Divriği İlçesindeki Köşker Esnafı

Giriş: Bu araştırmamızda geleneksel Türk zanaatının bir kolu olan köşkerliğin Divriği ilçesindeki durumu hakkında bilgi vereceğiz. Bu zanaata emek vermiş ustaları, onların yapmış oldukları ayakkabı çeşitlerini, kullanmış oldukları alet ve malzemeleri, esnaf töre ve törenlerini anlatıp tanıtmaya çalışacağız.

Birinci Bölüm

Mesleğin tanımı: Yemeni, terlik, pabuç, mest, çizme, çarık gibi ayakkabı çeşitlerini yapan zanaat erbabına köşker ve bu zanaat dalına da köşkerlik denir.

Köşkerlik, kunduracılıktan farklı olan bir zanaat dalıdır. Tarihin en eski çağlarından beri bilinmektedir. Bu zanaat dalında üretim tamamen el emeğine, iğne dikişine bağlı kalmaktadır. Köşkerlikteki ayakkabı çeşitleri ile kunduracılıktaki ayakkabı çeşitleri arasında biçim ve üretim bakımından büyük farklılıklar vardır.

Köşker adı verilen bu meslek erbabı zaman içinde çapulacı, yemenici, ayakkabıcı gibi meslek unvanları da verilmiştir.

Tarihçesi: Çeşitli unvanlar altında mesleklerini sürdüren Divriği köşker esnafı hakkında tarihi bilgimiz sınırlıdır. Bu konudaki derlemenin çok yakın tarihte yapılmış olması, kaynak şahısların ve ayakkabı örneklerinin sınırlı kalmasına neden olmuştur. Yaşamakta olan kaynak şahıslar en çok I. Cihan Savaşı öncesini hatırlayabilmektedirler. Elde yazılı kaynaklar olmadığı için Selçuklu ve Osmanlı  İmparatorluğu dönemindeki  köşker esnafı hakkında bilgi veremeyeceğiz.  Cumhuriyetin ilk yıllarından zamanımıza kadar olan  süre hakkında bilgi vereceğiz.

Divriği ilçesinde bu meslek daha çok Türk ustalar tarafından sürdürülmüştür. Bu mesleği icra eden Türk ustalar büyük bir dayanışma örneği gösterip birbirlerini  daima himaye etmişlerdir.  Dükkanlarını aynı yerde açmış, aynı fiyatı uygulamış, aynı töreyi yaşatmışlardır. Kasabanın  en işlek yerindeki bu dükkanlar topluluğuna bugün de “Köşker Çarşısı” denilmektedir.

Divriği köşker esnafı bu unvanı nereden almıştır? Henüz bu konuda bilgimiz yoktur.[1] Bu makaleme hazırladığım sırada belli başlı bütün sözlükleri taradığım halde köşker kelimesine rastlayamadım. Yalnız bu esnafın unvanlarından biri olan  “çapulacı” kelimesi Türkçe kökenlidir. Zaten Divriği’deki köşker esnafı da dükkanlarında çapulacı ünvanını kullanmışlardır. Nitekim bugün sahibi çoktan rahmetli olmuş Mustafa Belligün ustanın kapalı dükkanındaki “Çapulacı Mustafa Belligün” tabelası hala asılı durmaktadır.

Divriği’deki köşker esnafı tarafından tek parça sayadan yapılan  bir yemeni çeşidine “Çapula işi yemeni” denilmektedir. Ayrıca çapula kelimesi çap-(mak):koş-(mak)  fiilinden türemiş bir kelimedir. Divriği ilçesinde koşmak yerine, çapmak mastarı kullanılır. “Çok çapan tez yorulur.” Atasözü bu anlamda kullanılmıştır.

Koş anlamına gelen çap sözcüğünün koşmakla ve dolayısıyla yürümekle ilgisi vardır. Bu nedenle çapu-la kelimesi de yürümekte kullanılan nesne, yani ayakkabı anlamındadır. Çapula-cı da çapula yapan kimse demektir.

Bilinen meşhur ustalar:

Divriği’de bir zamanlar en çok kazanç getiren  ve herkesin itibar ettiği meslek dalı köşkerlikti. Bu yüzden bu meslek dalı bünyesinde çok değerli ustalar yetiştirmiştir.  Bu ustalar gittikleri  her yerde itibar görmüşler,  sözlerini dinletmişler ve mesleğin devamını sağlamışlardır.

Mesleğin piri:Her mesleğin bir piri olduğu gibi Divriği’deki köşker esnafının da piri Veysel Karani Hazretleridir.  Sivas yemenici esnafı ise pir olarak Yemen-i Ekber adlı bir ustayı pir tanır.

Son yüz yıl içinde bu mesleğe emek veren ve yüzlerce çırak, kalfa yetiştiren ustalar  aile unvanlarına göre şunlardır:

Recep Ağa: Bilinen en eski köşker ustası Küçük Mehmetgil’in  Recep Ağa’dır. Bu zat uzun yıllar Divriği köşker esnafına kahyalık etmiştir. Ölüm tarihi olan 1938 yılına kadar aşağı yukarı yarım asır bu görevi sürdürmüştür.

İbrahim Usta: Köşker esnafının en son piri Gamangil’in İbrahim Usta idi. Orijinal bir şahıstı. Günde yedi öğün yemek yediği söylenir. Ayrıca hayat felsefesini yansıtan “Bir gün yağlı, bir gün yavan; bir gün derler: Ölmüş Gaman!”İbrahim Usta, ölüm tarihi olan 1958 yılına kadar esnaf kahyalığı yapmıştır.

Bu iki ustanın dışında aşağıdaki ustalar da bu mesleğe emek vermişler ve yüzlerce esnaf yetiştirmişlerdir.

İslamoğlu Mail ve Şefik Ağalar, Gareroğlu Ahmet Ağa, Arnavut İzzet Ağa, Kalaycıgil’in Kamil Ağa, Bengili Tahsin Ağa, Eğinlioğlu  Mehmet Efendi, Gedikgil’in Hacı Ağa ve Hacı Emmi, Ferhatlı’nın Hacı Usta, Mamilizade Mehmet Efendi, Palancızade Halil Ağa, Avcıoğlu Lütfi Efendi, Hacı Bayramlı Ali Osman ve Mustafa Belligün Usta…

Bir de bunların içinde temizliği ve şık giyimi ile tanınan Sütmollagil’in Mehmet Usta vardı ki “Süslü Mehmet” adıyla anılır.

Kaynak şahısların sözlü ifadesine dayanılarak tespit edilen meşhur ustalar bunlar. Hepsi bu kadar mı? Elbet de  unutulanlar da var. Ama bilinenler bunlar. Hepsini hayır ve rahmetle anarım.

Mesleğin bugünkü durumu:

Cumhuriyetin ilk yıllarında Divriği Köşker Çarşısı’nda 65-70 tezgahın çalıştığı sözlü kaynaklarca ifade edilmektedir. 1933 yılında yazılmış olan resmi bir kaynakta ise 200 esnaf dükkanından 65’inin köşker esnafına ait olduğu belirtilmektedir. Divriği köşker esnafı bu yıllarda kasaba ve köy halkının ayakkabı ihtiyacını karşıladğı gibi çevre ilçelerin de siparişlerini kabul etmekteydi. Sivas-Erzurum demiryolu inşaatı sırasında işçilerin tüm ayakkabı ihtiyaçları Divriği köşker esnafı tarafından karşılanmıştır. Köşker esnafı 1947 yılına kadar varlığını sürdürebilmiştir.  Bu tarihten sonra lastik ayakkabıların piyasaya sürülmesi, halkın yemeni yerine daha gösterişli olan kundurayı tercih etmesi  ve bunun arkasından fabrikasyon ayakkabı imalatının başlaması mesleği öldürmüştür.

Bu araştırmanın hazırlandığı 1982 tarihinde 65 tezgahtan ancak iki tezgah kalmıştır. İsmet Erkoç ile Ahmet Erozan,  köşker esnafının son temsilcileri olarak  mesleklerini sürdürmektedirler. Bir zamanlar köşker ustası olarak tanınan zanaatkarlar bugün eskicilik yapmaktadırlar. Halen bu şekilde 12 dükkan bulunmaktadır. Hayattaki en yaşlı köşker ustası(73 yaşında) Hacı Ferhatlı’nın Mustafa Usta da geçimini eskicilikle sağlamaktadır. Sermayesiz sınıfın eskicilik yapmasına karşılık , sermaye sahibi esnaf bugün hazır ayakkabı satışı yapmaktadır.

İkinci Bölüm

Mesleğin önemi:

Köşkerlik zamanımızdan bir asır kadar önce en itibarlı ve en kazançlı meslekti. Çeşitli meslek dalları içinde köşker esnafının özel bir yeri vardı. “Tahsil için medrese, sanat için köşkerlik” düşüncesi hakimdi. Ayrıca esnaf arasında söylenen “Bir çift yemeninin yarısı kar” sözü köşkerliğin nasıl kazançlı bir meslek olduğunu belirtmeye kafidir. Bu yüzden Divriği halkı daha küçük yaşlardaki çocuklarını köşker esnafının yanına çırak vermek için büyük bir gayret göstermişlerdir. Ama daha sonraki yıllarda bu mesleğe olan ilgi haliyle azalmıştır.

Mesleğe alınma:

Cumhuriyetten önce bugünkü gibi okuma yazma ve tahsil yapma imkanı olmadığından halk kazanç kapısı olarak çeşitli iş kollarını seçerdi. Erkek çocuklar daha yedi-sekiz yaşlarında iken bir meslek edinsin diye ustaların yanına çırak olarak verilirdi. Bir çok meslek dallarında çırak bulunmazken köşker esnafı çırak bolluğundan şikayet eder, hatır için çırak alırdı.

-Ustam, oğlumu çırak olarak senin dükkanına getirdim. Bu sanatı öğreteceksin. Çocuk benim değil; senin çocuğun. Ne yap yap bu sanatı öğret. Eti senin kemiği benim, derdi.

Usta da mesleği öğreteceğine dair bir cevabi konuşma yapardı. Bunun üzerine çocuk ilkin babasının, sonra ustasının, bunun ardından da kalfaların elini öperdi. Bu merasimle birlikte o çocuk, bu mesleğe adımını atmış olurdu.

Çırağın yaptığı işler:

Çocuğunu ustasına emanet eden baba, dükkandan ayrılırken çocuğuna ayrıca nasihat eder, çocuk da babasının elini öpüp bu sanatı öğreneceğine, ustasının sözünü tutacağına söz verirdi.

Çocuğa ilk günler dükkanın süpürülmesi, çöplerin dökülmesi, suyun getirilmesi, sofranın toplanması… gibi işler yaptırılırdı. Bu işler sırasında da çocuğun ahlakı, elinin işe yatkınlığı, temizliği, yeteneği, anlayışı öğrenilmiş olunurdu.  Bazen de çocuğun bulabileceği yerlere kasıtlı olarak para düşürülür, onun hırsız olup olmadığı sınanırdı. Yani çırağın ilk  günleri; hatta ilk haftaları onun her yönden değerlendirildiği bir çeşit sınavdı.

Hırsız, şımarık, anlayışsız, eli işe yatkın olmayan, geveze çocuk daha ilk günden sınavı kaybetmiş olur ve meslek hayatı da sona ererdi. Bu durumda olan çocuğa ustası “Sen bizim dükkanımıza yaramazsın, eşyanı topla, dükkanımıza da bir daha gelme” derdi.

Bu mesleği öğreneceğine, ahlaken mazbut olduğuna inanılan çocuğa yavaş yavaş bir şeyler öğretilmeye başlanırdı. Çırak, sanatı ustasından değil kalfasından sorup öğrenirdi. Ustası ile konuşmazdı. Bu çok ayıp bir şeydi. Usta ile konuşmak hakkı kalfaya aitti. Ustasına bir şey sormak isterse  bunu kalfası aracılığıyla yapardı. Kalfa ile konuşurken de yüksek sesle konuşmazdı.

Her esnafın kendisine göre sanatın inceliklerini öğretmek için belli bir metodu vardı. Ama genellikle meslek edinmede aşağıdaki sıra takip edilirdi:

İplik ucu yapma

İğneye ilk ip ulama: İğnenin ucunda her zaman hazır bulunan kısa ve ince bir ip vardır.  Dikiş için kullanılacak diğer iplik, bu ipliğe ulanır. Dıştan bakıldığında iğneye saplanmış sanki tek ip varmış gibi görünür. Bu aslında zor bir iştir. Çıraklar bu işi bir ile üç-dört ayda kavrarlar.

İplik yapma: Cumhuriyetten önce esnaf kendi ipliğini kendisi eğirerek yapardı. Daha sonraları hazır pamuk iplikler piyasaya çıkmıştır.

Peşkeşle ayakkabı kayımı sürme: Peşkeşin demir sırtı ile kalıba çekilmiş ıslak ayakkabılar kalıba oturtulur, görünen dikişler kaybedilirdi.

Gaçmatla ayakkabı perdahı yapmak: Kalıbını alan ayakkabının altı hafifçe ıslatılarak gaçmat denilen tahta aletle sürtülmek suretiyle parlatılırdı. Ayrıca ayakkabının yanları da parlatılırdı. Bu, ayakkabıya güzellik sağlar ve satışını artırırdı. Hatta bir gün, bir müşteri gaçmatla parlatılmamış bir ayakkabı satın alarak dükkandan çıkıp gider. Bunun sonradan farkına varan usta, köye adam göndererek ayakkabıyı geri getirtir, perdahlayıp geri gönderir.

Dikişe başlama:  Çırak, ufak parçaları birbirine dikmek suretiyle dikişe başlamış olur. Çırağa öğretilen dikiş çeşidi “ekleme” ve “yüzleme” olma üzere iki çeşittir. Yüzleme, iki deri parçasını yan yana getirerek birbirine tek parça imiş hissini verecek şekilde dikmektir. Ustalık ister.

Çevirme yapmak: Usta veya yetişmiş kalfa, ayakkabı sayasını tabana teğel yapar gibi tek dikişle diker. Bu çok ustalık ister. Dikiş düzenli yapılmamışsa ayakkabı çarpık olur. Çırak da ortan adı verilen sayayı göne dikme işini çift dikişle, ustasının tek dikişi üzerinden  gitmek suretiyle diker. Dikilen ayakkabılar daha sonra ters çevrilerek kalıba alınır. Ayrıca çırak ayakkabı sayasına pervaz yapmayı da öğrenir. Tek iğne ile sert gönlere çift iğne dikişi yapılır ve dikişten sonra ayakkabı ters-yüz edilir. Bu, torbanın içten dikilip, dikiş bittikten sonra ters çevrilmesi gibi bir şeydir.

Kalfalığa geçiş:

Tek ve çift dikiş yapmayı öğrenen bir çırak artık mesleği kavramış demektir. Bundan sonra kalfa olarak çalışmaya başlar. Çıraklıktan kalfalığa geçiş, çocuğun en az beş-altı yılını alır. Kalfa, ustasının kestiği sayayı tek iğne ile diker. Daha sonra endeze ile kalıp çıkarmaya başlar. Ustası olmadığı zamanlar iş bölümü yapar. Genellikle kalfa ortan dikerdi. Ortan, sayanın tabana dikilmesi işidir. Kalfa, dükkanda yeteneğine ve mali durumuna göre beş ile on yıl arasında çalışır.

Ustalık ve dükkan açma:

Kalfa, belli bir hizmetten sonra artık usta olma derecesine gelirdi. Usta derecesine gelen esnaf , ustasına artık ayrı bir dükkan açacağını söylerdi. Bazen de bu teklif ustasından gelirdi. Kalfasına:

-Oğlum, artık ustalık derecesine geldin. İster dükkanda otur birlikte çalışalım, istersen ayrı bir dükkan aç, derdi.

Töre gereği zaten öyle her önüne gelen “ben ayrı bir dükkan açacağım” diyemezdi. Köşker çarşısındaki diğer esnafların ve esnaf şeyhinin de fikri alınırdı. Onlar da uygun görürlerse ustalık derecesindeki kalfa, dükkan açmak için hazırlıklara başlardı.

Ahilik geleneği/Peştamal kuşanma:

Peştamal kuşanma merasimi  Divriği esnafı arasında yalnız köşker esnafı tarafından yapılan bir merasimdi. Bu merasim en son Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılmış ve sonra çeşitli nedenlerle terk edilmiştir.

Olayı 1911 yılında bizzat gören tek kaynak şahıs Ahmet Ağzıtemiz’dir. Diğer kaynak şahıslar ustalarından duydukları şeyleri anlatmışlardır.

“Peştamal Kuşanma Merasimi”, ustalığa çıkacak(dükkan açacak) esnaf için yapılan bir merasimdir. Ahi geleneğinin izlerini taşımaktadır.

O yıl kimler usta çıkacaksa esnaf kahyası tarafından tespit edilirdi.  Sonra merasim için genellikle mayıs-haziran ayları içinde bir gün tayin edilirdi.  Merasimden  birkaç gün önce de tellal çıkarılırdı.

-Köşker esnafından usta çıkacak var….Felanca gün, felanca yerde “kazan kaldırılacak”, diye çarşı esnafına duyurulurdu. Halkın o zamanlar mesire yapacakları yerler belliydi.  Bunlar kasabaya bir saat kadar uzaklıktaki Pireyip, Yeni Pınar, Pınar Gözü gibi su kaynaklarıydı.

Masraf çoğu zaman usta çıkacak esnaf tarafından karşılanırdı.  Bazan zengin çocukları için hem kalfalığa, hem de ustalığa geçişte merasim yapıldığı olurdu.

Merasim günü sabahı esnaf, “Köşker Çarşısı”nda toplanır, yaşlı ustalar ata bindirilir; genç esnaf da  yaya olarak sahra yapılacak yere doğru yola çıkardı. Sahraya tolu halde gidilirdi. Halkın ustalığa çıkacak esnafı tanıması için genç ustaya “Halep Dibası” peştamal kuşatılırdı. Genç usta, kasaba halkının göreceği biçimde önde giderdi. Yanına dükkan arkadaşlarını alırdı.

Bu merasime halktan da katılanlar olurdu; ama onlar esnaf topluluğuna karışmaz, olan bitenleri uzaktan seyrederlerdi.

Yemek pişirmesi için iyi bir aşçı tutulurdu. Davetli sayısına göre hayvan kesilir, pirinç ve yağ alınır; ekmek pişirilirdi. Yemek olarak halka pirinç pilavı ve hoşaf verilirdi. Bazen helva pişirildiği de olurdu.

Topluca yenen yemekten sonra  hoca tarafından sofra duası yapılırdı. Genç usta, sofra duasından sonra ilk önce babasının, arkasından ustasının ve onun ardından da kahyasının ve diğer ustaların elini öperdi. Bunun üzerine esnaf kahyası:

-Oğlum, bahtiyar olasın….Dünya ahret her iki tarafın da işini bilip ifa edesin…Helal kazanç edinesin. Allah muvaffak etsin… Allah utandırmasın….Hayırlı uğurlu olsun!…….

şeklinde dua ve nasihat karışımı bir konuşma yapardı. Herkes,mesleğe yeni katılan genç ustayı tebrik ederdi.

Dükkan açma merasimi:

Peştamal kuşanma merasiminden birkaç gün sonra genç usta, köşker çarşısı içinde bütçesine uygun bir dükkan yeri kiralardı. Ustası ve köşker çarşısındaki diğer esnaf ve esnaf kahyası kendisine bir takım alet, avadanlık ve malzemeyi sağlarlardı. Dükkanını donatan usta, bütün bu hazırlıklar bitince ustasına haber verip :

-Ustam, Allah izin verirse yarın siftah edeceğim, kahvemi içmeye buyurun, derdi.

Esnaf kahyasına ve diğer esnaflara da bu şekilde haber verirdi. O günün sabahı , esnaf dükkan önünde toplanır, bir hoca tarafından yapılan  duayı dinler ve ustayı  yeni dükkanına sokarlardı.  O da “Bismillah!…” deyip ilk sayayı keserdi. Herkese kahve ikram edilirdi.  Kahve içme merasimi de bitince , dükkanda bulunanlar:

-Allah hayırlı uğurlu etsin….Allah helal kazanç versin… Allah utandırmasın….gibi sözler söyleyerek dükkandan ayrılırlardı.

Genç usta da, yaşlı ustaların elini öpüp, onları teker teker uğurlardı.[2]

Dükkan hayatı:

Köşker çarşısının kendine has renkli ve canlı bir hayatı vardı. Sabah namazını eda eden ustaların Besmele ile dükkanlarını açmalarından sonra günlük hayat başlardı. Osmanlılar döneminde, Ahilik töresinin uygulandığı yıllarda esnaf,  dükkanını esnaf şeyhinin yapmış olduğu duadan sonra açardı.  Bütün esnaf  sabah namazından sonra meydanda toplanır, esnaf şeyhi dua eder, hayırlı ve bereketli kazançlar diler, esnaf “amin!…” deyip Fatiha okur ve çarşı içine dağılırdı.

Sonradan bu gelenek terk edilmiş, esnaf devlet dairesine gelir gibi saat 09.00’da, 10.00’da  dükkanını açmaya başlamıştır. Halbuki o yıllarda ağır hastalık, ölüm, yangın ve benzeri şeyler hariç; her esnaf, dükkanını  güneş doğmadan açmak zorundaydı.

Dükkanını açan usta, mevsimine göre ya kapısının önünde ya da yakın bir kahvede çayını içerdi. Bu sırada çıraklar dükkanı temizlerlerdi. Kalfa da hazırlıkları yapardı.  Dükkanın temizlik işi bitince  ustaya haber verilirdi. Ustanın Besmele ile tezgahın başına oturmasından sonra üretime başlanırdı.

İş taksimatını usta yapardı.  Herkes ne yapacağını bilirdi.  Müşteri ile usta konuşurdu. Usta dükkanda yoksa, “Ustamı çağırayım, siz beş dakika oturunuz” derlerdi. Dükkanda iş hayatı ile ilgili birkaç kelimenin dışında  konuşma olmazdı.

Öğle yemeği hep birlikte yenilirdi. Ustanın, kalfanın dışında  çıraklara yemek yedirmesi tamamen kendisine bağlı bir şeydi. Çoğu zaman çıraklar yemeklerini kendileri getirirlerdi. Yemek olarak mevsimine göre değişmekle birlikte kıyma, çökelik(çökelek), soğan, pekmez, yumurta, domates, karpuz… gibi şeyler yenilirdi.

Çırak, ustanın oturduğu sandalyeye oturamazdı. Bunu bilmeden yapan çıraklara , “Sakın bir daha oturmayasın, kıçında yara(çıban) çıkar” derlerdi. Çırak dükkana gelirken yolu yakınlaştırmak için olsa bile çarşının içinden geçemezdi. Bu çok ayıp bir şeydi. Ayrıca çırak, ustasının izni olmadan dükkandan dışarı çıkmaz, çarşı içinde dolaşmazdı. Bu şekilde hareket etmeyen çıraklar bir defa uyarılır, ikinci kez aynı şeyi yapmaya kalkarlarsa dükkandan uzaklaştırılırlardı.

Çırak, dükkanda kendisine gösterilen işlerin dışında ustasının evinde çalışır  ve burada kendisine gösterilen işleri de y apardı. Çırağa bahşişlerin dışında başka hiçbir ücret ödenmezdi.

Dükkandaki çırak ve kalfa sayısı dört ile altı kişi arasında değişirdi. 1937 yılında Süslü Mehmet Usta’nın dükkanında dördü kalfa ve ikisi çırak olmak üzere altı kişi çalışmaktaydı.

Kalfalar, 1930’lu yıllarda ortalama üç Mecidiye lira aylıkla çalışırlardı. Bu, kalfaların ustalığına ve  anlaşmaya göre değişirdi.1935 yılında bir yıl boyunca çalışıp 20 Mecidiye  alan ve aylığı iki Mecidiye bile olmayan kalfalar vardı.

Esnafın belli bir giyim, kuşamı yoktu. Birinci Cihan Savaşı’ndan önce esnafın ve halkın  üç etek elbise giydiği söylenmektedir. Köşker esnafı, dükkanda meşin ve sahtiyandan yapılmış bir önlükle çalışırdı. Bugün daha ucuz olduğu için naylondan yapılmış önlük kullanılmaktadır.

Esnaf töresi:

Köşker esnafı, saygınlığını gelenek ve göreneklerine bağlılığından almıştır. Bugün bile köşker esnafı arasında eski töreler yaşamaktadır.

Osmanlı döneminde köşker esnafının en yetkili kişisine “Yiğitbaşı” denilirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında ise köşker esnafının en yetkili kişisine  “Kahya” ünvanı verilmiştir. Sivas’ta ise bu zanaat kolunun liderine “Erkan Ustası” denilirdi. Erkan ustası en yaşlı ve ustaların ustası, mesleğinde ehil ve sözüne güvenilir bir kişi idi. Meslekle ilgili bütün işlere Erkan Ustası bakardı.  Ona bağlı olan her esnaf, töre hilafına bir yolsuzluk yaparsa, şikayetçi, olayı erkan ustasına anlatırdı. Erkan ustası şikayeti inceler ve adı geçen esnafı cezalandırırdı. Divriği ilçesinde de aynı şekilde Esnaf Kahyası  ceza vermeye yetkili idi.

Çürük mal satan, esnaf töresine aykırı hareketlerde bulunan köşek ustasının  tezgahı devrilirdi. Tezgahı devrilen usta belli bir zaman dükkanını  açamazdı. Sonradan  cezası bitse bile esnaflık hayatı sona ererdi. Birinci Cihan Savaşı’ndan önce bir esnafa böyle bir ceza uygulandığını kaynak şahıslar ifade etmişlerdir.

Kahya, köşker esnafının üretmiş olduğu yemeni, terlik, pabuç, çizme, çarık gibi ayakkabı çeşitlerinin fiyatını tespit ederdi. Esnaf, malını bu fiyata göre satardı. Ayrıca gön, kösele, sahtiyan, mum, pamuk ipliği…vb. malzemeleri toptancıdan alıp dağıtmak işi de gene Kahya’nın görevi idi. Hiçbir esnaf bunlara fiyat koyamazdı. Toptancı ile pazarlık işini  kahya yapardı. Kahya her dükkana ihtiyacına göre bu malzemeleri dağıtır, parasını toplar, toptancıya verirdi. Bu işi uzun yıllar Küçük Mehmetgil’in Recep Usta ile daha sonraki yılarda Gamangil’in İbrahim Usta yapmıştır. Gaman Usta’nın ölümünden sonra bu gelenek terk edilmiştir.

Esnafın yaptığı şakalar:

Köşker esnafı hem kendi arasında, hem de müşteri ile yaptığı şakalarla meşhurdur.  Bazen bu şakalar ifrat dereceye vardığı için mahkemede sonuçlanmıştır. Tesbit ettiğim ve fazla kaba olmayan şakalara bir iki örnek vermekle yetineceğim:

Örnek: Köşker esnafı malını belli bir fiyata satardı. Bu nedenle pazarlık yapan müşteriyi hiç sevmezdi. Bu karakterde bir müşteri geldi mi muşta dövmeye  başlarlardı. Bir dükkanda muşta dövülmeye başlanınca diğer esnaf durumu anlar; onlar da muşta dövmeye başlarlardı. Yüzlerce muştanın  çıkardığı sesten şaşkınlaşan  müşteri canını dükkandan zor atar, çarşı içinde gelişi güzel dolaşmaya başlardı… Bu sırada esnaftan biri gelir:

-Ağam, her halde ucuz yemeni alacaksın, seni Dididi Hüseyin Usta’nın dükkanına götüreyim, derdi.

Bu dükkan iki  katlıydı. Üstü imalathane olup, altı satış yeriydi. Dükkanın üst kat tabanı, aşağı katın tavanıydı.  Tavan, müşteriyi ıslatacak şekilde delinmişti. Müşteri tam bu deliğin altına getirilip tavana doğru bağırılırdı.

-Usta, sana iyi bir müşteri getirdim; yemeni alacakmış… Beni duyduysan delikten seslen!

Önceden hazırlıklı olan üst kattaki usta:

-Altında kimse olmasın, hele şu suyu dökeyim de geleyim, diye bağırırdı.

Müşteri, konuşmalardan bir şey anlamadığı için kafasını tavana doğru daha çok kaldırır ve bu sırada içinde gönlerin yumuşatıldığı kirli sular, eli sıkı müşterinin başından aşağı dökülürdü. Ayrıca adamcağız suçlu çıkarılırdı; yanlış yerde durduğu için…

Örnek:

Köşker Çarşısı içinde hayvana binerek dolaşılmazdı. Kasabanın ileri gelenleri  ve yaşlı ustalar dükkanlarına atla gelebilirler veya çarşı içinden geçebilirlerdi.

Bu durumu bilmeyen bir köylü, bir yaz günü eşeğine biner ve arkasında sıpası olduğu halde yapına yapına(hava atarak) çarşı içinde dolaşır. Bunu gören esnaftan biri  gizlice sıpayı çalarak dükkanda saklar. Köylü, sıpasının çalındığını  çok sonra anlar. Bir türlü anlam da veremez. Çünkü, sıpa kaşla göz arasında kaybolmuştur. Önüne gelene sıpasını sormaya başlar. Esnaf, köylü ile dalga geçer; sonunda:

  • Ağa, biz sıpanı buluruz. Yalnız bir şartımız var, derler.

Köylü de:

  • Köye ben ne yüzle döneceğim; tek sıpamı bulun da ne derseniz yaparım, der.

Onlar da:

  • Bize bir yük karpuz getirirsin, sıpanı da alırsın, derler.

Köylü razı olur… Ertesi gün, bir yük karpuz getirmez ama birkaç karpuz getirir. Esnaf, keyifle karpuzları yerken,  köylü de sıpasını bulmanın sevinciyle  çarşıdan uzaklaşır.

Örnek:

Yayladan inen bir köylü çok susadığı için en yakın köşker dükkanına  girer:

  • Aman usta, bana bin su ver, diye seslenir.

Köşker ustası da:

-Su yok ; ama pekmez ezmesi var; oldukça soğuk, şerbet niyetine içersin, der.

Tağar tası içindeki koyu pekmez renkli kösele suyunu  köylüye verir. Adamcağız susadığı için  kafasına diker. Çıraklar gülmeye başlayınca da:

  • Kirvanız pekmezi bilmez sanmayınız; yalnız bana verdiğiniz çok tatsız olmuş, der.

Örnek:

Esnafı işinden alıkoyan ve bu işi meslek haline getirmiş olan arsız müşterilerin altına ıslak sünger konulurdu. Ağır ağır altı ıslanan müşteri, eliyle orasını yokladıktan sonra yavaşça dükkanı terk ederdi.[3]

Üçüncü Bölüm

Bu bölümde Divriği’deki köşker esnafının bugüne kadar yapmış olduğu ayakkabı çeşitleri hakkında bilgi verilecektir: 

a. Şekline göre ayakkabı çeşitleri:

1.Yemeni

2.Terlik

3.Pabuç

4.Mest

5.Çizme

6.Sandal

7.Çarık

b.Özel durumlarına göre ayakkabı çeşitleri:

1.Çocuk ayakkabıları

2.Kadın ayakkabıları

3.Erkek ayakkabıları

Yemeni:

Bir ayakkabı çeşidi olan yemeniyi Reşat Ekrem Koçu şöyle tarif etmiştir:”Kısa kenarlı,  kırmızı ve sair renkte(sarı yahut siyah) sahtiyandan yapılır kaba pabuç ki avam giyer. Bir erkek ayakkabısıdır. Yüzyıllar boyunca asker ve halk tarafından giyilmiştir. Ökçeli ve üstü açık bir ayakkabıdır.”[4]

Yemeni, aslında Divriği ilçesinde  kadın-erkek,  yaşlı-genç… ve hemen herkesin ev dışında yani günlük işleri sırasında giymiş olduğu bir ayakkabı çeşididir. Bu yüzden  diğer ayakkabı çeşitlerine göre biçim ve şekil yönünden zengin örnekler geliştirmiştir.

Tarihçesi: Türk halkı yemeniden önce “başmak” adı verilen bir çeşit yemeni giymiştir. Başmak, yemeni biçiminde idi. Üstü açık ve ön kısmı parmakları tamamen örterdi. Yemenide ise parmak aralıklarının bitimi görülebilir. Başmakın burnu küt,  yuvarlak, arka kısmı da sert idi. Yani, yemeni arkası gibi icabında basılıp topuk altına alınamaz,  topuk göstererek giyilmezdi. Ayağın topuğu görünmezdi. Tabanı da yemeni tabanı gibi ince olmayıp kalın köseleden kesilirdi. Fakat tabana kundurada olduğu gibi nalça ve kabara çivisi çakılmazdı.

Gayri müslimlerin başmak giymesi yasaktı. Başmaklar giyenin işine, mevkiine göre sarı, kırmızı, siyah… sahtiyandan olurdu. Burnu küt yuvarlak olduğu için çarşılarda en taraklı ayaklar için de  hazır başmak bulunurdu. Kadın başmağının  erkek başmağından farkı  küçüklüğü ile taban astarı idi.  Kadın başmağına  sahtiyan yerine bir atlas parçası konulurdu. Başmağın dış tabanı da yemeni tabanı gibi düz olup(sağsız-solsuz), gayet kısa bir ökçe konulurdu.[5]

Divriği esnafının yapmış olduğu yemeni çeşitleri:

Divriği ilçesinde yemeni bundan otuz-kırk  yıl öncesine kadar( Derleme:1982) daha çok erkeklerin giymiş olduğu bir ayakkabı idi. Bugün yemeninin yerini kundura, çizme, bot…vb. ayakkabı çeşitleri almıştır.

Yemeni ayrıca köşker esnafı tarafından yapılan bir ayakkabı çeşidi idi. Tamamen elle dikilerek yapılırdı. 1930 yılına kadar düz kalıpla yapıldığı için her iki ayağa da giyilebilirdi. Bu tarihten sonra sağlı-sollu kalıplar kullanılmaya başlanmıştır.

Yemeni yüzünde sahtiyan,  vakete, glasse deri kullanılırdı.  Taban kösele veya manda gönünden yapılırdı. Ayrıca tek kat köseleden ökçe çakılırdı. Yemeni tabanının kösele olması romatizmayı önlediği gibi yapısı da ayağın rahat etmesini sağlardı. Özetle: Yemeni, sağlık ve estetik yönden mükemmel bir ayakkabı çeşidi idi.

Divriği’nin köşker ustaları yüzyıllarca deri ve köseleyi işleyerek  yemeniye  adeta  yemeniye yeni bir şekil ve ruh  vermişlerdir. Bu yüzden ortaya Gürün Şalı, Sivas Halısı, Şarkışla Kilimi… örneğinde olduğu gibi “Divriği biçimi yemeni” çıkmıştır. Ama ne yazık ki bugün elimizde pek az yemeni örneği vardır.

Divriği’de yapılmış olan yemenileri şekil, biçim ve kullanılış yönünden dört çeşide ayırabiliriz:

1.Düz yemeni(sağsız-solsuz)

2.Çapula cinsi yemeni(düz ve sağlı-sollu kalıplı)

3.Kadın yemenisi(zenne)

4.Çoban lastiği(katırcı yemenisi)

Bu yemeni çeşitleri dışında elbette ki başka yemeniler de yapılmıştır.

Düz yemeni:

Divriği halkı günlük işlerinde daha çok düz yemeni giyerdi. Düz yemeni fazla işçilik istemediğinden, ucuz olduğundan ve kısa zamanda yapılabildiğinden daima tercih edilirdi. Sonra düz kalıp dediğimiz sağsız-solsuz kalıpla yapıldığından köşker dükkanlarında hemen hemen her zaman ayağa uygun hazır yemeni bulunurdu.

Düz yemeni daha çok erkek ayakkabısı idi.  Kadınların da bir asır kadar önce düz yemeni giydiği söylenmektedir.

Düz yemeninin burnu küt, yuvarlaktır.  Yemeni yüzünde hemen her zaman siyah deri kullanılmıştır. Yüz yıl önce işlenmemiş deri kullanıldığı halde; daha sonra sahtiyan, vakete ve glasse deri kullanılmıştır. Taban, kösele ve gönden yapılmıştır.

Düz yemeni sadece gençlerin ve orta yaşlı kimselerin giymiş olduğu bir ayakkabı çeşidi değildi. Sekiz-on yaşından itibaren erkek  çocuklar da küçük numara  yemeni giyerlerdi.  Ayrıca ağzı daha geniş  ve ayaktan çıkarılması kolay bir yemeni çeşidi daha vardı ki bu sade yemeniye “kadı biçimi yemeni” denirdi. Bu yemeniyi  daha çok abdestli , namazlı sofu kimseler giyerdi. Yemeni ayrıca arkası basılarak pabuç gibi de  giyilebilirdi.

Düz yemeni sayası iki parçadan kesilirdi. Bu ayakkabılar sağsız-solsuz kalıpla yapılırdı.  Böyle olunca ayakkabının teki kaybolsa bile evdeki diğer bir yemeni  teki ile noksan tamamlanırdı.

1930’dan sonra sağlı-sollu kalıpla yapılan daha gösterişli ve ustalık isteyen çapula cinsi yemeniler ortaya çıkınca düz yemeniye olan ilgi azalmıştır. Esnaf da ancak bir iki çift düz kalıp bıraktıklarını söyledi. Düz yemeni adını bu kalıplardan almıştır. Bugün artık Divriği’de düz yemeni yapılmamaktadır.

Çapula işi yemeni:

Çapula cinsi yemeni bilhassa Karadeniz yalısı halkının giydiği erkeklere mahsus bir ayakkabı çeşididir.

Çapulanın  burnu yukarıya doğru hafifçe kalkık, üst ön kısmı tasmavari kapalı, arkası yukarı kalkık, bir dil çekekli, var ile yok arası ökçeli ve altı demir çivi kabaralı bir ayakkabıdır. Yemeninin arka kısmı yumuşak olduğu için basılarak giyildiği halde çapula  arkası basılarak giyilmez. Çapula yalın ayakla, çorapla ve mestle de giyilir. Yaşlılar mestle giyinirler. Zamanımızda yavaş yavaş kalkmak üzeredir.

Rüştü Büngül, bu ayakkabı adının “Çabuk ol ha…” dan bozma olduğunu söylemektedir.[6] R. Ekrem Koçu da bu görüştedir.[7]

Divriği ilçesinde yapılmakta olan çapula cinsi yemeni  yukarıdaki tanımlara uymamaktadır. Çapula cinsi yemeni bu ilçede kaynak şahısların ifadesine göre  sağlı-sollu yemeni kalıpları ortaya çıktıktan sonra yapılmaya başlanmıştır. Çapula rahat giyimli  bir erkek ayakkabısıdır. Yemeniye göre daha biçimlidir. Yemeniye göre ağzı daha dardır. Bu yüzden yemeniler gibi  mestle giyilmez.  Ayrıca yemeni yüzünü  meydana getiren saya tek parçadandır. Bu parça mihrap adı verilen küçük bir parça ile arkadan ve içten birleştirilir. Bugün Divriği ilçesinde yapılan yemeniler daha çok çapula işi yemenilerdir. Kaynak şahıs Hacı Fahri Tuğut çapula cinsi yemeninin gençler tarafından giyilmiş olduğunu söylediği halde; yemenici Reşit Yedikardeş her yaştaki insanın çapula cinsi yemeni giymiş olduğunu söylemektedir.

Çapula cinsi yemeni tek parça deriden kesildiği için düz yemeniye göre daha pahalıdır. Mesela, çapula işi olursa bir vaketeden 8-10 çift yemeni yüzü kesildiği halde, parçalı olursa 2-3 parça daha fazla  yemeni yüzü kesilebilir. 1933 yılında bir yemeni 6-8 lira iken, çapula cinsi yemeni 10 lira civarında idi. Bu yüzden halk günlük işlerinde düz yemeniyi tercih etmiştir. Çapula cinsi yemeniyi özel günlerinde giymiştir. Çapula cinsi yemeninin de burnu düz yemeni gibi yuvarlaktır.

Kadın yemenisi(zenne):

Kadın yemenisi, kadınlar tarafından günlük işlerde giyilen öne doğru kalkık ve sivri burunlu bir yemeni çeşididir.

Yemeni yüzünde siyah sahtiyan kullanılır. Altı köseledir. Zarif bir görünüşü vardır. Dün olduğu gibi bugün de kadın yemenileri her iki ayağa birden giyilebilen sağsız-solsuz düz kalıpla yapılır.

Kadın yemenisi Divriği ilçe merkezinde hiçbir zaman giyilmemiştir. Bu yemeni çeşidi daha çok Samancı Deresi adı verilen Tuğut, Kömek, Gahnıt, Timisi, Vartan, Gönderen köylerinin kadınları tarafından giyilmiştir. Bugün de yöre kadınları  kadın yemenisi giymektedir.[8]

Lapçin kundura:

Köy kadınlarının yemeni giymesine karşılık Divriği merkezindeki kadınlar lapçin kundura giymişlerdir. Lapçin kundura giyme geleneği 1945 yılına kadar sürmüştür.  Osmanlılar döneminde ise kasaba kadınları sarı safranlı, içine mest veya terlik sığabilecek büyüklükte sivri burunlu yemeniler giymişlerdir.

Markup kadın yemenisi:

Gelinlik  çağına gelmiş genç kızlar ve taze gelinler tarafından  giyilen, öne doğru kalkık sivri burunlu, kırmızı veya sarı safran renkli işlenmiş deriden sayası kesilen, motifli kadın yemenisine markup yemeni denir.

Markup yemeninin kadın yemenisinden farkı daha zarif bir görünümde olması, ayakkabı yüzünün ve yanlarının  sim veya sırma  ile işlenmesinden dolayıdır. Divriği köşker esnafı bugün de  sipariş verildiğinde markup yemeni yapmaktadır. Bu çeşit yemeni endezesi(modeli) bütün yemeni yapan köşker ustalarında bulunmakla birlikte halen Ahmet Erozan ve İsmet Erkoç tarafından yapılmaktadır. Markup kadın yemenisi de gene Samancı Deresi köylülerince düğün, bayram, konukluk gibi törenlerde giyilmektedir.

Kaba yemeni(Çoban lastiği):

Çoban lastiği,  yemeni cinsinden bir ayakkabı çeşididir. Yüzü sahtiyan olup, tabanı lastiktir. Köşkerler kamyon lastiğinin henüz bilinmediği yıllarda tabana en kalın cinsinden manda gönü kullanmışlardır. Ayrıca kabara ve nalça da çakmışlardır. Bu çeşit ayakkabılar  katırcılar tarafından da giyildiği için  “katırcı kundurası” da denilmektedir.

Çoban lastiği veya katırcı kundurası fazla işçilik istemez. Önemli olan taşlık arazide ve yağmurda yaşta; karda kışta giyilebilir olması ve dayanıklılığıdır. Bu tip yemeniler bugün daha çok aşiret hayatı yaşayan , hayvancılık yapan yayla köylülerince giyilmektedir. Çoban lastiği, düz yemeni gibi sağsız-solsuz kalıpla yapılır.

Bölümün özeti:

Divriği yemenilerinde bugün eski yemenilerin orijinal şeklini aramak beyhudedir. Bugün düz yemeni ile çapula biçimi yemeninin karışımı bir yemeni çeşidi yapılmaktadır. Zenne cinsi dediğimiz  kadın yemenisi az da olsa orijinalliğini koruyabilmiştir.

Divriği halkının son yıllarda yemeniye olan ilgisi artmıştır.  Bu ilginin daha da artacağına inanmaktayım. Giyiminin  rahat olması, sağlamlığı ve fiyatının diğer ayakkabılardan daha ucuz olması ve biraz da özenti  yemeniye olan ilgiyi artırmıştır. Derleme yapıldığı tarihte(1981) bir çift yemeni 1200-1500 lira arasında değişmekteydi. Markup yemeni ise siparişe göre 2.000-2.300 lira arasında değişen bir fiyata yapılmaktadır.

Bu konunun Kültür ve Turizm Bakanlığınca  ele alınması gerekir. Bu işi yapan ustalar, elli yaşın üstünde olan kimselerdir. Bu ustalar da müşteri ve talep azlığından  ve  yaşlandıkları için mesleği bırakınca yeni ustalar yetişmeyecek ve yemenicilik de yok olup gidecektir(1981).

Terlik:

Ev içinde yalnız kadınlar tarafından giyilen yemeni gibi arkası kapalı, burnu  öne doğru hafif kalkık, sivri burunlu bir ayakkabı çeşididir.

Terlik, mest gibi tablalı dikilir. Yani yüz derisi ile tabanı aynı cins deriden dikilir. Dün olduğu gibi bugün de terlik yapımında sağsız-solsuz 36-40 numara karşılığı  “ulu orta” ve “çevik ölüzgar” kalıplar kullanılır.

 Sade terlik:

Fazla işçilik istemeyen bir terlik çeşididir.  Sarı, kahverengi sahtiyandan yapılır. Mest gibi ayağa tamamen oturduğu için bazı kadınlar tarafından mest yerine giyilir.

Markup terlik(Gelin terliği)

Bu terliğe gelin terliği de denilmektedir. Endezesi markup yemeni gibidir.  Daha çok kırmızı ve  sarı sahtiyan kullanılır. Sayanın kenarları kaytanlı olup yüzündeki motifler simle işlenir. Markup terliğin altına inek derisinden “cunguş kösele” kesilir. Yerine göre kalın vaketeden de taban kesilebilir.

Divriği köylerindeki kadınların markup yemeni giymesine karşılık, kasaba kadınları markup terlik giyinirler.

Bundan seksen  yıl önce gelinlik kızlara hediye olarak markup terlik gönderilirdi. Markup terlik nişan, düğün, konukluk gibi merasimler sırasında genç kızlar ve gelinler tarafından giyilirdi.

Divriği’ye has bir ayakkabı çeşidi olan gelin terliğini yok olmaktan kurtarmak ve hiç olmazsa turistik bir eşya olarak değerlendirmek gerekmektedir. Son zamanlarda bazı heveslilerin gelin terliği yaptırdıklarını  kaynak şahıs İsmet Erkoç ifade etmektedir(1981).

R.Ekrem Koçu, gelinlerin dışında güveyi için de işlemeli terlik yapıldığını “Türk  Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”nde belirtmektedir. Fakat Divriği ilçesinde bu çeşit terlikler daima kadınlar tarafından giyilmiştir.

Papuç:

Terliğe benzeyen fakat arkası açık, kadın ve erkekler tarafından hem ev içinde, hem de ev dışında giyilebilen bir ayakkabı çeşididir.

Meydan Larousse, pabuç kelimesinin Farsça kökenli olduğunu yazmaktadır. Pa:ayak, puş:örten; papuş: ayak örten(ayakkabı) anlamında bir kelimedir.

Eskiden  mestle birlikte giyilen ökçesiz ayakkabıya pabuç denilirdi. Pabuç,  mestin rengine uygun olarak giyilirdi.Mest ve pabuç siyah, kınmızı ve sarı deriden yapılırdı. Halk en çok siyah ve sarı renkleri kullanırdı(Meydan Larousse).

Pabuç da yemeni gibi düz kalıpla yapılır. Yüzüne sahtiyan, vakete ve glasse cinsi deri kullanılır. Tabanı köseledir. Terliğin ökçesi olmadığı halde pabuç altına aynı yemenide olduğu gibi tek kat kösele ökçe çakılır. Bu da yürürken pabucun ayaktan çıkmaması içindir.

Divriği’de yapılan pabuç çeşitleri:

Düz pabuç(Tahta pabuç):

Bu pabuca “tahta pabuç” da denilmektedir. Yüzü sahtiyandan yapılır. Tabana kösele konulur.  Ayrıca köseleden  tek kat ökçe çakılır.  Halen Divriği ilçesinde bu çeşit pabuç yapılmaktadır. Biçim yönünden bir orijinalliği yoktur.

İşlemeli pabuç:

Pabuç yüzünde elvan adı verilen kırmızı, sarı, vişne çürüğü sahtiyan kullanılır. Ayrıca markup terlikte olduğu gibi sayanın kenarına kaytan geçirilir, yüzü simle işlenir. Düz pabucun daha çok erkekler tarafından giyilmesine karşılık işlemeli pabuç genç kızlar ve gelinler tarafından giyilir. Araştırmalarım sırasında işlemeli pabuç örneğine rastlamadım.

Serkekeli pabuç:

Biçim olarak daha çok terliğe benzer. Pabuç biçiminde kesildiği halde sonradan terlikte olduğu gibi ardıç ağacı dallarından kaytan sarılarak kenar ve arka yapılmıştır. Bu çeşit ayakkabıyı Abdurrahman Tuğut hatırlayabilmektedir. Serkeleli pabuç yaşlı kadınlar için özel olarak yapılırdı. Mestle birlikte giyilirdi. Yüzünde sarı safran saya kullanılırdı.

Çakmak pabuç:

R.Ekrem Koçu, çakmak pabuç hakkında şu bilgiyi vermektedir: “Eskiden büyük şehirlerde, bu arada İstanbul’da  yalnız avam tarafından giyilmiştir.  Çakmak pabuç ekseriya mest ile  giyilirdi; ökçeleri demir nalçalı  ve tabanları demir kabaralı olurdu. Kadınlar tarafından da giyilmiştir. Zamanımızda  doğu illerimizde  çakmak pabuca rastlanır.[9]

Diğer ayakkabı çeşitleri:

Mest:

Tabanı ve yüzü yumuşak deriden, incik kemiğinin üstüne kadar çıkan, kısa konçlu, düğmesiz ve bağsız, ayağa tıpkı çorap gibi giyilen bir ayakkabı çeşididir. Tablalıdır; hem kadın hem erkekler tarafından giyilir.

 Mest, siyah, kırmızı ve sarı deriden yapılırdı. En çok siyah ve sarı renkler kullanılırdı.

Çizme:

Divriği ilçesinde bir asır kadar önce yaşlı kadınların giymiş olduğu bir ayakkabı çeşidi idi. Sarı renk sayadan mest biçiminde yapılırdı. Yemeni veya pabuç ile giyilirdi. Yarım çizme şeklinde idi. Daha çok zengin kadınlar tarafından giyilmiştir. Zaten o devirlerde herkes varlılığına ve soyluluğuna göre ayakkabı ve elbise giyinirdi.

Kaynak şahıslar ayrıca bugünkü çizmelere çok benzeyen üstü sarı sahtiyan ve tabanı kösele, iç aştarı kırmızı meşin yaşlı ve soylu kadın çizmeleri yapıldığını da söylediler. Araştırmalarım sırasında görme olanağı bulamadım.

Çarık:

Köşker  esnafı ayrıca köylüler için siparişe göre çarık da yapardı. Bu konu ayrı bir makale halinde incelenecektir.

Çocuk ayakkabıları:

Divriği ilçesinde çocuklar için mest ve yemeni biçiminde çeşitli ayakkabılar yapılmıştır. Bugün yetişkinlere yemeni ve benzeri ayakkabı çeşitleri yapıldığı halde çocuklar için ayakkabı yapılmamaktadır. Daha önceki yıllarda yapılan ayakkabı çeşitleri şunlardır:

Postik: Bebe patiğidir. Mest gibi tablalıdır. Çok ince ve renkli sahtiyandan yapılır.

Burunsuz: Bu da postik biçimindedir. İki-üç yaşındaki çocuklar giyinir. Çeşitli renklerdeki ince sahtiyandan yapılır.

Kalik: Mest cinsinden bir çocuk ayakkabısıdır. Dört ile altı yaş arasındaki çocuklar tarafından giyilmektedir. İnce kösele tabanı vardır.

Sandal: Yemeni biçimindedir. Üsten geçmeli sahtiyandan bağı vardır. Tabanı ince köseleden yapılır. Küçük bir ökçe çakılır. Yedi-sekiz yaşındaki kıç ve oğlan çocuklar giyerler.

Ufak yemeni: Çocuk yemenisidir. Kendi aralarında “kara tasmalı, çekeç ayak, orta ayak” olmak üzere üçe ayrılırlar. Kara tasmalı, yedi-sekiz; çekeç ayak,  dokuz-on; orta ayak, on-on bir yaşındaki çocuklar için yapılmaktadır.

Her üçü de siyah sahtiyandan ve ince köseleden yapılmaktadır.

Bu bölümü bitirirken:

Ayakkabı çeşitlerini  tanıtan bu bölümde bugün unutulmuş olan ayakkabı çeşitleri ile halen yapılmakta olan  yirminin üzerindeki ayakkabı çeşidi hakkında bilgi verilmiştir. Kaynak şahıs olarak yararlandığım köşker ustalarının bazen birbirini tamamlayan, bazen de bir birini tutmayan çelişkili ifadeleri yüzünden ayakkabıların tanıtımından bir takım yanlışlıklar/çelişkiler olmuştur. Mesela bir kaynak şahıs markup yemeninin yalnız kadınlar için dikildiğini söylediği halde başka bir kaynak şahıs erkekler için de markup yemeni dikildiğini söylemiştir. Diğer bir kaynak şahıs köşker esnafının pirini “Veysel Karani Hazretleri” olarak söylediği halde; bir diğeri yemenicilerin piri “Yemeni Veli Basri Hazretleri” dir, demiştir.

Bunun dışında zaman zaman yararlandığım R.Ekrem Koçu’nun “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”nde Türkiye genelinde bir tanımlama yapıldığından Divriği ilçesindeki esnafın verdiği bilgilere uymayan bilgiler verilmiştir.

Ama  bütün bunlara rağmen Divriği köşker esnafını elimden geldiğince anlattığıma inanmaktayım. Bu bölümü 5 Şubat 1982’de tespit ettiğim bir hatırayla bitireceğim.

Divriği köşker esnafının  son piri Gaman İbrahim Usta, akşam olup da dükkanını kapatırken bütün çırak ve kalfaları tezgahın başında toplar, iki elini tezgahın üstüne koyup:

Baba der, harayımdan

Su çıkar sarayımdan.

Günde bir kerpiç düşer

Ömrümün sarayından…

dörtlüğünü okur; sonra elini tezgaha vurup:

  • Ustama, pirime rahmet….Peygambere salavat….

der, salavatı orada bulunanlarla birlikte getirip, Fatiha okur ve dükkanını kapatırmış.[10]

Bölüm

Alet ve Malzemeler

Bu bölümde Divriği köşker esnafının kullanmış  olduğu alet ve malzemeler hakkında bilgi verilecektir.

Giyim- kuşam: Köşker esnafı iş esnasında önlük giyinir. Önlük genellikle meşin ve sahtiyandan yapılır. Boğazdan bir kayışla asılır ve belden toka ile bağlanır.  Cumhuriyetten önce köşker esnafının üç etek entari giyinmiş olduğunu kaynak şahıslar söylemektedir.

Alet ve avadanlıklar:

Üzerinde iş yapılanlar:

Köşker esnafı saya dikerken, yemeni yaparken ve kalıp çıkarırken bir takım alet ve avadanlıklardan yararlanır. Bazen bunlardan birini ; bazen da bir kaçını  kullanır.

 Tezgah: Genellikle ceviz ağacından kesilmiş olan ve üç ayak üzerine oturtulan bir kütüktür. Köşker esnafının bir çeşit masasıdır. Deri  ve gön bu tezgah üzerinde kesilir; saya kenarları bu tezgah üzerinde tıraş edilir; dikilen  parçalar bu tezgah üzerinde kalıba oturtulur. Kısaca tezgah köşker esnafının en önemli  bir avadanlığıdır. Tezgah başında usta ve yaşlı kalfalar oturur. Yeni dükkan açanlar bir tezgahla yetindikleri halde; büyük ve seri imalat yapanlar dükkanlarında iki-üç tezgah bulundurur. Tezgah, köşker esnafının sembolüdür. “Tezgaha çıkmak”, dükkan açmak anlamında kullanılmıştır.

Pezval(Perzüval): İki-üç santim eninde, bir buçuk metre  kadar uzunlukta ve her iki ucu birbirine eklenmiş bir kayış parçasıdır. Kayış sol ayak altına yerleştirildikten sonra,  sağ diz üzerine geçirilir.  Yemeni, mest, çarık, terlik  ve pabuç gibi ayakkabı sayası  pezval yardımı ile diz üstünde kesilir. Dikilecek parçalar diz üstüne konularak, pezval kayışı bunun üzerinden geçirilir ve ayak hareketi ile sıkıştırılır. Her dükkanda usta, kalfa ve yetişmiş çırak sayısınca  pezval bulunurdu.

Sivas yemenici esnafı pezvalı kutsal bilir; işe başladığı zaman asılı bulunduğu yerden alırken, iş bittikten sonra yerine asarken öper ve esnaf pirinin ruhuna fatiha okurdu. Divriği ilçesinde böyle bir adet yoktur.

Cilde: El genişliğinde ve bir metre kadar uzunlukta ve üst üste gelecek şekilde yapılmış, alt tarafı çivi ile tutturulmuş, üst ağzı açık tahta bir alettir.  Şekil olarak cımbıza benzer. Dikilecek parçalar ağıza  yerleştirilir. Esnaf, cildeyi  iki dizi arasında sıkıştırınca  ağız kapanır.  Çapula mihrabı ile semer ve dönme pervaz gibi  pervaz çeşitleri  cilde yardımı ile dikilir.  Mihrap, tek parça sayayı arkadan birleştirmek için kullanılan iki parmak enindeki saya parçasıdır.

Örs: Ayakkabı ökçesi ve pençe çakmak için kullanılan bir avadanlıktır. Ters “ L “ şeklinde, dövme  demirden yapılmıştır.

Kesiciler:

Saya, gön ve kösele gibi deri parçalarını kesmede kullanılan aletlerdir. Bunlar keski, bıçkı, dikiş bıçağı, lastik bıçağı ile bunları bilemeye yarayan masattan  ibarettir.

Keski: Saya kesmekte kullanılır.

Bıçkı: Deri ve kösele tıraşında kullanılır.

Dikiş bıçağı: Ayakkabı dikildikten sonra, kösele veya gönün kenar fazlalıklarını almakta kullanılır.

Lastik bıçağı: Ayakkabı tabanına kösele yerine lastik kesildiğinde kullanılan özel bir bıçak çeşididir.

Masat: Bıçakları bilemede kullanılır.

Dikiciler:

Kesiciler yardımı ile kalıbı çıkarılan ayakkabı yüzü(saya) ile tabanı meydana getiren kösele veya gön, tığ ve iğne yardımı ile birbirine dikilir. İğne çeşidi tek olduğu halde tığ çeşidi fazladır.

Tığ, sahtiyan, kösele, lastik gibi ayakkabı malzemelerini birbirine iğne ile dikerken, dikiş yerine delik açarak  iğnenin geçmesini sağlayan sivri uçlu bir alettir. Yapı olarak iğneye benzer.

Tığ çeşitleri şunlardır:

Saya tığı: En ince tığdır.

Tek iğne tığı: Saya tığına göre daha kalıncadır.

Çevirme tığı: Tek iğne tığından daha kalıncadır.

Oluklu tığ: Oldukça kalın ve içi olukludur. Lastik taban dikiminde iğneye yuva açmak için kullanılır.

Saya ve gön dikerken bir çeşit iğne kullanılır.

Parlatıcılar:

Dikilen ayakkabının tabanını, kenarlarını ve bazen de sayasını parlatmak için parlatıcı aletlerden faydalanılır. Bunlar sırasıyla peşkeş, taban perdah gaçmatı ve yan perdah gaçmatıdır.

Peşkeş: İki başında çekecek bulunan ve uzun bir demir ile bağlantılı  bir alettir. Peşkeşin  demir kısmı, kalıpta ıslak halde bulunan köseleye sürülür. Köseledeki dikiş yerleri kapatılır. Yapılan işe “peşkeşle ayakkabı gayımı sürme” denilirdi. Peşkeş ayrıca iki başındaki çekecekler  yardımıyla ayakkabının kalıba  oturtulması ve çıkartılması işinde de kullanılır.

Taban perdah gaçmatı: İki karış uzunluğunda ; şimşir, elma, armut gibi sert ağaçlardan yapılmış oklavaya benzeyen bir alettir. Kalıbını almış, hafif nemli ayakkabı köselesi bununla parlatılır.

Yan perdah gaçmatı: Avuç içi kadar büyüklükte yine sert ağaçtan yapılmış bir parlatıcıdır. Kösele kenarlarının parlatılmasında kullanılır.

Diğer aletler:

Yemeni, pabuç, terlik, mest…. gibi ayakkabıların  dikimi sırasında köşkerin her zaman elinin altında bulundurduğu bazı aletler daha vardır. Bunlar; muşta, dişli pense…gibi aletlerdir.

Muşta: Kösele, gön ve diğer deri parçalarını dövmek için yapılmış olan 1.5 kg. ağırlığında koni biçimli bir alettir. Eskiden köşker esnafı kızdıkları müşterilerin arkasından muşta döğerlerdi.

Dişli pense: Ayakkabıları kalıba çekmekte kullanılan bir pense çeşididir.

Endeze: Ayakkabı yüzünü meydana getiren saya ile taban köselesi, endeze adı verilen karton kalıplarla  çizilmek  suretiyle  ve keski yardımıyla tezgah  üzerinde kesilir. Her ayakkabı çeşidinin ayrı bir endezesi(patronu) vardır. Eski köşker ustaları zamanında orijinal kalıplar çıkarmışlardır.

Tağar tası: Gönler tağar tası adı verilen bakır bir tas içinde ıslanmağa bırakılır. Aynı işlem köseleye de uygulanır.

Çiriş tası: İçinde çiriş ezilen, küçük bakır tastır.

Kalıp:

Ayakkabıların şekillenmesinde kalıpların büyük bir yeri vardır. Sayası ve tabanı dikilen ayakkabı ıslak olarak kalıba yerleştirilir. Kalıbını alıncaya kadar bekler. Divriği köşker esnafı yakın zamanlara kadar  düz kalıp adı verilen  sağsız-solsuz kalıp kullanmıştır. Daha sonra sağlı-sollu  kalıplar kullanmaya başlamıştır.

Kalıplar daha çok yerli ustalar tarafından alıç, sürsülük gibi sert dokulu ağaçlar kullanmak suretiyle yapılmıştır. Kalıp ustaları hakkında bilgimiz azdır.  Yakın zamanlara kadar bu işle uğraşan son kalıp ustası Sarıömergil’in  Hasan Hüseyin Usta idi.

Bugün düz kalıplar artık kullanılmamaktadır.  Esnaf bunları son yıllarda odun niyetine sobada yakmıştır. Onun yerine sağlı-sollu kalıplar  kullanılmaktadır.

Kalıp aletleri: Kalıba çekilen yemeni, terlik, pabuç, mest…gibi ayakkabıların kalıba iyice oturması için kalıp ağacı ile ayakkabı yüz derisi arasına “hoval” adı verilen bir ağaçla “puskal” adı verilen  diğer bir ağaç parçacığı yerleştirilir.

Hoval: Kalıp ağacı ile deri arasına konulan yassı ve uzunca bir ağaçtır. Ayakkabı burnundan dışarı taşacak şekilde yerleştirilir.

Puskal: Kalıp ağacı ile hoval arasına girer. Hovalın ayakkabı yüz astarına iyice sıkışmasını sağlayan bir ağaç çividir.

Ahtar ağacı: Oran dikişte saya ile tabanın ters yüz edilmesinde kullanılır. Oklavaya benzeyen bir metre kadar uzunlukta ucu çengelli bir ağaçtır. Kızılcık,  pelit, elma gibi sert ağaçlardan yapılır.

Kalıp çeşitleri:

Divriği köşker esnafı ayakkabı yapımında iki çeşit kalıp kullanmıştır. Bunlardan ilki sağsız-solsuz düz kalıp, ikincisi sağlı-sollu kalıptır.

Düz kalıp:

Düz kalıp, en eski bir kalıp çeşididir.  Aşağı yukarı yarım asır kadar önce terk edilmiştir. Bu kalıpla yapılan ayakkabılar her iki ayağa da giyilirdi. Bugün gene de  bazı ayakkabı çeşitlerinde düz kalıp kullanılmaktadır.

Düz kalıp çeşitleri şunlardır:

Postik: İki yaşına kadar olan bebeler ve küçük çocuk patiklerinde bu kalıp kullanılırdı.

Burunsuz: İki ile beş yaş arasındaki küçük çocuk ayakkabıları bu kalıpla yapılırdı.

Kara tasmalı: Altı ile sekiz yaş arasındaki çocukların ayakkabıları bu kalıpla yapılırdı.

Çekeç ayak: Sekiz ile on yaş arasındaki çocuk ayakkabıları bu kalıpla yapılırdı.

Orta ayak: Genç kızlarla on bir-on üç yaş arasındaki  erkek çocukların ayakkabıları  bu kalıpla yapılırdı.

Ulu orta: Bugünkü 36-38 numara  ayakkabıların kalıbına eşittir. Daha çok genç kızların  ve gelinlerin ayakkabıları bu kalıpla yapılırdı.

Çevik ölüzgar: 38-40 numara karşılığı bir kalıptır.  Yetişkin çocuklarla, kadınların ayakkabıları bu kalıpla yapılırdı.

Ölüzgar: Yetişkin erkeklerin ayakkabıları  bu kalıpla yapılırdı. Bugünkü 41-43 numara karşılığı  bir kalıp çeşidi idi.

Ulu ayak: En büyük ayakkabı kalıbıdır. İri ayaklı ve cüsseli kimselerin ayakkabıları bu kalıpla yapılırdı. Bugünkü 44 ve daha yukarı numaralara eşit bir kalıp çeşidi idi.

Sağlı-sollu kalıplar:

Düz kalıplar ayak tabanı biçiminde olmadığı halde, sağlı ve sollu kalıplar ayak tabanının çukurluğuna göre sağlı ve sollu olmak üzere yapılmıştır. Köşker esnafı aşağı yukarı yarım asırdan beri sağlı ve sollu kalıpları kullanmaktadır. Yalnız bu kalıplar kundura  kalıplarındaki numaraları tutmadığı gibi kundura imalatında da kullanılmaz. Yemeni, terlik, pabuç yapımında kullanılan  bir kalıp çeşididir.

Sağlı-sollu kalıp çeşitleri şunlardır:

Çocuk kalıpları: İki-altı yaşına kadar(18-23 numara)

Okul çağı: 6-12 yaş arası. Bu kalıp 36 numara kundura kalıbının karşılığıdır; 24 numara kalıp denir.

Kadınlar için: Bu kalıp genç kız, gelin ve orta ayaklı kadınlar için kullanılır; 26 numara kalıptır.

Bu ayakkabıların imalatında 25, 26, 27, 28 numara sağlı-sollu kalıp kullanılırdı. Kundura kalıbının 37, 38, 39, 40 numarasına eşittir.

Erkekler için: Bu kalıplar genç, delikanlı ve evli erkekler için kullanılır.  Bu ayakkabıların imalatında 29, 30, 31 numara kalıp kullanılır. Kundura kalıbının 41,42,43,44 ve daha büyük numaralarına eşittir.

Malzeme çeşitleri:

Divriği köşker esnafı ayakkabı yapımında sahtiyan, meşin, vakete glasse, kösele ve gön gibi deri çeşitlerini kullanmıştır. Bu malzemeleri daha çok Arapkir ve Kayseri’den almıştır.

Ayakkabı yüzünde kullanılan deri çeşitleri:

Sahtiyan: Keçi derisinin işlenmesi ile elde edilir.  Kırmızı, mavi, sarı, yeşil gibi renkli olanlarına “elvan” denir.

Meşin: Ayakkabı iç astarı olarak kullanılır. Çok ince ve hafif bir deri çeşidi olduğu için “bebe patikleri(postik)”  yapımında da kullanılır. Meşin, koyun derisinin işlenmesi ile elde edilir.

Vakete: Sığır ve dana derisi işlenerek yapılır. Köylü yemenilerinde  daha çok bu cins deri kullanılır.

Glasse: Sığır ve dana derisi işlenerek yapılır. İlçe halkı ayakkabılarında bu çeşit deriyi tercih etmişlerdir.

Ayakkabı tabanında kullanılan deri çeşitleri:

Ayakkabı tabanında sığır, manda ve deve  derisi kullanılır. Bu hayvanların derisi kalınlıklarına göre ikiye ayrılır.

Kösele: Sığır derisinden yapılan taban malzemesine kösele denir. Manda derisinden yapılan göne göre daha ince  ve daha düzdür.

Gön: Özellikle köylü yemenilerinde köseleden daha kalın olan gön kullanılır.  Manda derisinden yapılan gön, köseleye göre daha dayanıklıdır. Kaba olmasına rağmen  köylüler tarafından kalın gönler tercih edilir. Gön, köseleye göre oldukça kalın olup her tarafı aynı kalitede değildir. Kalınlık, genelde 1 cm. olduğu halde bazı yerlerde 3 cm. ye kadar çıkar. Bu çok kalın gön çeşidine “çetlembik” adı verilir. Hayvancılıkla uğraşan yayla köylüleri  yemeni tabanı olarak  kalın gönü tercih ederler.

Bölümü bitirirken

Divriği ilçesindeki köşker esnafı hakkındaki bu araştırmam iki yıllık bir çalışmanın ürünüdür. Bu konu ile ilgili araştırmama başladığımda köşker esnafını birkaç sayfalık bir yazı ile tanıtacağımı sanmıştım. Sonuç hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Ortaya yeni konular çıktığı gibi, çelişkili ifadeler de zamanımı aldı. Bu yüzden bir ara araştırmamı yarıda bırakmayı düşündüm. Bazen ümitsizlikten, bazen ümitten  araştırmamı bitirip bir sonuca bağladım.

Kaynak şahıslar( 1982 yılı itibariyle):

  1. İsmet Erkoç, Divriği, 1935, yemenici
  2. Nevzat Çelikel, Divriği, 1934, Divriği Halk Kütüphanesi Müdürü
  3. Fahri Tuğut, Divriği, 1320(1902)
  4. Abdurrahman Tuğut, Divriği, 1337(1918), esnaf
  5. Reşit Yedikardeş, Divriği, 1924, müezzin
  6. Fahri Öztuğrul, Divriği, 1328(1910), Gaman İbrahim Ustanın oğlu.
  7. Hasan Soydan, Divriği, 1324(1906), esnaf.
  8. Mustafa Fırat, Divriği, 1318(1900), eskici/tamirci
  9. Celal Ulubey, Divriği 1333(1914), eskici/tamirci
  10. Hamdi Ağzıtemiz, Divriği, 1310(1892), esnaf
  11. Abdulah Önder, Divriği, 1933, yemenici
  12. İsmail Telli, Divriği, 1924, eskici/tamirci
  13. Mithat Taşkıran, Sivas 1340(1921), Sivas’taki tek yemenici ustası.[11]

Kaynak şahıslar(2002 yılı itibariyle)

İsmet Erkoç( Divriği, 1935, yemenici) ve  Nevzat Çelikel ( Divriği, 1934, emekli memur) dışındaki  bütün kaynak şahıslar son yirmi yıl içinde vefat etmişlerdir.[12]


[1] Bu makalemi 1982 yılında yayınladıktan sonra, Kerim Yund, Türk Folkloru dergisinin  47. Sayısında(Haziran 1983) “Köşker Sözcüğü Üzerine ve Devellioğlu ile Anılar” adlı bir makale yayınladı. Köşker sözcüğüne açıklık getirdi; kendisini rahmetle anarım. “Farsça bir sözcük olan köşker, ayakkabıcı demektir. Doğru telaffuzu (kefş-ger) dir. Dilimize bozularak köş  diye geçmiştir. Ger, takıdır. –cı anlamına gelir. Kimya-ger: kimyacı…gibi. Köş-ger de ayakkabıcı, ayakkabı diken, yapan  demek olur. Anadolu’daki köşgerler kadın, erkek, çocuk için çizme, yemeni, mest ve benzeri giyecekler, sırım gibi bağcıklar yaparlar. Farsça köşker sözünün ayakkabı olduğunu Ferhenk-i Ziya(C:3, s.1551) yazmaktadır.

[2] Kutlu Özen, Divriği İlçesinde Köşker Esnafı(1), Türk Folkloru, Sayı: 35, Haziran 1982, s.17-21

[3] Divriği İlçesinde Köşker Esnafı(2), Sivas Folkloru, Sayı: 36, Temmuz 1982, s. 18-20

[4] Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları/1969, s.246

[5] Koçu, a. G. E., s. 29-30

[6] N. Rüştü Büngül, Eski Eserler Ans. (Cilt:1), Tercüman 1001 Temel Eser, s. 78-79

[7] R.Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam  ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank  Yay. ,Ankara 1967, s.63

[8] Kutlu Özen, Divriği İlçesinde Köşker Esnafı, Türk Folkloru, Sayı: 37, Ağustos 1982, s.19-21

[9] R.Ekrem Koçu, a.g.e., s.59

[10]  Kutlu Özen, Divriği İlçesinde Köşker Esnafı(4), Türk Folkloru, Sayı: 38, Eylül 1982, s.13-16

[11] Kutlu Özen, Divriği İlçesinde Köşker Esnafı, Türk Folkloru, Sayı: 39, Ekim 1982, s. 20-24

[12] Kutlu Özen, Divriği’deki 28 Ekim 2002 tarihli derlememiz.