Çil Hüseyin

Hüseyin sınıfın en küçük çocuğu idi. Yaşından bir yıl önce okula verilişti. Annesinin yaptığı bez çanta ile okula gidip geliyordu. Kız kardeşi Emine son sınıfta idi. Hüseyin’in her şeyi ile ablası ilgileniyordu.

Okuma-yazma derslerinde  son sınıflar öğretmenlik ediyorlardı. Sınıf da  o kadar kalabalık değildi. Birinci sınıfın ilk okuma kitapları  Anadolu çocuklarına göre değildi.  Köy  kültürüne göre yazılmamıştı. Pasta, kek, peçete, şampuan, trafik, metro, terminal, opera, operet , kuaför….gibi kelimeler henüz köylerimize girmemişti. Ben onlara harfleri ve kelimeleri anlatırken  verdiğim örnekler kafalarında canlanmalıydı.  Ben onlara tarla, başak, inek, keçi çoban, süt yoğurt, davul,  zurna, dede, amca gibi kelimelerle öğretiyordum. Onlara harf, hece gibi kavramları öğretirken hiç zorluk çekmedim.  Ekmek yerim, su içerim fişi onların çok hoşuna gitmişti. Daha sonra çiğdem, çiçek, lale, zambak…gibi kelimeleri  verdim. Herkes okumayı öğrenirken Hüseyin henüz okumaya geçmemişti. Ders yılı başında öğrettiğim “Ekmek yerim su içerim “ fişinden öteye geçmemişti. Ona göre bütün fişler  aynıydı.

Bir gün sınıfa “Yağmur yağdı, seller gitti” fişini yazdırmıştım Sınıftakilerin hepsi okudu. Sıra Hüseyin’e gelmişti. O yine bildiğini okudu “Ekmek yerim su içerim” dedi. Yapılacak bir şey yoktu. Hadiseden sonra Hüseyin’in adı “Ekmek yerim….” olmuştu.