O yıl havalar ağır geçmişti. Mahalledeki sokak çeşmeleri buz tutmuştu. Mahallenin gençleri buzları kırmaktan yorulmuştu. Okul çağındaki çocuklar ağabeyleri ile yola çıkıyorlardı. Yaşlı kadınlar kapılarının önüne kömür külü atıyorlardı.
Okula gelen çocukları gördükçe içim titriyordu. Yüzleri kıp kırmızı kesilmişti; elleri ayakları donmuştu, Fakir oldukları için lastik ayakkabı giyiyorlardı. Lastik ayakkabı bulamayanlar da vardı. Ev tutamayanlar okul yakınlarındaki ağıllara, ahırlara gidiyorlardı. Kira vermiyorlardı ama ahır temizliyor, gübür atıyorlardı.
O tarihteki okul müdürüne gittim. (…) hoca dedim, bu çocukların hali ne olacak? Lastik ayakkabı toptancılarına gidip öğrenciler için hayırlarına ayakkabı isteyelim. Bunlar dindar adamlar.
Müdür Bey güldü: Ben bu adamlarla içli dışlı olduğum halde bir çift lastik alamadım, boşuna kendini yorma…
İçimden “Müdür Bey istemesini bilmiyor. Çocukların durumunu anlatırsam, yüreği acır da birkaç lastik verir” diyorum.
O günü sabahın ilk saatlerinde dersim yoktu. Buğday Pazarı’nın olduğu yere gittim. İçimden bildiğim bütün duaları okudum. Lastik ayakkabı satan dükkanlardan birine girdim Burası birkaç dükkan büyüklüğünde idi. Selam verdim. Selam aldım. Kendimi tanıttım, İmam Hatip Okulu’ndaki fakir öğrencilerden bahsettim, çoğunun lastiği bile yok, iple yamayıp sürüye sürüye giyiyorlar dedim.
Dükkan sahibi gözümün içine baktı: İmam Hatip’i n talebeleri mektebe girerken baa mı (bana mı) danıştı hoca efendi (!?)…dedi. Hacı Emmi haklıydı. Gerçekten de okula yazılırken kendisine danışmamıştık.!