istiyorlar. O da “Davarla alakasının olmadığını, sahibine danışmadan veremeyeceğini söylüyor. Kurtlar:

-Git, ağana danış gel, diyorlar

-Ben  giderim ya, siz kurtsunuz, davarı hep kırarsınız.

Kurtlar, “Kırmayacağız” diye yemin ediyorlar. Musa Peygamber, ağasına danıştıktan sonra kurtlara koyunu veriyor. Kurtlar koyunu kesip, karnından kuzusunu çıkarıyorlar. Koyun:

-Körpe kuzumu götürmeyin, diye ağlıyor.

Onlar da:

-Eğer kuzucuğunu ararsan, İsmail’de koçunu kurban bil, diyorlar.

Musa’m Tur Dağı’nda koyun güderken

İki Cihan Serveri’ne pir dedi.

Allah için ibadetin ederken

Üç kurt geldi: Nasibimi ver, dedi.

Göğden indi, Hallac-ı Mansur yaydı

Okuduğumuz da elif-be idi

Kurtlar sizin dileğiniz ne idi?

Can ürkütme yanımızda dur, dedi.

(Bizden evvel bir sahibi var, dedi)

Sevgili Muhammed, halkı n’ideriz

Rızasız lokmaya haram ideriz

Var git Musam, koyununu güderiz

Sen git Musa’m, var ağanı gör, dedi.

Sevgili Muhammed, gülleri gonca

Size tabi olsun belleri ince,

Kırdırırsın sürümü, ben gidince

Azcık yumuşunuz bana güç, dedi.

Hazreti İsa’nın pir hakkı için

Hazreti Ali’nin iş hakkı için

Hasan Hüseyin’in baş hakkı için

Sürünün hesabını tam bil, dedi.

Musa’m vedalaşıp yollara düştü

Melekler önünden bir sancak açtı

El bağlayıp Musa’m ağaya danıştı

Var git Musam, nasibini ver, dedi.

Musa’m vedalaşıp geri dönünce

Kurtların dileği kabul olunca

Mor-ala koyunu tutup verince

Allah sizden razı olsun pir, dedi.

Koyunu tuttular, koyun gerildi

Karnını yardılar koyun dirildi

Koyun ağlar: Körpe kuzum var, diye.

Eğer koyun kuzucuğun ararsan

Arafat’ta koçun kurban bil, dedi

İsmail’de koçun kurban bil, dedi.[22]

Nasipsiz Ev Sahibi:

Şarkışla ve çevre köylerde, yurdumuzun her yerinde olduğu gibi Hz. Hızır hakkında anlatılan birçok efsane vardır. Bu efsaneler, Anadolu’nun değişik yörelerinde anlatılanlarla zaman zaman büyük benzerlikler göstermekte, bazen de aynı şekilde anlatılmaktadır.

Bilindiği gibi, halk arasındaki inanışa göre herhangi bir evi denemeye giden Hızır, kılık olarak dilenciliği seçmektedir.  “Her geleni Hızır bil…” sözü de buradan gelmiş olmalıdır.

Adamın biri Hızır’ın kendisini hiç ziyaret etmediğinden yakınır. Bir gün evine yakın olan bir veliye danışmaya giderek derdini anlatır. Hızır’ı misafir etmek istediğini, ona izzet-i ikramda bulunmaya niyetli olduğunu, söyler. Veli, adama:

-Sen var evine git; ben yarın Hızır ile konuşur, onu evine gönderirim; böylece sen de muradına ermiş olursun, der.

Adam evine gider. Ertesi gün bütün hazırlıklarını yaparak Hızır’ı beklemeye başlar. Bir süre sonra sersefil bir dilenci gelerek adama:

-Hem aç, hem de yorgunum. Allah rızası için karnımı doyurup, bana bir süre kalacak yer gösterin, der.

Adam da:

-Bugün çok ağır bir misafirim gelecek, seni bu kıyafetinle evime alamam, diyerek gelen dilenciyi kovar. O gün akşama kadar bekler; fakat başka gelen giden olmaz.

Veli’nin kendisine yalan söylediğini zannederek, koşarak evine gider. Sert bir dille:

-Hani Hızır’ı evime gönderecektin, diye çıkışır.

Veli de, Hızır’ın dilenci kılığında geldiğini; fakat kapı dışarı edildiğini anlatır. Adam tekrar ısrar eder. Kendisine bir şans daha verilmesini ister. Veli kabul eder. Ertesi gün Hızır’ı yeniden evine göndereceğini söyleyerek adamı evine gönderir.

Ertesi gün Hızır, bezirgan kılığında gelir. Bu sefer de Hızır’ı dilenci kılığında bekleyen  adam, gelen bezirganı kovar. O gün de bezirgandan başka gelen olmaz. Tekrar Veli’nin evine gider. Aynı şekilde Veli’ye çıkışır. Veli, gelen bezirganın Hızır olduğunu söyleyince adam yine pişman olur. Veli’den kendisine son bir şans daha verilmesini ister. Veli de:

-Yarın Cuma namazı çıkışında caminin önünde bekle. Camiden en son kim çıkarsa bil ki o Hızır’dır. Eline ayağına kapan, al evine götür, der.

Adam da ertesi gün, velinin dediği gibi Cuma namazı çıkışında caminin önünde bekler. Camiden en son pejmürde bir çocuk çıkar. Adam kendi kendine:

-Bu çocuğun Hızır olduğunu benden başka kimse bilmiyor. Çocuğa yalvarsam şanıma gölge düşecek, diye düşünür.

Gidip de çocuk kılığındaki Hızır’ı evine davet etmeyi gururuna yedirmez. Böylece o adama Hızır’ı evinde uğurlamak bir türlü nasip olmaz.[23]

Lokman Hekim ve Limon Ağacı:

  Lokman Hekim hanımıyla birlikte memleket memleket gezip hastalara şifa dağıtırken, yolları bir köye düşmüş. Bakmışlar ki köyün etrafı limon ağaçlarıyla kaplı. Lokman Hekim’in Hanımı:

-Ya Lokman!…Buraya hiç uğramayalım; eğer buranın insanları şu limon ağacının meyvesini yeteri kadar yiyorlarsa burada hasta olmaz, demiş.

Lokman Hekim biraz düşündükten sonra hanımına:

-Hayır uğrayalım; belki limonun çekirdeğini yiyenler vardır, demiş.[24]


[1] Ahmet Delibaş, MYO, Maliye Böl. ,

[2] Bayram Kayadibi, C.Ü.MYO, Elektrik Bölümü, 99332003, Derleme Mayıs 2000

[3] Kutlu Özen, Divriği Yöresinde…., s.225

[4] Mercan Çelik, Kaledibi 1938

[5] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Hızır-İlyas Kültüne Bağlı Adak Yerleri, Türk Kültüründen Derlemeler, Ankara 1990, s.126

[6] Ali Çağlayan, Kuluncak 1944

[7] Ali Dehmen Mursal 1929, Orhan Mursal, Mursal 1956

[8] Ali Çağlayan, Kuluncak 1944

[9] Sinan Anadol, Şaman Türkler, Atlas, Sayı : 82,  Ocak 2000, s. 44

[10] M. Ercan İlter derlemesi , Muala Yıldırım, İnönü Mah.,Sivas)

[11]  M. Ercan İlter derlemesi, Mualla Yıldırım, İnönü Mah. Sivas

[12] Mercan Çelik, Kaledibi 1938

[13] Kutlu Özen, Hafik Emre Köyündeki Yunus Emre Düşeği, Halk Kültürü Araştırmaları 1991/1, Ankara 1991, s.56

[14] Filiz Çil, MYO, Makine Böl. ,

[15] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Hızır-İlyas Kültüne Bağlı Adak Yerleri, Türk Kültüründen Derlemeler, Ankara 1990, s.126

[16] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde…, s.105

[17] Bayram Kayadibi, C.Ü.MYO, Elektrik Bölümü, 99332003, Derleme Mayıs 2000

[18] Bayram Kayadibi, C.Ü.MYO, Elektrik Bölümü, 99332003, Derleme Mayıs 2000

62. Zekeriya Metin, Şarkışla Efsaneleri,  Elazığ 1994, s.66

[20] Zekeriya Metin, Şarkışla Efsaneleri,  Elazığ 1994, s.61

[21] Kadir Pürlü, Sivas İlbeyli Yöresinden Derlenen Efsaneler, Revak,/98, s .48

[22] Önder Çağıran, Musa’m Tur Dağı’nda Koyun GüderkenErciyes, Sayı: 130, Ekim 1988, s.2

[23] Zekeriya Metin, Şarkışla Efsaneleri,  Elazığ 1994, s.35

[24] Kadir Pürlü, Sivas İlbeyli Yöresinden Derlenen Efsaneler, Revak,/98, s .58

40.Necati Demir derlemesi, Hatice Soysal, Eğitim Fak. Sınıf Öğretm