Koca Haydarın Geyikleri
Koca Haydar, yöre halkının inanışına göre Hacı Bektaş Veli ile birlikte yola çıkan “Horasan Erenleri”nden dir. Anadolu’ya geldikten sonra Sarıçiçek Yaylası’na yerleşir. Bir tekke kurar ve halkı bilgilendirmeye başlar. Aradan yıllar geçer. Padişahlar değişir ve IV.Murat, Revan (l635) veya Bağdat (l638) seferine çıkar. Ordu, Sarıçiçek Yaylası’nda konaklar.
Koca Haydar, Sultan Murat’ı karşılar:
-Padişahım, gelişiniz uğurlu kademli olsun… İnşallah zaferle dönersiniz, der. Bu sözler, Sultan Murat’ın hoşuna gider. Derviş’e iltifatta bulunur.
Koca Haydar, tekrar Padişah’a dönüp:
-Sultanım, bugün benim misafirim olunuz. Sizi ve ordunuzu ağırlayayım, der. Padişah gülümser, bir ordunun çokluğuna bir de dervişin garipliğine bakar. Yine de bu Türkmen kocasını kırmak istemez:
-Benim dağa taşa sığmayan yüzbinlerce kişilik ordum ve ordunun ağırlıklarını taşıyan binlerce binek hayvanım var. Sen bunları ne ile doyuracaksın, ne ile besleyeceksin, der. Koca Haydar da:
-Sultanım, sizi ve ordunuzu bağlı olduğum ocağın himmetiyle konaklarım, kimse aç kalmayacak şekilde yedirir, içiririm, der.
Sultan Murat’ın ordusu, türbenin karşısındaki Ordu Düzü’ne iner. Ağırlıklarını bir tarafa bırakıp dinlenmeye çekilir. Ordu dinlene dursun, Koca Haydar tenceresine bir miktar su kor, bir avuç da bulgur atar…Ocağı yakar ve tencereyi ateşe oturtur. … Pilav pişer… Koca Haydar, Sultan’a haber verir:
-Sultanım, yemekler hazır…Ordu, sofraya buyursun!
Bütün ordu, Koca Haydar’ın tenceresindeki pilavı yiyip yiyip bitiremez. Tencerenin dibinde bir miktar yemek kalır. Ocağın himmetiyle herkes doyar…
Sıra atların yemlenmesine gelmiştir. Koca Haydar, yanında taşıdığı küçük torbasından ot ve saman çıkarır ve atların önüne döker. Atlar, katırlar, yük taşıyan bütün hayvanlar çatlayıncaya kadar yerler yine de bitiremezler.
Sıra Padişah’ın özel atlarına gelmiştir. Sultan Murat’ın birbirinden güzel üç Arap atı vardır. Koca Haydar, atlardan her birinin torbasına birer avuç arpa koyar. Fakat padişahın seyisi, padişahın atlarından birinin torbasındaki arpayı alarak diğer atın torbasına kor. Daha sonra da Padişah’a gelerek:
-Padişahım, atlarınızdan ikisi doydu; fakat ihtiyar dervişin verdiği arpa üçüncü ata yetmedi, hayvancağız aç kaldı, der.
-Padişah hiddetlenir. Tez, o dervişi bana çağırın, boynunu vurdurayım, der. Koca Haydar’ı huzura çağırırlar. Sultan Murat, Koca Haydar’a dönerek:
-Hani sen hiç kimseyi aç bırakmayacaktın…, benim Arap atım aç kalmış, der. Koca Haydar, seyisin yapmış olduğu hainliği bildiğinden “Padişahım gidip bakalım, eğer seyis doğru söylüyorsa boynum kıldan incedir.” der .
Hep birlikte atların yanına giderler. Atlardan biri karnını doyurmuş ve torbasında bir şey kalmamıştır. İkinci at karnını doyurmuş fakat üçüncü atın hakkını yememiştir. Torbasında bir avuç arpa olduğu gibi durmaktadır. Koca Haydar, ikinci torbadaki arpayı alıp, üçünçü atın torbasına kor…Arap at da bu şekilde karnını doyurmuş olur. Padişah olanları şaşkınlık içinde izler; daha sonra olup bitenleri Koca Haydar’a sorar. Koca Haydar da Sultan’a şöyle cevap verir:
Padişahım, atlardan ikisi kendi haklarını yediler, üçüncü atın hakkını öylece bıraktılar. Çünkü seyis, beni küçük düşürmek için, üçüncü atın torbasındaki arpayı ikinci atın torbasına koydu. Fakat at kendi arpasını yedi, diğerine dokunmadı. At bile haram lokma yemedi; üçüncü at da seyisiniz yüzünden aç kaldı, der.
Koca Haydar’ın bu hareketi Padişahın çok hoşuna gider…Seyisi cezalandırır. Koca Haydar’ın kerametine inanır, bu olaydan sonra ona daha çok hürmet eder. [1]
IV.Murat, Sarıçiçek Yaylası’ndan ayrılırken, Koca Haydar’a bir cariye bağışlar. “Sen yaşlı bir dervişsin, bundan sonra hizmetini bağışlamış olduğum cariye görsün” der. Cariye, Koca Haydar’ın hizmetini görmeye başlar.
Koca Haydar, tek başına yaşadığı için geyik sütü ile beslenirmiş. Her sabah geyikler yaylıma çıkarır, akşam olunca da geri dönerlermiş. Koca Haydar da bunları sağar ve sütlerini içermiş.
Geyikler yaylımdan dönmüşler, Koca Haydar’ın yanına gelmişler. Koca Haydar, yanındaki cariyeye geyikleri sağmasını söylemiş. Cariye, geyikleri sırasıyla sağmaya başlamış. Sağdığı sütleri de bir tencerede toplamış. O güne kadar Koca Haydar’a sağılan geyikler, kendilerinin bir yabancı tarafından sağıldığını hissedince tenceredeki sütü ayaklarıyla vurup devirmişler. Olup bitenleri seyreden Koca Haydar, toprağa dökülen sütleri, boşa gitmesin diye parmağıyla karıştırmaya başlamış. Geyik sütü ile, toprağın karışımından hoş kokulu ve krem renginde bir çamur meydana gelmiş. Sonra çamur kurumuş cevher olmuş. Bugün türbenin biraz ilerisinden çıkarılan cevher/cöher bu şekilde meydana gelmiş.[2]
Divriği yöresindeki adak yerlerinde cöherlik adı verilen bir yer vardır. Eğer bu bir mezar veya sanduka ise toprak, ayak dibindeki çukurdan alınır. Böyle değil de Yer-Su inancına bağlı bir adak yeri ise, toprak; ağacın, kayanın, çalının… dibinden alınır. Şifasına ve kutsallığına inanılan bu toprak bir miktar yenilir.
Geyikli Baba Yatırı: :
Divriği arazisi içinde kalan bu dağ, kutsallığını Geyikli Baba’dan almaktadır. Kimliği bilinmeyen Geyikli Baba’nın türbesi, dağın eteklerinde yer alır. Geyikli Baba hakkında iki efsane anlatılmaktadır.
Efsane: Efsaneye göre, o tarihlerde Geyikli dağı ormanlıkmış. Ormanda yaşayan geyikler Baba’yı ziyaret ederlermiş. Baba da onların sütünü sağar içermiş. Bu yüzden, bu Anadolu Ereni’ne Geyikli Baba demişler.
Söylence: Söylenceye göre Geyikli Baba, Divriği Anzağar köyündeki Veli Ağa’nın rüyasına girer(Ölm. 1960). Ona:-Felan taşın altında borazanım, mühürüm, kazanım, kevgirim var. Bunları olduğu yerden çıkarıp türbeme koyacaksın. Üzerime bir türbe yaptıracaksın. Her Cuma burada borazanımı öttüreceksin. Veli Ağa, sabah olunca gördüğü rüyayı köy halkına anlatır. Rüyada tarif edilen yeri eşerler. Türbeye ait eşyaları çıkarırlar. Türbeyi onarırlar. Bu eşyaları da türbeye bırakırlar. Kaynak şahsın ifadesine göre bu eşyalar sonradan Veli Ağa’nın çocuklarına düşmüştür. Türbeye ait kevgir, kazan, şamdan, borazan kapanın elinde kalmıştır.
Söylence: Horozçukuru köyünden Bulgar Sadık, 1. Dünya Savaşı’nda Bulgarlara esir düşer. Sonra esaretten kurtulup köyüne döner. Bütün uyarmalara rağmen batıl itikadı olmadığı için Geyikli Baba’dan odun keser. Köyüne döner dönmez felç olur. Ağzı gözü eğilir, çeke çeke ölür.[3]
Söylence: : Eski yıllarda bu civarda avlanan avcılar önlerine bir geyiğin çıktığını görürler. Geyiği kovalarlar. Geyik, adak yerinin bulunduğu yere gelince silkinip sakallı bir dede olur. Avcılar da bu civarda avlanmaktan vaz geçerler.[4]
Her yıl yayla zamanı yaylaya çıkanlar, çıkışlarında ve dönüşlerinde Geyikli Baba’yı ziyaret edip kurban keserler.
Geyik Baba:
Geyik Baba, Beypınarı nahiyesi Büyükköy’de yatmaktadır.
Efsane: Efsaneye göre Seyyit Battal Gazi, Rum diyarını fethe giderken bu yöreden geçmiş; Geyik Baba da onun silah arkadaşlarındanmış.
O civarda yapılan bir savaşta Geyik Baba şehit olur ve aynı yere defnedilir. Şehit olduğu güne rastlayan her yıl geyikler mezarını ziyaret ederlermiş. Bazen kendisi de geyik şeklinde gezermiş. Kaynak şahıs, iki yıl önce Geyik Baba’yı beyazlar içinde Kıbleye dönük namaz kılarken görmüş.[7]
Akkoca Sultan Gel muat ovası
Menkıbe: Akkoca Sultan çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşırmış. Günün birinde Akkoca, Şeyh Halil köyünün Büklüce tepesine çıkıyor. Şimdiki ismi Yağlıdere’dir. Bu mevki o zamanlar ormanlıkmış. Ormanlık olduğu için çok geyik yaşarmış.
Akkoca tepenin başına çıkıp, geyiklere:
-Gel buam….Gel buam….., diye seslenirmiş.
Geyikler hemen Akkoca’nın etrafına toplanırlarmış.
Akkoca’nın geyiklere “gel buam…” diye hitap etmesi zamanla “gel muat” şekline dönüşmüştür. Günümüzde o bölgede yer alan ovaya çevre sakinleri tarafından Gel Muat ovası denilmektedir.[8]
Geyik sürüsü
Sivas’a bağlı Ebugen(Dedeli) köyünde şöyle bir efsane anlatılmaktadır:
Efsane: Ebugen köyünün koyunlarını yayan çoban, süt içmeyi çok severmiş. Kaynağı belli olmayan bir yerden süt sağarmış.. Ama ne sağdığını, ne zaman sağdığını gören yokmuş.
Köy halkı bir beklemiş, iki beklemiş; fakat bu işin sırrını çözememiş. Sonunda çobanla konuşmaya karar vermişler:
-Sen, bizim koyunlarımızın sütünü bizim rızamız olmadan sağıp içiyorsun, demişler.
Çoban, cevap vermemiş…..Bir gün değil, beş gün değil…her gün aynı iftira.
Çoban bakmış ki sabredilir gibi değil:
-Sabah namazı gözeye gelin, koyunlarınızın sütünü sağıp içmediğimi orada göstereceğim, demiş.
Köy halkı, seher vakti, köyün yakınındaki gözede toplanmışlar…..Bakmışlar ki bir geyik sürüsü toplanmış geliyor….. O zaman, çobanın kerametine inanmışlar, iftira ettikleri için de utanmışlar.
Bütün bunlara rağmen, çoban, kendisine yapılan iftirayı hazmedememiş….Kendisine iftira atanlara :
-Köyünüzde sakallı yaşlı olmaya…Dilleriniz lal ola!.. demiş.
Köylüler, çobanın bedduasından sonra korkularından sakal bırakmamaya başlamışlar; konuşmaları da değişmiş…[9]
Kör Olan Avcı:
Efsane: Attığını vuran bir avcı, ava çıkar. Koyulhisar’ın Kurt Kuyusu denilen bölgesinde bir geyik görür. Hemen pusuya yatarak ona ateş eder. Ancak söylendiğine göre evliya olan; ancak avcıya görünmeyen kadın geyikten süt sağmaktadır. Avcının silah sesine ürken geyik, sütü devirir. Evliya kadın da:
-Hay gözün kör olsun, der.
Avcının o anda gözleri kör olur.[10]
Dedeli/Mehmet Dede:
Mehmet Dede, Sivas’a bağlı Ebuhan(Dedeli) köyünde yatmaktadır. Kaynak şahısların ifadesine göre 1870’li yıllarda yaşamıştır.
Efsane: Efsaneye göre Mehmet Dede, köyün koyunlarını güderek geçimini sağlamaktadır. Fakat köylüler onu rahat bırakmamaktadırlar. Devamlı alay eder, dalga geçer, ona iftira edip horlarlarmış.
Mehmet Dede’nin evinde hayvansal ürünler bolca bulunurmuş. Sütü, yoğurdu, peyniri, yağını gören köylüler, “Mehmet Dede bizim hayvanlarımızı sağıyor” diyerek ona iftira atmışlar. Mehmet Dede, “Yapmayın, etmeyin” demişse de köy halkı onu dinlemeyip daha da üzerine gitmişler.
Bunun üzerine Mehmet Dede, köy halkını şimdi köy mezarlığı olan yere toplayıp gökten geyiklerini çağırıp, onları sağmış.
-İşte benim hayvanlarım, demiş.
Bu olaya çok şaşıran köylülere Mehmet Dede beddua etmiş:
-Ak sakallınız töremesin, körpe kuzunuz büyümesin, demiş.
O günden sonra kuzulayan koyunların dörte biri ölmeye başlamış. Kimsenin yaşı erkeklerde 72-73’ ü geçmemiş. Mehmet Dedenin vefatından sonra mezarı türbe haline getirilmiştir. Konuşamayan, gözü görmeyen, felçli hastalar buraya getirilir.
Mehmet Dede’nin kardeşinin olduğu söylenen bir göze vardır. Bu göze, tarımsal amaçlarla kullanılır. Bu gözeye boy abdesti almak için girenler olursa, gözenin suyu çekilerek kurur. Cünüp olanlar bu gözede yıkanamazlar. Gözenin suyu bu nedenle kuruyunca kurbanlar kesilir, dualar edilir.
Bir söylentiye göre, köy halkı yağmur duasına çıkar. İçlerinden biri:
-Senin bize bir faydan olmadıktan sonra burada ne yatıyorsun? diyerek mezar taşını tekmeler.
Bu olaydan hemen sonra çok şiddetli bir yağmur yağar; mezarı tekmeleyen kişini hayvanları sele kapılarak boğulur…..[11]
Seyit Ali Dede :
Türbesi İmranlı ilçesinin Karacaören bucağına bağlı Sarıçubuk(Bahadum) köyündedir.
Bu Anadolu ereninin hayatı hakkında tarihi bilgiye sahip değiliz.
Efsane: Efsaneye göre Seyit Ali Dede’nin geyikleri varmış. Her gün sabahleyin ormana gider, geyikleri sağar, evine helkelerle süt getirirmiş. Hanımı da sütlerin nereden geldiğini hiç merak etmezmiş.
Köylüler koyunu, ineği olmayan Seyit Ali Dede’nin evine süt getirmesini iyi karşılamamışlar. Dedenin hanımına bu sütlerin nereden geldiğini, sormuşlar. O da bilmediğini söylemiş. Köylüler, Seyit Ali Dede’yi hırsızlıkla suçlamışlar. Demek ki bizim koyunlarımızı sağıyor, demişler.
Kadın, akşam olunca suçlamaları Seyit Ali Dede’ye söylemiş. Dede de hanımına:
-Dağdaki geyikleri sağıyorum, onların sütünü getiriyorum, demiş.
Fakat hanımı inanmamış. Akşam yatağa yatınca Dede’nin gömleğini kendi gömleğine düğmelemiş. Sabaha doğru Dede yatağından kalkmış, bir kuş gibi demir parmaklı pencereden süzülerek gitmiş. Kadın, Dedenin pencereden çıkıp gitmesine hayret etmiş…
Seyi Ali Dede, sırrını öğrenen hanımına kızmış:
-Gözün kör olsun, demiş.
Kadının gözleri anında kör olmuş.
Seyit Ali Dede, ertesi gün sağdığı geyikleri köye getirmiş. Koyunların sağım yerinde, geyiklerini sağmaya başlamış. Sağdığı sütleri helkelere doldurmaya başlamış. Köylüler dedenin kerametini görünce, yaptıklarına pişman olmuşlar, dededen özür dilemişler.
Dede, yedi yıl daha geyiklerini sağmış. Ölümüne yakın, eşini yanına çağırmış, tekrar gözlerini açmış. Köylülerden helallık alıp, Hakk’a yürümüş.
İnanışa göre o günden sonra her cuma akşamı dağdan üç geyik iner, dedenin mezarındaki kurumuş otları ayaklarıyla temizleyip, ziyaret yerini terk ederlermiş. Geyikler diz çöküp dedenin mezarına niyaz ederlermiş. Kaynak şahısların ifadesine göre bugün de geyikler dedeye niyaz için dağdan iniyorlarmış.[12]
Koca Saçlı :
Koca Saçlı yatırı, Divriği’ye 28 km uzaklıktaki Erikli köyündedir. Türbe, köyün kuzeyinde ve Erikli İçmesi’ne giden yolun üzerindedir. 1986 yılında onarım gören türbede Koca Saçlı ile birlikte üç kabir daha bulunmaktadır.
Menkıbevi Hayatı: Koca Saçlı/Seyyit Resul Baba hakkında tarihi bilgilere sahip değiliz. Yöre halkının inancına göre, Koca Saçlı’nın asıl adı Resul Baba’dır. Horasan Erenleri’nden olan Resul Baba, Hünkar’dan/Hacı Bektaş Veli’den izin aldıktan sonra Erikli köyü arazisi içindeki Fıdıl Baba/Fidan Baba Dağı’na düştü. Dağ, o tarihlerde çok ormanlıktı. Resul Baba, Fıdıl Dağı’na düşünce geyik donuna/kılığına girdi. Boynuzları altın yaldızlı idi.Güneş vurdukça parıl parıl parlıyordu.
Erikli köyünde, Beş karış adında yaman bir avcı vardı. Attığını vururdu. Gene avlanmaya çıkmıştı. Bu geyiği gördü, hayret etti. Gözler görmedik bir geyik idi. Tutmak istedi tutamadı; vurmak istedi vuramadı…Geyik önde, avcı arkada bir hayli yol gittiler. Gölcük adlı mevkiye gelince geyik yattı; silkinip doğruldu, ulu bir kuş donuna girdi. Avcı hayret etti…
Kuş, Erikli köyüne doğru uçtu. Beş karış da arkasından gitti. Sonra uçtu, kilisenin damına kondu. Köylüler kilisede ayin yapıyorlardı. Varıp keşişe haber verdiler. “Bir ulu kuş, kilisenin damına kondu…Bugüne kadar böyle bir kuş görmedik” dediler. Kilisedekiler ayini bırakıp dışarı çıktılar. Kuşa bakıp “İnşallah hayra gelmiştir” dediler.
Onlar bu halde iken kuş uçtu, silkindi, sakallı pir donuna girdi. Kilisenin ileri gelenleri “Bir soralım” dediler. “Baba, sen kimsin, in misin, cin misin, nereden geliyorsun?” diye sordular.
Pir de: “ Ben, Horasan ilinden gelmekteyim. Beni bu yere Hünkar Hacı Bektaş Veli tayin etti; burayı yurt verdi. Sizin kiliseniz bundan sonra benim yatağım olsa gerektir.” dedi. Onları imana davet etti.
Başta keşiş olmak üzere hepsi kelime-i şahadet getirip Müslüman oldular. “Gelmişliğin mübarek olsun” deyip Koca Saçlı’nın eteğine yüz sürdüler…[13]
Menkıbe: Zinski köyündeki Seyyit Baba, batın gözüyle/kalp gözüyle Koca Saçlı’nın Erikli’ye indiğini gördü. Ona, “Gelişin mübarek olsun” dedi. Koca Saçlı da Seyyit Baba’nın selamını aldı.
Seyyit Baba, Erikli köyüne gitti. Koca Saçlı’yı yemeğe davet edip, köyüne döndü. Koca Saçlı bu davete sevindi; fakat çok yaşlı olduğunu söyleyerek Seyyit Baba’dan yemekleri Erikli’ye getirmesini söyledi. Seyyit Baba da pişirdiği yemekle birlikte Erikli’ye gitti… Bu böyle devam etti. Seyyit Baba, pişirdiği yemekleri Erikli’ye götürür ve beraberce yerlerdi…[14]
Koca Saçlıya ait bu menkıbe Vilayetname’de Resul Baba’nın etrafında geçer.. Erikli köyünde anlatılanlarla, Vilayetname’de geçenler arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır.[15]
Şeyh Bahaettin Babanın Geyikleri
Söylence: : Eski yıllarda bu civarda avlanan avcılar önlerine bir geyiğin çıktığını görürler. Geyiği kovalarlar. Geyik, adak yerinin bulunduğu yere gelince silkinip sakallı bir dede olur. Avcılar da bu civarda avlanmaktan vaz geçerler.[16]
Her yıl yayla zamanı yaylaya çıkanlar, çıkışlarında ve dönüşlerinde Geyikli Baba’yı ziyaret edip kurban keserler.
Menkıbe: “Bir gün Bahattin Baba Belh’ten sefer edip Mekke’ye geldi. Dokuz ay Kabe-i Şerif’te kutbü’l-aktap oldu. Şam’ın evliyaları gelip Bahaddin Baba’yı ziyaret ettiler. Oradan Kudüs’e geldi. Beş ay kaldı; oradan Mısır’a geldi. Dayısı Şeyh Muhammed’i ziyaret etti. Daha sonra buradan ayrılıp Kerbela’ya geldi. Hz.İmam Hüseyin’in makamını ziyaret etti. Yemek pişirip ziyafet verdi. Ve evliyalığını izhar eyledi/açıkladı.
Burada iken Aşure Ayı idi. Şam’ın evliyaları ve Rum’un Erenleri ve Horasan Pirleri, cümle erenler-evliyalar orda idi. Şeyh Nusret ve doksan bin evliya orda hazır oldu. Evliyalar Bahaddin Baba’yı imtihan etmek istediler. Şeyh Nusret Hazretleri, Bahaddin Baba’ya hitaben:
-Bir geyik yavrusu ile doksan bin evliyayı doyur, dedi.
Ol vakit Bahaddin Baba, Kerbela’ya nazar kıldı: Gördüler ki bir geyik kuzusu meleyerek doğruca Bahaddin Baba’nın önüne geldi. Allah’ın izniyle dile gelen kuzu:
-Beni kurban eyle, evliyaların kursağına nasip olayım, dedi.
Ol vakit Bahaddin Baba hemen tekbir alıp, kuzuyu kurban eyledi. Yine aynı şekilde ateşsiz ve susuz olarak kuzuyu pişirdi. Ve “Bismillahi min evvelini ve ahirini” deyip, ortaya getirdi. Doksan bin evliyaya taksim edip yedirdi. Hepsi doydular. Ondan sonra evliyalar nazar edip gördüler ki kuzu tamam duruyor. Bahaddin Baba, geyik kuzusuna dua eyledi. Kuzu dirilip Kerbela çölüne doğru gitti. Bu hadiseden sonra Bahaddin Baba’ya mürid oldular.
Bahaddin baba zemheri ayında yüksek yerlerden kırmızı gül, tutya ve sair çiçeklerden toplar getirirdi. Her gün kırk geyik Bahaddin Baba’nın kapısına gelir, bunlardan beşini her gün kurban eder, diğerlerini sağıp sütünü içerdi. Her gün yedi arslan gelip tekkeyi beklerdi. Bahaddin Baba’nın çobanı koyun otlatırken namaz kılardı. Kurtlar, koyunların yanında gezer, asla zarar etmezdi….”[17]
[1] Ahmet Koca’dan yapılan derleme.
[2] Kutlu Özen, Divriği Yöresindeki Alevi-Bektaşi Türk Toplumunda Toprak Kültü(Cöher), Halk Kültürü l985, s.59-63.
[3] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Geyik Motifine Bağlı İnançlar, Adak Yerleri, Efsaneler, Erciyes, Sayı: 190, Ekim 1993, s. 13
[4] Mehmet Tellioğlu, Divriği 1958
[5] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Geyik Motifine Bağlı İnançlar, Adak Yerleri, Efsaneler, Erciyes, Sayı: 190, Ekim 1993, s. 13
[6] Mehmet Tellioğlu, Divriği 1958
[7] Hülya Karakuş, MYO Sigortacılık Böl.
[8] İhsan Elçi, İşletme,
[9] Hilal Tutar, Eğitim Fakültesi, 98231009
[10] Sibel Başaran, Sınıf Öğretmenliği.
[11] Fatih Sabah, SMYO, Elektrik Böl., 99332038
[12] Kutlu Özen, Sivas ve Divriği Yöresinde Geyik Motifine Bağlı İnançlar, Adak Yerleri, Efsaneler, Erciyes, Sayı: 190, Ekim 1993, s.14-15
[13] Zeynal Özcan(Kırmızı Dede), Ziniski(Akmeşe), l9l2-l986
[14] Veyis Yılmaz, Ziniski(Akmeşe), l9l3
[15] Vilayet-name, Hz. Abdülbaki Gölpınarlı,İnkılap Kitabevi, İstanbul, l958, s.88-89 ve ayrıca Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi(İlk Velayet-name), Hz. Doç.Dr.Bedri Noyan, Aydın, l986, s.419-425.
[16] Mehmet Tellioğlu, Divriği 1958
[17] İlyas Ege, Suşehri’nde Şeyh Bahaddin, Sivas Folkloru, Sayı: 69, Ekim 1978, s.17; Sayı: 70, Kasım 1978, s.18-19