Divriği, Sivas iline bağlı bir ilçe merkezidir.
Bilindiği gibi Mengücekoğulları tarafından Türk hakimiyetine alınan Divriği, kısa zamanda Türkleşti, Müslümanlaştı. Daha ziyade Oğuzlar’ın Salur Boyu ile iskan olunan şehirde 1530 tarihinde Müslüman hane sayısı 498 idi ve toplam nüfusun yüzde 70’ini meydana getiriyordu. [1]
1.BÖLÜM
Divriği Yöresinin Tarihi
Eski Yunan kaynaklarında Aphlike, Bizans kaynaklarında Tephrice(Tefrike) şeklinde kaydedilen Divriği, Arap kaynaklarında suyun çıktığı yer/suyun kaynağı anlamında el-Abrik veya Ebrik şeklinde geçer. VIII. Yüzyıl sonlarında inşa edilen ilk kale ve kurulan kent de Tephrike adıyla tanınmıştır. XV. Yüzyıl Osmanlı kaynakları Divrik ve Divrigi tarzında yazarlar. Günümüzde Divriği şeklinde yazılmaktadır.
Divriği’nin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Divriği’nin belgelere dayanan gerçek tarihi IX.yüzyıl ortalarında Pavlikiyanlar’la başlar. Bu devirde Divriği, Pavlikiyanların başlıca merkezlerinden biri idi. Bizans İmparatoru VI. Leo(886-9l2), Pavlikiyanların üzerine bir sefer düzenledi. Halkın büyük bir çoğunluğu sürgüne gönderildi. X. Yüzyılda bir Bizans garnizonunun yerleştiği Tephrike kalesi, Sasani ve Abbasi sınırlarına yakın bir konumda ileri karakol olarak önem kazandı. İmparator Romanos Diogenes, l3 Mart l068’de çıktığı Doğu Seferi’nde Divriği civarında karşılaştığı Türk kuvvetlerini geri çekilmeye mecbur etti.
a. Mengücek Oğulları Döneminde Divriği:
Mengücekoğulları, 1071 tarihindeki Malazgirt Zafer’nin ardından Yukarı Fırat Havzası’nda kurulmuş ve varlığını 200 yıl sürdürmüş bir Türk Beylliği’dir.
Onlar ilkin Doğu bölgelerinin Türkleşmesinde görev almışlar, Türkmen(Oğuz) göçmenlerinin Anadolu’ya taşınmasına öncülük etmişlerdir. Zafer’den sonra ise, Anadolu Türklüğü’nün temellerinden olan küçük devletlerini kurmuşlardır. Siyasal olaylara fazla karışmayan Mengücekoğulları, daha çok toplum ve sanat hizmetlerine eğilmişlerdir. Saraysız yaşamışlar; fakat okul, hastane, cami, yol, köprü…yapmışlardır. Kendilerine layık gördükleri tek şey, Orta Asya kurganlarını andıran türbeleridir.[2]
Erzincan, Kemah, Şebinkarahisar ve Divriği’yi içine alan bu beyliğin kurucusu, Alparslan’ın komutanlarından Emir Mengücek Gazi(l07l ? -lll8 ?)’dir. Emir Mengücek, l080’e doğru Divriği’yi feth etmiştir. Mengücek Gazi’nin özellikle Oğuz boylarından Kayılar’ı, Bayatlar’ı, Karaevli ve Akevliler’i yeni vatana yerleştirdiği öne sürülmektedir. Prof.Dr.Faruk Sümer de Divriği yöresine yerleşen Türklerin önemli bir kısmının Salurlu olduğunu ifade etmektedir.
Mengücek Gazi’nin ölümünden sonra Beyliğin başına oğlu Emir İshak(1118 ?- ll42 ?) geçmiştir. İshak’ın ölümünden sonra ülkesi oğulları arasında paylaşıldı ve oğularından Davud Şah, Erzincan-Kemah; Süleyman Şah da Divriği kolunun beyi oldu.
b. Mengücek Oğullarının Divriği Kolu
Bu kola mensup Mengücek Beyleri’nden tarih kitapları söz etmez. Bunların varlığı, Divriği’de yaptırmış oldukları hayır kurumlarının incelenmesinden anlaşılmıştır.
I.Süleyman:Bu koldan ilk Divriği Mengücek Beyi, İshak’ın oğlu ve Mengücek Gazi’nin torunu olan I.Süleyman’dır. Kendisine ait herhangi bir eser görülmemiş olup, ne zaman öldüğü de belli değildir.
Süleymanoğlu Emir Seyfeddin Şahinşah(1174 ?- 1196): Divriği kolunun ilk ünlü hükümdarıdır. Şahin Şah(Şahan Şah), Divriği kalesindeki caminin de banisidir. Bu cami(Kale Camii), kitabesinden de anlaşılacağına göre 576(1180/1181)’da yaptırılmıştır. Şahin Şah, kasabanın ortasında kendisine bir de türbe yaptırmıştır. Bu eseri halk arasında Sitte Melik adı ile anılmaktadır. Türbenin 592(1196)’dir. Kitabede o zamanlar bütün Türk sultan ve melikleri tarafından kulanılan alp, kutluğ, uluğ, tuğrul, tiğin… gibi ünvanlar ve lakaplar da bulunmaktadır. Şahin Şah döneminde Kale Camisi ve Sitte Melik Türbesi’nden başka Kamareddin ve muhtemelen Ahi Yusuf Türbesi de yaptırılmıştır.
II. Süleyman Şah: Babası Şahin Şah’ın ölümünden sonra tahta geçmiştir.
Melik Ahmet Şah(1228’den önce-1252’den önce): Divriği’deki meşhur Ulucamii yaptıran Mengücek Beyi, Şahinşah’ın torunu ve II. Süleyman’ın oğlu Ahmet Şah’tır. O, yalnız Divriği Ulucamii’ni yaptırmakla kalmamış, küçük ülkesinin bütün ihtiyaçlarına el atmıştır. Bugün bile Divriği’de Ahmet Şah’ın getirtmiş olduğu içme suyundan faydalanılmaktadır.
Divriği Ulucamii’nin inşa tarihi 626(1228-1229) olup, kitabelerden birinde Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın adı geçmektedir. Caminin son kitabesi 638(l240) tarihini taşımaktadır. Caminin yapımında mimar ve sanatkar olarak Ahlatlı Hürremşah ile Tiflisli Ahmet çalışmışlardır. Ahmet Şah, annesiyle birlikte Ulucami’yi yaptırırken, eşi Turan Melek de camiye bitişik olan Darüşşifa’yı yaptırmıştır. Ulucami’nin vakfiyesi 5 Temmuz l243 tarihini taşımaktadır.
Melik Ahmet Şah’ın 641(1243)’den sonra hangi tarihte öldüğü bilinmiyor. Ulucami ile bitişik Darüşşifa(Şifa yeri/Hastane) arasındaki türbede irili ufaklı 15 kabir görülür. Bunlardan sırçalı tuğlalarla örülmüş olanının Ahmet Şah’la ilgili olabileceği sanılıyor. Bu kabir diğerlerinden yüksekçe ve ortadadır. Melike Turan’ın ki türbeye girişin solundadır. (N.Sakaoğlu)
Melik Müeyyed Salih: Ahmet Şah’ın oğludur. 641(1243)’deki Moğol saldırısı sırasında yıkılan Divriği Kalesi’nin surlarını onartmıştır. Arslan Burcu(1252)’nu yaptırmıştır. Melik Salih, Divriği Mengüceklilerinin son Beyi’dir.
Mengücekoğulları’ndan Sonra Divriği (1277-1516)
675(1276/1277)’te Hülagü’nün oğlu İran İlhanlı hükümdara Abaka, Mısır Memlüklüleri’ne karşı Elbistan seferine giderken Divriği’ye de uğramış, şehir eşrafını kendisini istikbal ederek iyi bir şekilde karşılamasına rağmen surların yıkılmasını emretmişti.
1340’a kadar geçici Moğol(İlhanlı) işgalinde kalan Divriği, 1340-1398 arasında yerli bir hanedan olan Şuhriler’in yönetiminde, ilkin Eratna, sonra da Kadı Burhaneddin hükümetlerine bağımlı kaldı. 1401 yılında Memlüklü sınırlarına katılan bu kent, bu devletin kuzey doğudaki en önemli karakolu oldu. 1516’ya kadar süren Memlüklü döneminde Naibü’s-Sultana ünvanıyla yöneticilikte bulunanlar, yeni borçok cami, türbe, han, hamam ve zaviye yaptırdılar. Kantepe, Hoca Mercan, Araplık, Kadı İskender… adlarını taşıyan eserler Memlüklüler döneminden kalmadır. Bugün Kantepe Camisi içinde Memlük Sultanı Seyfettin Kayıtbay(1468-1496)’ın adını taşıyan ve onun devrinde burada bulunan bir Mısır Valisi medfundur. Türbe kitabesi kitabesi 874(l469) veya 894(1489) tarihlidir.
Divriği, Memlüklüler döneminde Şam Eyaleti’nin Halep Naipliği’ne bağlı ileri bir karakolu durumundaydı.
Divriği, kesin olarak Mercidabık Zaferi(24 Ağustos l5l6)’nden sonra Osmanlı hakimiyetine girdi. 1391’den başlayan ve 1516 yılına kadar devam eden Memlüklü hakimiyeti sona erdi.
İkinci Bölüm
Divriği Ahileri
Ahilik, 13.yy ilk yarısından, 19.yy ikinci yarısına kadar Anadolu’da, Balkanlar’da ve Kırımda yaşamış olan Türk halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlaki yönden gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun, bir birliğin adıdır[3]
Ahi kelimesi terim olarak Türkçedeki eliaçık, konuksever ve yiğit anlamına gelen “akı” kelimesi ile eş anlamlıdır. Bu nedenle Türkler İslamiyete girdikten sonra akı anlamında olmak üzere “Ahi” kelimesini kullanmaya başlamışlardır.[4]
Büyük Türk düşünürü ve iktisatçısı Ahi Evran Şeyh Nasırüddin Ebu’l-Hakayık Muhammed bin Ahmed (1172-1262) toplumun sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel düzeni ile uğraştı. Horasan, Harezm ve Türkistan bölgelerinden gelen Türk esnaf ve sanatçıların ahlak, yardımseverlik ve sanat birleşimi olan Ahiliği bir sisteme bağladı.[5]
Ahi Babaları Kırşehir, Ankara, Sivas, Kayseri, Konya, Amasya ve Erzincan illerinde Ahi Zaviyeleri açtılar. Görüldüğü gibi Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan Ahilik teşkilatının daha o dönemde köklü bir kuruluşu vardı.
Divriği ilçesinde ise Ahi Yusuf ile Ahi Baba(Şeyh Beyazid)’nın türbeleri bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı vesikalarında Ahi Polat, Ahi Hızır ve Ahi Abdal…gibi Ahi Babaları’nın isimleri geçmektedir.
Ersin Gülsoy’un tesbitlerine göre XVI. Yüzyıl başlarında Divriği ilçesinde l3 zaviye bulunmaktaydı. Bunlardan üçü Ahi Zaviyesi idi. Biz, konumuz gereği üç zaviye üzerinde duracağız.
Ahi Yusuf Türbe ve Zaviyesi
Bugün tamamen bir taş yığını halinde bulunan Ahi Yusuf Türbesi, Divriği Ulucamii civarında ve Nurettin Salih(Kemankeş) Türbesi’nin az ilerisindeki bir evin avlusu içerisinde bulunmaktadır. Kubbesi, iki yan duvarı tamamen yıkılmıştır. Batıya bakan duvarı üzerinde bizim “hacet penceresi” olarak nitelendirdiğimiz iki açıklık ile dışta 80 x 200 cm. boyutunda bir kitabe plakası görülür. Buraya Selçuklu sülüsü ile Kur’an-ı Kerim’den Kasas Suresi 88. Ayetin sonu yazılmıştır.
“O’ndan başka her şey yok olacaktır;
Hüküm O’nundur, hepiniz O’na döneceksiniz.”
Bu kitabe plakası l993 baharında türbenin bahçesine düşmüş, edindiğim bilgilere göre yakın yıllarda Turan Melek Darüşşifası içine alınmıştır.
Necdet Sakaoğlu, “Türk Anadolu’da Mengücekoğulları” adlı eserinde Ahi Yusuf Türbesi’nin Mengücekler(1142-l277) dönemine ait olduğunu ileri sürmektedir.
Türbe taşları yağma edilmiştir.Komşu evlerin duvarlarında inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır.Türbenin içi Kemankeş Mahallesinin çöplüğü haline gelmiştir. Bu acıklı durum daha ne kadar sürecektir?[6]
Ahi Polat Zaviyesi
Ahi Polat Zaviyesi hakkındaki ilk tesbitler Ersin Gülsoy’a aittir. Gülsoy’a göre “bu zaviyenin kim tarafından, ne zaman yapıldığı” bilinmemektedir. Galip Eken’in tesbitlerine göre Divriği ilçesinde XVI. Yüzyılın ilk yarısında Ahi Yusuf ve Ahi Polat Zaviyelerinden başka on zaviye daha bulunmaktaydı.[7]
Ahi Baba Yatırı
Ahi Baba’nın türbesi, Divriği ilçesine 8 km. uzaklıktaki Ahi köyündedir. Dikdörtgen planlı türbede biri Ahi Baba’ya, diğeri Hanımı’na ait olmak üzere iki kabir bulunmaktadır. Mezar taşı kitabeleri okunmaz haldedir.
Türbe içerisinde Fatma Ana’ya(Hz.Fatma) ait olduğuna inanılan bir tek pabuç altı bulunmaktadır. Hüseyin Hür, bu pabucun Ahi Baba’nın Hanımı’na ait olduğunu söylemiştir.Hastalar, kabirlere niyaz ettikten sonra bu pabucu ağrıyan yerlerine sürerler.
Türbenin giriş kapısını oldukça büyük, bir çift dağ keçisi boynuzu süslemektedir.. Türbenin dış batı duvarının alt köşesinde “cöherlik/toprak alma yeri” bulunmaktadır. Hastalar, bu deliğe ellerini sokarak, şifa maksadıyla bir miktar toprak alıp yerler. Bu gelenek Türklerde toprağın kutsallığı inancından kaynaklanmaktadır.
Ahilik geleneği/Peştamal kuşanma:
Peştamal kuşanma merasimi Divriği esnafı arasında yalnız köşker esnafı tarafından yapılan bir merasimdi. Bu merasim en son Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılmış ve sonra çeşitli nedenlerle terk edilmiştir.
Olayı 1911 yılında bizzat gören tek kaynak şahıs Ahmet Ağzıtemiz’dir. Diğer kaynak şahıslar ustalarından duydukları şeyleri anlatmışlardır.
“Peştamal Kuşanma Merasimi”, ustalığa çıkacak(dükkan açacak) esnaf için yapılan bir merasimdir. Ahi geleneğinin izlerini taşımaktadır.
O yıl kimler usta çıkacaksa esnaf kahyası tarafından tespit edilirdi. Sonra merasim için genellikle mayıs-haziran ayları içinde bir gün tayin edilirdi. Merasimden birkaç gün önce de tellal çıkarılırdı.
-Köşker esnafından usta çıkacak var….Felanca gün, felanca yerde “kazan kaldırılacak”, diye çarşı esnafına duyurulurdu. Halkın o zamanlar mesire yapacakları yerler belliydi. Bunlar kasabaya bir saat kadar uzaklıktaki Pireyip, Yeni Pınar, Pınar Gözü gibi su kaynaklarıydı.
Masraf çoğu zaman usta çıkacak esnaf tarafından karşılanırdı. Bazan zengin çocukları için hem kalfalığa, hem de ustalığa geçişte merasim yapıldığı olurdu.
Merasim günü sabahı esnaf, “Köşker Çarşısı”nda toplanır, yaşlı ustalar ata bindirilir; genç esnaf da yaya olarak sahra yapılacak yere doğru yola çıkardı. Sahraya toplu halde gidilirdi. Halkın ustalığa çıkacak esnafı tanıması için genç ustaya “Halep Dibası” peştamal kuşatılırdı. Genç usta, kasaba halkının göreceği biçimde önde giderdi. Yanına dükkan arkadaşlarını alırdı.
Bu merasime halktan da katılanlar olurdu; ama onlar esnaf topluluğuna karışmaz, olan bitenleri uzaktan seyrederlerdi.
Yemek pişirmesi için iyi bir aşçı tutulurdu. Davetli sayısına göre hayvan kesilir, pirinç ve yağ alınır; ekmek pişirilirdi. Yemek olarak halka pirinç pilavı ve hoşaf verilirdi. Bazen helva pişirildiği de olurdu.
Topluca yenen yemekten sonra hoca tarafından sofra duası yapılırdı. Genç usta, sofra duasından sonra ilk önce babasının, arkasından ustasının ve onun ardından da kahyasının ve diğer ustaların elini öperdi. Bunun üzerine esnaf kahyası:
-Oğlum, bahtiyar olasın….Dünya ahret her iki tarafın da işini bilip ifa edesin…Helal kazanç edinesin. Allah muvaffak etsin… Allah utandırmasın….Hayırlı uğurlu olsun!…….
şeklinde dua ve nasihat karışımı bir konuşma yapardı. Herkes,mesleğe yeni katılan genç ustayı tebrik ederdi.
Dükkan açma merasimi:
Peştamal kuşanma merasiminden birkaç gün sonra genç usta, köşker çarşısı içinde bütçesine uygun bir dükkan yeri kiralardı. Ustası ve köşker çarşısındaki diğer esnaf ve esnaf kahyası kendisine bir takım alet, avadanlık ve malzemeyi sağlarlardı. Dükkanını donatan usta, bütün bu hazırlıklar bitince ustasına haber verip :
-Ustam, Allah izin verirse yarın siftah edeceğim, kahvemi içmeye buyurun, derdi.
Esnaf kahyasına ve diğer esnaflara da bu şekilde haber verirdi. O günün sabahı , esnaf dükkan önünde toplanır, bir hoca tarafından yapılan duayı dinler ve ustayı yeni dükkanına sokarlardı. O da “Bismillah!…” deyip ilk sayayı keserdi. Herkese kahve ikram edilirdi. Kahve içme merasimi de bitince , dükkanda bulunanlar:
-Allah hayırlı uğurlu etsin….Allah helal kazanç versin… Allah utandırmasın….gibi sözler söyleyerek dükkandan ayrılırlardı.
Divriği Demirci Esnafı
Bilindiği gibi Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu’ya gelen Türk boyları, demircilik sanatını da beraberlerinde getirmişlerdir. Yerleştikleri her şehirde, her kasabada, her köyde demirci dükkanları açarak bu sanatın en güzel örneklerini vermişlerdir.
Divriği ilçesi de demircilik sanatının çok yoğun olduğu bir ilçe merkezidir. Bu ilçede demircilik, yüzlerce yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Elimizdeki örneklerin çokluğu ve çeşitliliği bu görüşümüzü doğrulamaktadır.
Divriği demirci esnafı yörenin ihtiyaçlarını temin etmekle kalmamış, çeşitli tarihlerde Osmanlı Ordusu’nun da ihtiyaçlarını karşılamıştır. Nitekim; Ferhat Paşa’nın Şark Seferi(Revan) Serdarlığı’na tayin olduğu tarihten(29 Aralık 1582) bir kaç ay sonra “…Seferi ordunun levazım ve mühimmatını temin için…” Bozok Beyi’ne yazılan bir hükümde(23 Muharrem 1583) Divriği demirci esnafının 100 bin nal ve 600 bin mıh yapması ve bunları ordu kadısına teslim etmesi, ferman buyurulmuştur.[8]
1400 yılı Ağustosunda Sivas’a gelen Timur, Divriği’deki demir yataklarından ordusu için nal ve kılıç yaptırmıştır.[9]
Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. 16., 17., 18. yüzyıllarda Osmanlı Ordusu’na kılıç, nal, mıh yapana bu sanat kolu, daha sonraki yüzyıllarda gittikçe önemini yitirmiş, 1930’lu yıllarda 60 dükkana kadar düşmüş, 1950’den sonra bu düşüş iyice hızlanmış ve 1984 yılında ise üç demirci dükkanı kalmıştır. Derleme yaptığımız tarihte(2004), Fettah Aydın’a ait bir demirci dükkanı bulunmaktaydı.
Halk El Sanatlarının Bugünkü Durumu
Necdet Sakaoğlu, Türk Anadolu’da Mengücekoğulları, adlı eserinde “Sanat ve kültür mirasımız, şu son otuz yıl boyunca(1978) acımadan harcanıyor. Bu tükeniş dün menkul(taşınır) değerlerimizi hedef almıştı; bugün, menkul ve gayrimenkul nemiz varsa can çekişiyor. Muhtemelen gün gelecek, azgın çağ yapılarının arasında boğulmuş tek tük tapınaklar, saraylar, türbeler, müzeler… biricik tesellimiz olacak.
1945’lerde, Anadolu’nun her köyü, her kasabası ve bir çok kenti, kendi öz mimarisini canlı tutmaktaydı; yeniler, eskilerle bağdaşmak zorundaydı. Eski evleri ve konakları, bahçeler, minareler, çeşmeler, türbeler sarıyordu. Artık bu toplu manzaralar da silinmiştir.
Anadolu halkı, 1900-1945 arasını savaşlar, savaş tehlikeleri ve ekonomik güçlükler altında geçirmiştir. Bu yarım yüzyıl, Anadolu için iş ve ekmek çabasının her şeyin önüne geçtiği bir dönem olmuştur. Bir çok eşya yok pahasına satılmış, bir çok ev enkaz pahasına satılarak elde edilen cüzi parayla ancak mevsimlik ev ihtiyaçları giderilebilmiştir.
Sonra şu otuz yılın sanayileşme, şehirleşme yarışları… Eski Urfa, eski Bursa, eski Konya… bir yana, eskiyi andıracak bir iki sokağı sinesinde koruyan kasabalarımızın sayısı da günden güne azalmaktadır.”[10] Diyordu. Aradan yıllar geçti, tarihi eserler birer birer kayboldu.
1980’li yıllarda Divriği ilçesinde gelenksel halk el sanatları bütün canlılığı ile devam ediyordu. Demirciler, bakırcılar, köşkerler, semerciler… sanatlarını icra ediyorlardı. Bugün(2005) her meslekte usta sayısı birkaç kişiden ibaret kalmıştır.
Yine aynı yıllarda gelinlerin, genç kızların, orta yaştaki hanımların giymiş olduğu üç etek, libade, salata, şalvar ve benzeri geleneksel giysiler, Yozgat başı, hamaylı, gümüş kemer, hırtlatma, altın dizileri geleneksel Türk giyim kuşamının örnekleri olarak korunuyordu… Naftalinli sandıklardaki giysiler de bitti..
Her sokakta kitabeleri okunan mahalle çeşmeleri vardı; onlar da yıkıldı… Divriği evleri Safranbolu evlerini aratmıyordu… Bunların da bir çoğu sahipsizlikten yıkıldı. Yalnız son yıllarda sevindirici bir durum oldu Divriği evlerinin bir bölümü restore edilmeye başlandı. Yetkililere şükranlarımı sunarım.
Görüldüğü gibi Mengücek Oğulları Beyliğinden miras kalan Türk geleneği her şeye rağmen yaşamaktadır. Halk ozanlığı geleneği, düğün törenleri, kirvelik, eski Türk inançları, Hıdırellez, Nevruz törenleri varlığını korumaktadır… Divriği mutfağında yine yöreye has yemekler pişirilmekte, Türk mutfağı devam etmektedir.[11]
[1] Ersin Gülsoy, XVI. Asrın İlk Yarısında Divriği Kazası (Marmara Üniv., Sosyal Bil., Enst., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul l992), s.9-ll,
[2] . Necdet Sakaoğlu, Türk Anadolu’da Mengücekoğulları, Milliyet Yayınları, İstanbul, l97l, s.l0-ll.
[3] Prof. Dr. Neşat Çağatay, Ahilik Nedir?, Kültür Bak. Yay. Ankara-1990, s.1
[4] Çağatay, a.g.e. , s.22
[5] Çağatay, a.g.e. , s.33
Not:Diyanet Vakfı’nın çıkarmış olduğu İslam Asiklobedisi’nde(c.1 s.529), Ahi Evran’nın künyesi Şeyh Nasirüddin Mahmut Ahi Evran b. Abbas(Ölm.1262 sonları) olarak geçmektedir.
[6] Kutlu Özen, Divriği İlçesindeki Ahi zaviyeleri, Revak/94, s.61.
[7] Galip Eken, Fiziki, Sosyal…, a.g.t., s.47-49
[8] Dr.Bekir KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri(1578-1590), Cilt:1, İstanbul 1962, s.130
[9] Dr.Oğuz AYGÜN, Yeşil Divriği ve Davamız, Ankara 1959, s.24
[10] Necdet Sakaoğlu, Divriği’de Ev Mimarisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1978, s.5-6
[11]Müjgan Üçer, Fatma Pekşen, Divriği’de Mutfak Kültürü, Sivas 2001