Suç İşlemiş Kişilerin Yargılanmaları Yargı Cemi (Anadolu Aleviliğinde Sivas Örneği Kitabından)
Giriş: Bektaşilik ve Alevilik, bir tanrısal inanç içinde bu dünyanın hakkını da burada vererek, bugünkü hal ve gidişlerimizden dünya ötesi yaşamda da bir sorumluluk bulunduğuna inanarak eline-diline-beline sahip olmak ahlak ve yasası içinde bulunmaktır. Bir çeşit hayata tatlı bakış yoludur. Dogmaları yumuşatarak büyük bir hoşgörürlük ve bütün canlılara yayılan bir sevgi içinde olmaktır. Erkanında, yapılan her türlü törenlerinde, ibadetinde Türk dilini kullanarak ulusal varlığını korumaktır. Kendi ulusuna olan sevgiden kökünü alan evrensel bir sevgi ile bütün insanlara kucak açan bir hümanizmadır. [1]
Osmanlı Devleti, Sünni İslam mezhebini resmi mezhep olarak görmüş, devletin kurumlarını da buna (şeriata) göre kurmuştur. Suç ve cezalarda bu kurallara uyması zorunluydu. Buna İslami hukuk(Şer’i hukuk) deniliyordu. [2]
O dönemde Anadolu’da yaşayan Aleviler Osmanlı Devleti’nin kurum ve kurallarına bağlı olmakla beraber bir de kendi içinde ayrı bir disiplin uygulaması vardı. Görgü ve sorgu cemi için gelen dede suçluları kendi kurallarına göre cezalandırırdı.Av.İsmail Metin bu mahkemelere “Halk Mahkemesi” adını vermektedir.[3]
Bektaşi Aleviler’de suç işleyene düşkün ve bu hale düşkünlük denir. Yolun yasakladığını yapan düşkündür. Düşkünlük bir çeşit aforoz edilmedir. Bunlarla yani düşkün çıkarılan kimselerle konuşulmaz. Evlerine gidilmez, düğün ve toplantılara ve cemlere gelemezler. Mevlevilikte düşküne yolsuz adı verilmektedir.[4]
Düşkünlük: Anadolu Aleviliğinde yol mensubunun yolun yasakladığı suçlardan birisini işlemesi durumunda, meydan kararı ile suçlu bulunarak kendisi ve müsahibinin (eşleri ile birlikte) dört kapılı olarak, yoldan çıkarılmaları anlamına gelen bir ceza biçimidir. Yoldan olmayanların, düşkün meydanında yargılanmaları mümkün olmazken, yol mensubunun yoldan olmayana karşı işlediği suç düşkünlük meydanında görülür. Yani düşkünlük ancak yol mensuplarına verilebilen bir cezalandırma biçimidir. Yargılamada cinsiyete dayalı bir ayrım yapılması da söz konusu değildir.[5]
Düşkün kaldırma cemi, görgü ceminden farklıdır. Görgüye davet edilmeyen ve herhangi bir nedenle bir başka canla husumetliği bulunanlar görgünün birinci aşamasında bulunamazlar ve yargılanamazlar. Bunların yargılanması, suçsuz olarak bilinen (davet edilen) kişilerin tümünün yargılanması bitirildikten sonraya bırakılır. [6]
Seyit Ali(Kızıldeli) ocağında da ilk önce yol düşkünleri halledilir. Yöremizde(Sivas/Kangal/ Mamaş) bu şekil düzenlenmiştir. Ağır düşkünleri dedenin dedesi(mürşit kapısı) olan mürşit görür. Bu görev onlara verilmiştir. Muhtelif suçları ise dede görebilir. Düşkünü ancak mürşit ocağındaki dedeler kaldırır. Pir(dede), düşkün kaldıramaz. [7]
Düşkünlük cezasındaki amaç, bireyi işlediği suçtan dolayı toplum dışına itmektir. Anadolu Alevisi’nin kendi içinde yarattığı bu hukuk düzeninde İslam hukukundaki zina suçuna uygulanan recm, hırsızlığa uygulanan el kesme, adam öldürmeye uygulanan kısas gibi sert şer’i hükümler mevcut değildir. Anadolu Aleviliğindeki düşkünlük müessesesinin Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki aforoz sistemi ile yakınlıklar taşıdığı görülmektedir[8]
Sivas/Divriği yöresindeki en büyük düşkün kaldırma ocağı Hıdır Abdal Ocağı’dır. Bilindiği gibi Hıdır Abdal Sultan, İstanbul’da yatırı bulunan Karaca Ahmet Sultan’ın oğludur.
Hıdır Abdal’ın türbesi Kemaliye-Arapkir sınırları içinde kalan Ocak köyündedir. Köy Dutluca’ya 3 km., Kemaliye’ye 40 km. uzaklıktadır. Bu ocak düşkün kaldırma ocağı olarak bilinir.[9]
Söylence: Hacı Bektaş Veli halifelerine görevlerini bildirip nasiplerini verir. Görev dağıtımı sırasında huzurda bulunmayan Hıdır Abdal Sultan Hazreti Pir’e vardığında kendisine verilecek bir görev kalmadığını öğrenince mahzunlaşır. Hacı Bektaş’ın “Niçin üzülürsün ya Hıdır Abdal?” sorusuna “Gördüm ki bana verilecek bir hizmet kalmamış, ona üzülürüm” diye cevaplar. Hünkar da “Gam çekme ya hıdır Abdal, sen bütün ocakların başısın. Benden düşen, eli kaypan sana gele. Ancak senden eli kaypanın da Pir dergahında kendine derman olmaya” diyerek teselli eder. [10]
Yargılama
Görgü bittikten sonra görgüye alınmayanların yargılanmasına başlanır. Yargılanacak kişilerin listesi dede tarafından peyiğe(okuyucuya) verilir. Peyik de bunları dedenin talimatı ile yargılamaya çağırır. Dede, sanığın suçunun ağırlığına göre onu yargılama öncesi tecrit etmek için yargılanmasına kadar belirli bir yerde ceza çektirerek yargılanmasını bekletir. Bu durumda bir kıstas yoktur. Yani suçu işleyen şu yerde bu şekilde bekletilir diye bir şey denilmez. Bu tamamen dede tarafından verilen bir cezadır; fakat fazla ağır değildir.[11]
Bu konuda en çok kullanılan yöntem, suçlu pozisyonundaki insanları görgünün ta başından itibaren görgü evinde bulundurarak yargılanmalarını bekletmektir. Bu genelde görgü evinin kapı ağzında, boynunda ağır bir şeyle bekletme şeklinde olur. Eğer suçlu durumundaki kişinin suçu hafifse veya suçu ağır da görgü sırası uzun süre sonra gelecekse, bu durumda boş bekletilir. Suçlunun bekletme yerinin görgü evi olmasındaki amaç daha çok diğer insanların bu durumu görmesidir. Bu tür bekletilen kişiler de ancak suçu kesinleşmiş, ikrar etmiş(suçunu kabul etmiş) veya suçlu olduğu açıkça belli olan kişilerdir. Bu durumda suçu işleyen kişi utanır, rencide olur ve bir daha suç işleme düşüncesinden vaz geçer.
Kapı ağzında bekleyen kişiye kimse selam vermez. Onunla ilgilenilmez. Onu adam yerine koymazlar,ona değer vermezler. Bu şekilde yargılama zamanını bekleme süresi ve beklerken çekeceği manevi ve maddi ceza o kişinin suçu ile orantılıdır.[12]
Not: Yüz hanelik bir köyde görgüde suçlu olarak yargılanacak kişi sayısı beş-on kişiyi geçmez. Benim Divriği’nin Sincan bucağına bağlı İmirhan köyünde öğretmenlik yaptığım yıllarda(1959) köydeki düşkün evi iki haneden ibaretti. Onlar görgü bitene kadar evlerinde oturarak bazen de birbirlerine misafirliğe giderek zaman geçirirlerdi. Dede köyden gittikten sonra derin bir nefes alırlardı. Bu evlerden birinin sahibi Birinci Dünya savaşı sırasında eşkiyalık yapmış ve bir çok kişiyi öldürmüştü. Bu şahıs öldüğü güne kadar düşkün olarak kaldı. Toplumdan soyutlandı.(K.Ö.)
Köylülerin yargılanmaları bitirilene kadar bu kişiler görgü damının(cem evinin) en alt kısmında(kapıya yakın) tecrit yerinde yargılanma sırasını beklerler. Bunlara sıra gelince de suçu en hafif olan önce alınır. En ağır suçlar en sona bırakılır. Görgü evinin tecrit kısmında bekletilen bu kişilerden suçu en az sayılana fazla ceza vermeyecek bir yük yükletilir. Örneğin bir alacak ihtilafından dolayı gelen kişiye, adam öldürdükten sonra yargılanma sırası bekleyen kişiye göre çok daha az yük yükletilir. Burada yük tabir edilen şeyler genelde, görgü boyunca ayakta durdurma, bunun yanında da bazı hallerde de boynuna bir takım yükler asmak şeklinde olur. Boyuna asılan yük genelde “elcek) taşıdır. Görgünün ileri aşamalarında bu kişilere sıra geldiğinde, onlar buradan birer birer alınarak yargılanır. Bunların yargılanmalarına, suçlu olup olmadıklarına ve ceza miktarına ilişkin kararlara tüm canlar katılır. Önce tecrit kısmına konmuş; fakat yargılanarak tekrar suçundan arındırılmış ve topluma kazandırılmış canlar da oy hakkını kendinden sonraki yargılamada kullanabilirler. Suçu hafif olan aklandıktan sonra kendinden daha ağır suç işlemiş kişinin yargılanmasına katılır: fakat bu kişiler görgüye önceden davet edilerek yargılanan canların yargılanmasına katılamaz ve o süreçte oy kullanamaz.[13]
Düşkün kadını olan erkek düşkündür (K.Ö)
Düşkünün çocukları ve suçu olmayan hanımları ceme girerler; fakat tercüman yiyemezler, görgü uygulanmaz. Onlardan dedece hiç bir hakullahı alınmaz, kabul edilmez.. Çocuklar akıl baliğ olunca müsahip kavline, tarikata intisap ederler.(Cemal Koçak) Düşkün olanlar posta ayak basamaz.
Düşkünler yedi yıl sonra aile efradı mahrum kalmasın diye dede sorar:
Cem erenlerini toylar mı, toylamaz mı?
Yani düşkünlüğünün kalkması için kurban kesmek, cemdekilere sofra sermek, mağdurun ailesine maddi yardımda bulunmak… gibi şeylere gücü yeter mi? Yetmez mi? anlamındaki bir ifadedir. Zengin zopadan, fukara vermeden korkar(Cafer Bakır) [14]
En ağır düşkünler
Bu konudaki en kapsamlı çalışma Malatya Balyan Aşireti’nden aziz dostum Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu(Em.Öğretmen) ile Sevgili kardeşim Çamşıhılı Av. İsmail Metin tarafından yapılmıştır. Ben bu makalemde geniş ölçüde bu iki kaynaktan yararlandım. Kendilerine teşekkür ederim.
Daha önce de belirttiğimiz gibi O dönemde Anadolu’da yaşayan Aleviler Osmanlı Devleti’nin kurum ve kurallarına bağlı olmakla beraber bir de kendi içinde ayrı bir disiplin uygulaması vardı. Cezaları ve suçları bu uygulamalara göre yapılırdı. Bunlar 12 madde halinde belirlenmişti. Buna “12 Burç” deniliyordu.
“1.Burç: Mürşid-i Kamil’in, Mürşit’in, Pir(Dede)’in, Rehber’in sözünü dinlemeyenler. Aileler arasında söz gezdirenler, başkalarının kapısını, penceresini, bacasını dinleyenler, yalan yere yemin edenler, ihbarcılık yapanlar, komşularını bir birine düşürenler suçludurlar. Buyruk uyarınca düşkündürler. Bunlara cemaatin huzurunda 15 dakika ayakta bekletilme, hafif ısıtılmış demirle dilinin dağlanması ve beş sopa vurulması cezası verilir. Pirin ve cemaatin huzurunda tövbe ve yemin ettirilir.[15]
2. Burç: Kendisine ait olmayan tarlaların sınırını bozan, ağaç ve meyveli ağaçları kesenler, sebze ve bostanları söken ve bozanlar, çocukların eğitimini yaptırmayan ve okutmayanlar, sağlam oldukları halde çalışmayanlar, komşularının hayvanlarını bilerek öldürenler suçludurlar. Bu gibilere şu cezalar verilir: İki yıl görgülere alınmazlar. Bu süre içinde yakınları dahil hiçbir komşu kendisiyle ilişki kuramaz. Bu iki yıl bittikten sonra üçüncü yıl rehberin öncülüğünde suçlunun boynuna bir ip takılarak pirin ve cemaatin huzuruna getirilir. Pir ve cemaatin huzuruna getirilen suçlu merkep gibi üç defa bağırır. Sonra cemaatin huzurunda 4 hokka(5.132 gr.) ağırlığında bir ağırlık boynuna asılarak 20 dakika bekletilir. 17 sopa vurulur. Kızgın demirle el ve ayakları dağlanır. 13 akça halife, 20 akça pir hakkı olmak üzere para cezası alınır. Bir kurbanla cemaate ve görgüye alınır.[16]
3. Burç: Komşularının ve başkalarını canlı ve cansız malını çalanlar, suçsuz yere akrabalarına ve komşularına hakaret edenler suçludurlar. Hırsızlıktan çaldığı mallar olduğu gibi yeniden sahiplerine verilir. Yok etmişlerse bedeli ödenir. Başkalarına hakaret edenler, suçsuz insanları ne ile dövmüş ise, kendileri de aynı şekilde ve aynı cisimle dövülür. Bu suçu işleyenler üç yıl pirin ve cemaatın huzuruna gelemezler. 3 yıl sonra rehberin yanına götürülür. Rehber boynuna bir ip bağlayarak pir ve cemaatın huzuruna götürür. Gelirken it gibi “hav hav “ diyerek bağıracaktır. Pir ve cemaatın huzurunda kovulacak; ikinci defa aynı şekilde getirilecektir. Bu sefer cemaatın huzurunda üç okka(3849 gram) ağırlığında bir cisim boynuna asılarak 20 dakika ayakta bekletilir. Sonra 40 sopa vurulur, ayakları kızgın demirle dağlanır. Halife ve pir hakkı olmak üzere para cezası verilir. Kurban keser ve cemaate/görgüye alınır.
Uygulama: Çamşıhı yöresindeki Hüseyin Abdallılar’da bu işlem şöyle uygulanır. Peyik, dedenin misafir edildiği eve gelir. Dede, Peyik’e “Kaç tane kusur işlemiş can var?” diye sorar. O da “Şu kadar” diye sayı belirtir. Dede tekrar “Bunların durumu nasıl? “ diye sorar. Peyik de “Dedem bunlardan birisi koyun çalmış, bu bir. Tump anlaşmazlıklarından çıkan olayın tarafları iki de bunlar, etti üç. Bir tane anası şikayetçi olan etti dört. Bir adam öldürme, bir kız kaçırma etti altı. Dört tane de kavga, aile kavgaları…Bununla on tane diye cevap verir…
Dede, Peyik’e “İlk defa kavga edenleri çıkaralım, bu canları fazla yormayın, Bunun yanında tump anlaşmazlığından dolayı husumetli olanları çağır. Tecridi bugün öğleden sonra başlasın. Görgüde de tecrit sırası gelenleri alırsın. Kız kaçıran can burada yoktur, adam öldüreni de ayrı alırız…” diye söyler.
Suçluların tecrit darına çağırılması: Peyik, dedenin yanından ayrıldıktan sonra sanıkların/düşkünlerin evlerini dolaşmaya başlar. Düşküne “Akşam senin yargılanman var; fakat tecridin bugün öğleden sonra dedenin kaldığı evde başlatılacak. Öğlene doğru oraya gel. “
Peyik yargılanacak olanların evinin tamamını dolaşır. Hepsine haber verir. Daha sonra dedenin misafir olduğu eve gelir. Düşkünler de birer ikişer dedenin olduğu eve gelirler.
Not: Sabah yemeğini yiyen köylüler dedenin yanına gelirler. Bu her gün böyle olur. Burada dede ile konuşulur. Ona yol, yordam, erkan sorulur. Ondan tarikat hakkında en ince bilgiler alınır. Başka sohbetler de edilir.
Sanıkların/düşkünlerin gelmesi: Sanıklardan gelenler, cümle niyazı yapıp(herkese selam verip) orada kendilerine uygun buldukları yere otururlar. Öğlen olunca sofralar kurulup, yemekler yenir. Sofralar kaldırıldıktan sonra sıra tecrit darına alınacak sanıklara gelir.[17]
“Sanıkların hepsi de dedenin karşısındaki duvara geçtiler. On sanık buraya dizildi. Divanda duruş biçimi aldılar. Dede bunlara nasihat etti. Daha sonra dua etti. Bundan sonra sanıklar kendilerine düşen niyazlarını yapıp tecrit darında divan duruşuna geçtiler.”
Suçluların Görgüdeki Tecrit Darına çekilmeleri:
“O akşam yine görgü açıldı. Herkes görgüdeki yerini aldı. Bu kez yargılanacaklar suçlarından dolayı dara duracaklardı. Peyik, dedenin yanına geldi. Erkana uygun şekilde dedeye konuyu söyledi. Peyik dışarı çıktı. Biraz sonra görgü evinin kapısı açıldı. Peyik avludan görgü damına girdi. Bu arada zakirler saz çalıyor meydanda iki kadın, iki erkek semah dönüyordu. Bir yandan semah dönülürken, bir yandan da kapıdan sanıklar içeri giriyordu. Önden peyik, arkadan diğerleri içeri girdiler. Bunlar görgü evinin kapısından girmeden önce kapının ağzında serili olan halılar toplandı.[18]
Kuru yerde yalınayak yürüyerek meydana geldiler. Peyik önlerinde, onlara gidecekleri yeri gösterdi. Gidecekleri yer kapının arkasındaki duvarın dibiydi. Burada da tüm kilimler ve halılar kaldırılmıştı. Sanıklar yalınayak duvarın dibine dizildiler. Yargılama boyunca sırası gelen, buradan dara gitti yargılandı. Sırasını bekleyen de orada ayakta durdu. Yine iki canın boynuna bulgur taşı ve heybe asıldı. Bunlar bu şekilde yargılamayı bekleyecekti.[19](Metin 186)
4. Burç: Komşu ve akrabalarının evlerini, harmanlarını, ormanlarını ve ağaçları yakmış ve tahrip etmiş olanlar suçludur. Bu suçu işleyenler pir ve cemaat huzuruna yani görgü cemine 5 yıl giremezler. Yaktıkları ve yıktıkları, zarar verdikleri yerleri onarmak zorundadırlar. Bunlarla her türlü ilişkiler, yardımlaşmalar kesilir. Beş yıl sonra zarar verdiği şeyler onarılmış ve ödenmiş ise o zaman rehberin yanına getirilir. Rehber suçlunun boynuna kirli ip bağlar. Merkep ve it gibi bağırtılarak pirin ve cemaatin huzuruna getirilir. Pir ve cemaat huzurunda 7 okka (9.981 ram.) ağırlığında bir cisim boynuna asılarak 30 dakika ayakta bekletilir. Kırk sopa vurulur. Kızgın demirle el ve ayakları dağlanır. Pir ve mürşit hakkı olmak üzere 90 akçe alınır. Kurban keser ve cemaate/görgüye alınır.[20]
5. Burç: Kızını Allah’ın emriyle başkasına vermiş ve sözü kesilmiş ve sonra sözünden dönüş yaparak başkasına vermiş olanlar, Allah’ın emriyle kıyılmış nikahı bozmuş olanlar, bu işe yardım edenler suçludur. Bu gibi suçları işleyenler altı yıl pir ve cemaat huzuruna(Görgüye) alınmazlar. Komşuluk ve akrabalık ilişkileri kesilir. Bu süre içinde hiç kimse yardım edemez, selam verip ve selamını alamazlar. Ekmeğini yiyemezler. Altı yıl sonra rehberin yanına getirilir. Rehber, suçlunun boynuna pislik sürülmüş bir ip bağlar. Pir ve cemaatin huzuruna getirilir. Getirilirken hayvan gibi zırlar, ürür, domuz gibi burnunu yere sürer. Suçlu cemaatin huzuruna getirilirken, cemaatle birlikte ağlar ve Allah’a ve Ehl-i Beyt’e dua ederek yalvarırlar. Pir ve cemaat huzurunda on hokka(12.380 gr.)ağırlığında bir cisim boynuna asılır, 30 dakika ayakta bekletilir, 60 sopa vurulur. Mürşit ve rehber hakkı olmak üzere para cezası alınır. Tövbe ve yemin ettirilir. Kurban keser ve cemaate / görgüye alınır.[21]
6.Burç: Faize akça(para) verenler, alanlar ve aracılık edenler; faiz yoluyla başkalarını borçlandırarak evini, tarlasını, bağ ve bahçesini, malını alanlar hile yoluyla başkalarının mallarını zorla ellerinden alanlar günah-ı kebir(büyük günah) işlemiş olurlar.Bu gibi suçlular 6 yıl pir ve cemaat yüzü görmeyecek; her türlü komşuluk ilişkileri kesilecek; ekmeği yemeği yenilmeyecek, selam verilmeyecek ve konuşulmayacaktır. Düşkün olan 6 yıl sonra rehberin yanına getirilir. Rehber, pislikle yoğrulmuş bir ipi boynuna bağlayarak pir ve cemaatin huzuruna getirir. Getirilirken suçlu, hayvan gibi dört ayaklı olarak yürüyecek ve sırtına üç batman(23.084 gram) ağırlığında bir ağırlık konulacak; domuz gibi burnunu yere sürecek, en son cemaatin ve pirin huzuruna alınacak.
Pir ve cemaatin huzurunda yeniden bir batman ağırlığındaki bir cisim boynuna asılarak 45 dakika ayakta bekletilecek. Kırk beş sopa vurulacak. Kızgın demirle el ve ayakları dağlanacak. Tövbe ve yemin ettirilecek. Para cezası alınacak. Bir kurbanla cemaate ve görgüye alınacak.[22]
7. Burç: Karısını boşamış olanlar veya boşanmamış nikahlı karıyı alanlar, nikahını bozmuş olanlar, bunlara yardım edenler suçludur. Bu suçu işleyenler 7 yıl pir ve cemaat huzuruna alınmazlar. Sığırını, davarını köyün sığır ve davarına katmazlar. Komşuluk edilmez. Selam verip ve selamı alınmaz. Evine gidilmez, ekmeği yenilmez. Yedi yıl sonra rehbere götürülür Rehber pislikle yoğrulmuş ipi boynuna bağlayarak pir ve cemaatın huzuruna getirilirken eşek gibi bağıracak, domuz gibi burnunu yere sürecek, üç defa huzurdan kovulacak. Her gelişinde aynı şekilde davranacak; üçüncüsünde huzura alınacak. Üç kurban alınacak bu kurbanlardan birisini köpeklere, birisini öksüz ve küçük çocuklara kesip dağıtacak. Bir kurbanla da cemaate gelecek. Pir ve cemaat huzurunda boynuna ağır bir cisim asılarak bir saat ayakta bekletilecek, 80 sopa vurulacak, taşlı ve dikenli bir yolda yalınayak olarak bir saat yürüyecek; sonra pir ve cemaatin huzuruna yeniden getirilecek. O yıl kurbanı ayrı kesilecek ve diğer sofilerin kurbanına karışmayacaktır. Ayrı kazanda pişirilerek dağıtılacaktır. Dil ve ayakları kızgın demirle dağlanacak 90 akçe halife, 100 akçe pir, 150 para rehber hakkı olmak üzere para cezası alınacak; boşandığı kadının yıllık nafakasını her yıl ödeyecektir.[23]
8. Burç: Kuran-ı Kerim’in ayetlerini değiştirenler veya anlamını değiştirerek yanlış yorum yapanlar, Hz.Peygamber’e ve Ehlibeyt’e dil uzatanlar, Peygamber ve Ehlibeyt’in buyruğunu inkar edenler büyük günah işlemiş olurlar. Bunlar en büyük suçlardır. Böylesi suç işleyenler12 yıl pir ve cemaat huzuruna çıkarılamazlar. Akrabalık ve komşuluktan çıkarılırlar. Ölürse cenazesine gidilmez ve cenaze namazı kılınmaz. Selam alınmaz, selam verilmez. Ekmeği aşı yenilmez, evine gidilmez. Hiç bir yardım yapılmaz. 12 yıl sonra rehbere götürülür. Yaptığı fenalıklardan kurtulduğunu tövbeyle bildirir. Rehber de
suçluyu belden yukarısını çıplak ederek ve bu çıplak bölüme pislik sürer; boynuna pis ip bağlar ve ondan sonra pir ve cemaat huzuruna getirilir. Getirilişinde suçlu domuz gibi burnunu yere sürer. Zırlayarak, havlayarak getirilir. Suçlu içeri girişinde pir ve cemaat yüzünü görmemek için birlikte secdeye kapanır ve ağlayarak Allah’a, Peygamber’e ve Ehlibeyt’e yalvarırlar. Suçlu üç defa kovulur. Her gelişinde aynı şekilde getirilir. Üçüncü gelişinde cemaatin dışında oturmak üzere alınır; iki yıl kurbanı ayrı kesilerek sofilerin kurbanına katılmaz. İkinci yıl yine üç kurbanla meydana gelir; bir tanesi köpeklere, bir tanesi öksüzlere, fakirlere ve küçük çocuklara; bir tanesi de ceme ve cemaate getirilir. Pir ve cemaatin önünde boynuna 15 okka(19245 gr.) ağırlığında bir cisim asılarak bir saat ayakta bekletilir sonra 90 sopa vurulur; kızgın demirle eli, ayakları ve dili dağlanır. 100 akça mürşit, 130 akça pir, 30 akça rehber hakkı olmak üzere para cezası alınır. İki yıl sürekli cemdeki yeri cemaatın en arkasında oturur. Üçüncü yıl bir kurbanla ancak görgüye ve ceme alınır. [24]
9. Burç: Nefsine ve hırsına uyarak, kin ve intikam amacıyla insan öldürenler en büyük suçludur. Böyle suç işleyenler 30 yıl pir ve cemaat yüzü görmeyecek. Bütün komşular ve akrabaları ilişkisini kesecek. Sofiler onu görünce ağlayarak ondan yüz çevirecekler.30 yıl ekmeği, yemeği yenilmeyecek. Arkadaşlık edilmeyecek; selam verilip selamı alınmayacak. Hiçbir yardım yapılmayacak. 30 yıl sonra rehbere götürülecek, rehber alıp pir ve cemaatin huzuruna getirecek. Pir ve cemaatin huzurunda pir kendisine şöyle diyecek: “Bir kurban getireceksin. Kurban kesilecek ve kazanda kaynayacak. Kurbanın kaynatılacağı bacanın içine seni baş aşağı olmak üzere asacağım. Kurban pişinceye kadar böyle kalacaksın. Eğer ölürsen şehitsin, kurtulursan sofisin. Kabul ediyor musun, etmiyor musun?” diye soracak. Suçu kabul ederse bu işlem yapılacak; kabul etmiyorsa, ölünceye kadar her türlü akrabalık ve komşuluk ilişkisi kesilecek ve köyden
kovulacak. Öldürülen adam zina suçu ile aynı evin öldürülmüşse ve tanıkları varsa bu suç sayılmayacak.[25]
Uygulama: Av.İsmail Metin, adam öldürmekten dolayı on yıl önce köyden kovulan bir düşkünün yargılanmasını şöyle anlatır:
“İbrahim, komşu köyde eniştesinin evinde oturmaktadır. On yıl önce katillik yapmış ve köyden uzaklaştırılmıştır. Dede ve köylüler düşkün olan İbrahim’in yargılanmasını isterler. Bunun için köyden iki kişiyi görevlendirirler. Bunlar komşu köye gidip, gecenin bir saatinde İbrahim’i görgü yapılacak köye getirirler. Bu uygulama gizli yapılır ki suçlu rencide edilmesin.
Köyde İbrahim’in yatması için bir oda ayrılmıştır. İçeride daha önceden konulmuş fiske lambası, eski bir yatak ve kalburun üzerine konulmuş birkaç parça köy ekmeği ve soğuk bir çorba vardır.
Sabah olunca köylüler İbrahim’in köye getirildiğini öğrenirler. Köyde ne kadar erkek varsa, dede evinin önüne toplanırlar. İbrahim, misafir edildiği evden cem evine getirilir. İbrahim tek başınadır. Etrafı boşaltılmıştır. Dede tek başına ayakta dikilen İbrahim’e şöyle der:
-İbrahim, on yıl önce bir yol erinin ölümüne sebep oldun; çok insanın ciğerini yaktın; köyde huzur bırakmadın. Canları küs tutturdun, yolumuza göre en ağır suçu işledin; sen de ceza çektin, on yıldır köyünden, çoluğundan çocuğundan ayrı kaldın. Şimdi ise köylüler, özellikle Veysel’in (maktulun ) akrabaları büyüklük göstererek senin yargılanman için karar verdiler. Yoksa hayatın boyunca yaban ellerinde gezerdin. Hata yapmayan insan olmaz ( Hatasız kul olmaz), herkes hata yapar, önemli olan hatayı az yapmak. Ardından da hatayı anlayıp bir daha yapmamaktır. Bizim yolumuz bağışlayanların yoludur…
Dede bu konuşmadan sonra görevlilere şöyle söyledi: Bunu ‘Bunu(İbrahim’i) görgüye kadar tecrit darında bekletmen gerekiyor. Bilirsin bunun suçu en ağır suç….’
Görevliler el taşlarını (El değirmeni taşlarını) oraya getirdiler. İpleri ve aba parçasını getirdiler. İpleri taşların ortasından geçirip birbirine bağladılar.
Dede, İbrahim’e dara durmasını söyledi. Bunun üzerine İbrahim dar duruş biçimini aldı.
Dede dar duası etti:
-Allah, Allah, Allah…. Üçler, beşler, yediler, kırklar; masum u paklar, On İki İmamlar, evliyalar, enbiyalar; aklındaki, kafandaki , gönlündeki kötülükleri def ede. Akıl kursak vere.. Gerçeğe hüüüü….
Dede:
-Canlar, taşları İbrahim’in boynuna geçirin!….
Dört beş genç ve peyik taşları kaldırdılar ve İbrahim’in boynuna astılar. İbrahim birkaç defa bayıldı. Ayılınca taşları tekrar boynuna astılar. Sonra taşları alıp taşsız beklettiler. Akşam hava kararınca odasına götürdüler.
Adam öldüren sanığın görgüye alınması:
“ Adam öldürme gibi ağır suçlarda görgüye alınıp yargılanmak ayrı bir günde yapılırdı. Bununu için özel bir oturum yapılır, o günün tüm mesaisi bu işe ayrılırdı. Adam öldüren kişinin görgüye girip yargılanması için görgüden önce yakınları dedeye başvurdu. Dede de ölen taraftan bir iki kişiyi çağırdı, bu kişinin görgüye alınıp alınmamasını sordu. Daha önce köyün ileri gelenleri araya girerek ölen tarafı razı ettiklerinden, onlar yargılanmasına rızalık gösterdiler. Bunun üzerine dede görgüye alınmasına karar verdi. ..(Metin200)”
Bundan sonraki aşamalarda İbrahim, öldürdüğü adamın ailesinden, yakınlarından, kapı kapı dolaşarak köylülerden af diler. Sıra İbrahim’in yargılanmasına gelir. Kafasını usturaya vururlar, kendisini soyarlar; kefen giydirirler; görgü evinin kapısına kadar getirirler. İbrahim görgü meydana girmeden önce bir konuşma yapar:
Şimdi burada bir canı öldüren, bu nedenle yoldan düşürülen birisi yargılanacak. Hak meclisimizi daim ede…
“Dedenin konuşmasından sonra peyik önde,İbrahim arkada, boynunda yular, yuların ucu peyiğin elinde…İbrahim dört ayak üzeri içeri girer. Tecrit duvarının önüne gelince suçlu ayağı kaldırılır. Önceden hazırlanmış olan iki tane el taşı İbrahim’in boynuna asılır.
Dede canların huzurunda İbrahim’i sorguya çeker. İbrahim suçunu pişmanlıkla anlatır. Görgüde bulunanlar düşkünlüğünün kaldırılmasına, düşkünlük süresinin kırk gün olması, ölenin tarafına maddi tazminat niteliğinde bir çift öküz, köyün kenarında on dönümlük arpalık tarla, altı tane halı yastığı, bir taban halısı, yüz rupla buğday vermesi idi. Bundan başka ölenin ana ve babasının ve kardeşlerinin bulunduğu topluluğa gitmemek, onlar geldiğinde çıkmak, onlara karşı saygılı davranmak da cezalar arasındaydı.
Son olarak iki bakraç suyla, yalın ayak yamacın tepesine gidip gelmek ve közde yürümek cezası da verildi.
Yargılama yapıldıktan ve suçlu ceza aldıktan sonra faraş gelir, dara duranların üzerinde durdukları çulu yerinden toplar. Çulu toplarken içinden bir şey dökülmemesi için itinalı hareket eder. Topladığı çulu eline alarak görgü evinden dışarı çıkar. El ayak değmeyen bir yere çulu silkeler. Sonra koltuğunun altındaki süpürgeyle çulu çarpar. Tekrar görgü evine döner, çulu dar meydanına serer.[26]
Suçlunun topluma yeniden alınma töreni: Bu tören ceza görüp de sonradan topluma alınanlar için yapılırdı. Bu törenin bir adı da itibarın iadesi törenidir. Bu tören ağır ceza alanlar için yapılır. Yani düşkün olarak yoldan çıkarılıp daha sonra tekrar yola alınanlar için yapılır.
Bu törende bütün canlar hazırdır. Görgü evi bu tören için hazırlanmıştır. Yol düşkünü olan İbrahim’i dedenin huzuruna alırlar. Dede canlara sorar:
-Ey canlar ne diyorsunuz? Kanlı ama çaresiz, kanlı ama kimsesiz… Size bir sığınan var. Kovuyor muyuz, alıyor muyuz?…
Canlar, hep bir ağızdan sanığı bağışladıklarını söylerler… İbrahim, dedenin elini öptükten sonra dede ve diğer dört canla birlikte semaha kalkar.
Semahtan sonra İbrahim tarıktan geçirilir. Artık İbrahim buradan sonra anasından yeni doğmuş bir çocuk gibi temizdir. İbrahim cemde bulunan herkesle kucaklaşıp öpüşür. İbrahim’in topluma alınma töreni artık bitmiştir.[27]
10. Burç: Bakire bir kızı zorla veya kandırarak iğfal etmiş, neticede evlenmemiş ve geleceğini karartmış olan gaddardır, kafirdir, münafıktır. Böylelerinin derdine derman bulunmaz. Lanetli şeytandırlar. Kazandıkları haramdır, komşulukları haramdır. Ölünceye kadar suçludurlar. Hiçbir pir, mürşit, sofi, komşu ve akrabasını görmeyecektir. Herhangi bir pir veya mürşit onu ceme alırsa, o pir ve mürşit de ebediyen suçlu olur. Yıkadığı temiz olmaz, hiçbir mevkiye oturamazlar, karar veremezler. Her kim ki o suçluyla ilişki kurarsa, yardım ederse, o kimseler suçludurlar. Zorla iğfal edilen kızı, her kim kendisine eş kabul ederse(onunla evlenirse), alan kişi suçlu sayılmaz. Sevabı yer ile gök arasını dolduracak kadar büyüktür. Bu evliliğe bütün melekler imrenirler, sevinirler ve şahit olurlar.[28]
Seyit Ali Kızıldeli ocağında, Genç oğlan, genç kızı arzusu ile kaçırırsa, suçu hafif; kız razı değilse suçu ağır olur. Evvela bu iki aile dedenin önderliğinde, komşuların huzurunda evvela barıştırılır. Şayet barış olmazsa bu çiftler görülmezler. Ta ki bu iki ailenin barışlığı sağlanıncaya kadar.
Bu aileler barışık sağlandı. Bu çiftlerin görülmelerine karar verildi. Eğer görgü başlamış ise zaten cem evi hazırdır. Yok, köyde görgü yok ise cem evi hazırlanır; tüm komşular dedenin emri ile peyik dolaştırılarak cem evine davet edilir. Ve bu düşkünler:
a. Müsahibi var ise bu cezaya müsahibi de katılır.
b. Bekar oğlan bekar kız(müsahipsiz)…Bunlar görgüye girmezse ve düşkünlükleri kaldırılmazsa müsahip kavline giremezler. Yol düşkünü olurlar. [29]
11. Burç: Müsahibinin, pirin, mürşidin, rehberin kivre/kirve/kirva’nın karısıyla zina edenler, kirvenin kızını almış olanlar, evli ve nikahlı ve sözlü kadınlara tecavüz edenler ve ırz düşmanları suçludurlar. Böylesi suçluların derdine derman olunmaz. Böyleleri kafirdir, gaddardır, münafıktır, şeytan-ı laindir. Yezit-lanetullahtırlar. Nemrud’un ve Firavun’un sıfatından olup hiçbir suretle Ehlibeyt ve ehli Müslim tarikatına alınmazlar. Böyleleriyle her türlü ilişki sürdürenler de suçludurlar. Bunların affı mümkün değildir.[30]
Seyit Ali Kızıldeli ocağında, müsahibinin karısın veya kızını kandırarak kendisine veya başkasına el birliği ile kaçırtan, Nikahlı karı kaçıran, hiç suçu olmayanı malına veya ırzına tamahen öldüren; buna eş değerde suç işleyenler ilelebet yol düşkünüdür. Bunların malı davarı, köyün malına davarına katılmaz; cenaze namazları kılınmaz..[31]
12. Burç: Mürşidini, pirini, rehberini, musahibini ve kirvesini öldürenler ve livata yapanlar (homoseksüeller) veya bu suçları işleyenlere yardım edenler en büyük suçludurlar. Hiçbir din ve mezhebe alınamazlar. Ehlibeyt ve ehli Müslim tarikatına alınmazlar. Komşuluklara kabul edilemez, kapısının önünden dahi geçilemez. Her türlü ilişki ve yardım yapılamaz. Namazı kılınmaz. Böyleleri cehennemliktir. İki dünyada yerleri yoktur. Bunlara yardım edenler, yoldu görüp yüzünü çevirmeyenler, selam verip alanlar da suçludur….”[32]
Burçlarda yer alan bu hükümler İmam Cafer Buyruğu’nun emirleri olup, bütün mürşitler, pirler, rehber ve talipler bunlara uymak zorundadır.[33]Günümüzde artık bu cezalar tarihin malı olmuştur. Biz bu makalemizde eski yöntemlerin ne kadar katı olduğunu vurgulamak istedik.
[1] Doç.Dr.Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik(VII), Ankara 2006, S. 569
[2] Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Malatya Balıyan Aşireti, İstanbul 1991, s.77
[3] Av.İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri(2), İstanbul 1995
[4] Doç.Dr.Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik(VII), Ankara 2006, S. 565
[5] Piri Er, Geleneksel Anadolu Aleviliği, Ankara 1998, s.49
[6] Av.İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri(2), İstanbul 1995,s.171
[7] Cemal Koçak (Kızıldeli ocağı), Kangal Mamaş(Soğukpınar) 1927, derleme 17 Ocak 1989
[8] Piri Er, Geleneksel Anadolu Aleviliği, Ankara 1998, s.51
[9] Kutlu Özen, Divriği Evliyaları, Sivas 1997, s.182
[10] Özen, a.g.e., s.182
[11] [11] İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri (2), İstanbul 1995, s. 171
[12] [12] İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri (2), İstanbul 1995, s. 171
[13] Av.İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri(2), İstanbul 1995.s.172
[14] Cafer Bakır, Kangal 1326(1908)
[15] Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, Malatya Balıyan Aşireti, İstanbul 1991, s.77
[16] Şahhüseyinoğlu, a.g.e, s.77
[17] Av.İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri(2), İstanbul 1995, s. 183
[18] [18] İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri (2), İstanbul 1995, s. 129
[19] [19] İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri (2), İstanbul 1995, s. 186
[20] Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 78
[21] Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 78
[22] .Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 78-79
[23].Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s.79
[24].Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 79
[25] Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 79-80
[26] İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri (2), İstanbul 1995214-215
[27] Av.İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri(2), İstanbul 1995, s. 231
[28] Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 80
[29] Cemal Koçak, Kangal Mamaş/Soğukpınar 1927, derleme 18 Ocak 1989
[30]. Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 80
31.Cemal Koçak, Kangal Mamaş/Soğukpınar 1927, derleme 18 Ocak 1989
[32] Şahhüseyinoğlu, a.g.e., s. 80
[33] Av.İsmail Metin, Alevilerde Halk Mahkemeleri(2), İstanbul 1995, s. 231